Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 13 Mayıs 2024 Pazartesi
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  BASINDAN MAKALELER » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

Bu para meselesi oldukça netameli bir konu dostlar. Her ne kadar işinizi doğru yapar iseniz insanca yaşayacak kadarı sizi bulur dense de pek öyle olmuyor. İcat edildiği günden beri insanların gözünü döndürüyor, aklını çeliyor. Çok olanlar kaybetmemek için ne yapacağını, az olanlar nasıl bulacağını düşünüp duruyor. Para altın iken küp küp biriktirenler, para kağıt olunca deste deste biriktirmek heyecanına kapılıp baştan çıkıyorlar.  Benim rahmetli dedem Kemahlı Tevfik Bey de öyle yapmış.   Elli bin Osmanlı altını verip, çarlık Rusya’sının elli bin kağıt parasını almış, sonra batmış. Çocukluğumuzda kardeşim ile oyuncağımız olmuştu, güneşe tutulunca içinden Çariçe Katerina’nın çıplak omuzlu resmi gözüken, el kadar büyük, Rusya’nın ‘o’ ilk kağıt paraları. Bolşevik ihtilali sonrası, Rusya borçlarını da inkar edince, zamanın tüm uyanık borsa meraklılarının elinde kalmış, dede de bir gün umudunu iyice yitirince hepsini bizim korku dolu bakışlarımızın önünde yakmış idi ve yaşadığı sürece bizim evde hiç Rusya ve Rus lafı edilemedi. 

Para böyle sıkıntılı ve insanları baştan çıkartan bir nesne. Her ne kadar “değişim vasıtası” deniyorsa da değiştirilecek bu kadar çok şey olmamasına karşın, herkes olabildiğince çok olsun istiyor “sende duracağına bende dursun” diyor. Bugün iki para konumuz var. Birincisi;  başarı ile çevrilen iç borçlarımızın hali. Alî devletimize hiç durmadan borç vermek isteyenlerimizin çırpınışı. Diğeri; “Merkez Bankası Çalışanları Vakfı”nın  ‘vergi kaçakçılığı’, evet yanlış okumadınız, Merkez Bankası’nı yönetenler ve çalışanlar daha iyi imkanlara sahip olmak adına kurdukları vakıfta ticaret yapıp uzun yıllardır vergi kaçırıyorlarmış.            Maliye yakalamış büyük ceza yazmış. Şimdi uzlaşmaya gidiyorlar, uzlaşacaklar. 

İlkinden başlayalım : Daha önce de yazmış idim; Şubat 2009 ayında devletin iç borç geri ödemesi on beş milyar TL iken bizim hayır sever para sahiplerimiz, bankalar ve yurt dışı yatırımcılar, devletin üç günde yaptığı üç borçlanma ihalesinde bu paranın oldukça fazlasını vererek işi halletmiş idiler.  Geçtiğimiz günlerde Mayıs ayı başında da yine benzer bir durum vardı. Devletin Mayıs ayı içinde geri ödenecek iç borçları için ihtiyacı olan on altı milyar TL.’ye  karşılık bilin bakalım % 11,72 faiz ile borç verelim isteğinde olanlarımızın iki gün içinde teklifleri ne?   Tamamı  tamamına elli yedi milyar Türk Lirası. Yani yaklaşık              36 milyar dolar. Birkaç yıllık bir sürede yirmi beş milyar dolar IMF’den alacağız diye yapılmayan şaklabanlık kalmayan ülkemizin para vaziyeti böyle. Ancak kimse kimseye güvenmediği için sanayiye, KOBİ’lere kredi verilmiyor. Verilse bile % 20 - 22  faizler talep ediliyor   ve zaten borç - kredi ilişkisi ile dönebilen sistem işlemez hale geliyor.   En kazançlı iş devlete devamlı borç vermek. Yaşama güven duyabilmek için sanırım önce yönetim anlayışımıza güven duymak gerekiyor. Sizce biz bu tür bir güveni hızla oluşturup düzlüğe çıkabilir miyiz? 

Gelelim Merkez Bankasına : Adı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Türkiye      Cumhuriyet (i) değil, bu (i) sanırım anlamlı. Bankalar arası ilişkiyi düzenleyen,  kalpazanlar, sahte para basanlar hariç ülkemizde tek resmi para basma hakkına sahip bu kurumu yönetenler bakın ne yapmışlar.   Bunu bugün de yapmamışlar, 1987’den beri alışkanlık haline getirmişler. 1987 yılında Merkez Bankası Mensupları Sandığı bir vakıf kurmuş. Merkez Bankası Mensupları Sandığı aynı zamanda bankanın  % 5 ortağı. Bildiğiniz ortak; bankanın sahiplerinden biri.  Bankanın sahibi olmak yetmemiş, başlamışlar ticaret yapmaya. Başkanları da Merkez Bankası’nın başkanı. Para işini hiç bilmiyorlar ya “acemiler”, ‘bizim vakıf vergiden muaf, yaptığımız ticaret te vergiden muaftır herhalde’ diye bütün saflıkları ile düşünmüşler, hatırı sayılır sürekliliği olan bir ticari kazanç elde etmeyi başarmışlar. Sigorta işlemleri yapmışlar kazanmışlar, fon alıp satmışlar kazanmışlar, kasalarında beş milyar paraları birikmiş vur dolara, üç milyar dolardan fazla, ama akıllarına da tek kuruş gelir beyan etmek gelmemiş. 

Söz konusu Vakfın üç bin sekiz yüz küsur çalışanı, beş bin de emeklisi varmış. Yani nasıl bir hesap ise, üç bin çalışan hem kendisine bakıyor, hem beş bin emekliye. O zaman haklılar vergi verseler emekli maaşı veremeyecekler, hem onlar da devlet sayılır. Ama bir ufak terslik var, vergi vermeyerek yaratılan fondan verilen paralar ile mevcut başkanın maaşı on üç bin lira iken yirmi beş bin liraya çıkıyormuş.   Hadi “o” çalışıyor hak ediyor,   ya emekli olan eski başkanlara ne demeli. İki, üç yıl başkanlık yapan bir eski başkan devletten aldığı temel emeklilik maaşı yanı sıra, sıkı durun, Vakıftan da tam   “otuz bir bin beş yüz lira”, biraz daha eski başkan “otuz bir bin lira”,  ondan da eski olan “yirmi iki bin dokuz yüz lira” emekli maaşı alıyormuş. Kendime kızıyorum; “beceriksiz adam” diyorum, “36 yıl altı ay yedi gün çalışarak, primlerini kuruşu kuruşuna ödeyerek SSK’nın onuncu kademesinin birinci derecesinden emekli oldun ala ala “bin kırk lira” emekli aylığı alıyorsun.”                   “Bunları yazacağına, topluma nifak tohumları ekeceğine kendinden utan kıskanç adam, sen de akıllı olsa idin” dediğinizi de duyuyorum. 

Hal böyle dostlar, Maliye Bakanlığı işin farkına varmış, Vakfın 2002 ve 2003 hesaplarını incelemiş, güzel güzel vergi cezaları yazmış.  Vakıf yöneticileri ki başkanı bankanın başkanı oluyor  (ve bankanın ana sözleşmesine göre ticaret yapması da yasak) “gelin uzlaşalım” demişler.   Şimdi uzlaşılacak gün bekleniyor.   Ama 2003’den sonrası da var. Dört, beş, altı, yedi gidiyor. İnşallah vakit bulunursa “o” yılların hesaplarına da bakılacak. Onları da uzlaşarak hallederler, milletçe rahat nefes alırız. Her nedense bu tür işleri hep okumuş kesim yapıyor. İlk akçeli işi “ yutmacasına misket oynamak” olan çocuklarımızın bir bölümü büyüyüp, serpilip, eğitilip belirli imkanlara kavuşunca, beraberinde cin fikirlere de sahip olabiliyorlar. Bu işten menfaat umanlar da sessiz kalıp ortaklıklarını sürdürüyorlar. Bu para gerçekten netameli bir şey dostlar. Azı ile hiç olmuyor, çoğu insanın gözünü döndürüyor. Hele hak etmeden çoğunu istemek insanları iyice yoldan çıkartıyor, körleştiriyor, köleleştiriyor. 

Kalın Sağlıcakla.  Haftaya   “Başımıza Örülen Çoraplar” 

Ekleme Tarihi
20.05.2009
Ekleyen Kişi
Kemal Erdoğan

Paylaş | |

>> Arşiv İçin Tıklayınız