Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 24 Nisan 2024 Çarşamba
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  Yazarlarimiz » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

 “GDO’ya HAYIR”ın AB’ye MALİYETİ

İlginçtir, biyoteknoloji tarımın yanında endüstri ve sağlık sektörlerinde de yoğun bir şekilde uygulanmasına rağmen, kamuoyunda pek öne çıkarılmazlar.
 
Deli dana gibi çarpıcı bir sorunla aynı zamanda uygulamaya geçmesi nedeniyle, tarımsal biyoteknoloji hemen her kesimin adeta hedef tahtası olmuştur. Bunda, 1990’lı yıllarda transgenik ürünlerin ticarileşmeleri aşamasında, dünya tohumculuk piyasalarında hâkim, fakat biyoteknolojiden uzak AB firmalarının, rekabet güçlerini kaybetmemek için, birçok sivil toplum örgütü ile birlikte, biyotek ürünlerine karşı bir kampanyayı anında başlatmalarının büyük rolü olmuştur. Ve gerçekten de 15 yıl sonra görüyoruz ki korktukları başlarına gelmiş ve dünya tohum piyasasının % 26’sı, söz konusu GDO’lu ürünlere yönelmiştir (Grafik). Doğaldır ki bu pastada AB firmalarının payı sınırlı. (http://blog.milliyet.com.tr/gidakrizivebilim).
 
Aslında AB tarımsal biyoteknolojiden az buçuk nasibini almaktadır. Yıllardan beri İspanya transgenik mısır tarımı yapmaktadır. Topluluğa katılmadan önce Romanya’da ekilen biyotek soyanın tohumu yasaklı komşu ülkelere kaçak olarak sokulması gazetelere haber olmuştur.
 
AB’de de 2010 yılında 90 bin hektar olan biyotek ürün alanı 2011 yılında 120 bin hektara çıkmıştır. Hatta Almanya transgenik patates çeşidini tescil etmiştir. Peki bunlara rağmen topluluğun GDO’lu ürüne karşıt oluşu neye dayanmaktadır. Tüketicinin gerçekten bilgi eksikliği nedeniyle ürüne tavrı hala olumsuzdur. Çünkü medya sansasyonalliği nedeniyle sürekli karşıtlığa yer vermiştir. Sözkonusu karşıt sivil toplum örgütlerinden birinin, örgütü terk eden, kurucusu ve eski yöneticisi Patrick Moore’un itirafları çok şeyi açıklıyor olsa gerek. “Korku salarak ve yanlış bilgilendirme ile bağışları artırma kampanyaları...” yaklaşımı.
Konunun içindeki AB bilim adamları ve diğer paydaşların bu konudaki görüşleri ise ekonomi ile direk ilgili:
• Tüketicinin GDO’ya karşıtlığı, üreticilerin ekonomik zararına neden oluyor;
 
• AB üreticisi rekabet gücünü kaybediyor, bu pazardan silineceğimiz anlamına gelir;
• Teknolojiden yararlanarak sağlanacak 900 milyon Euro gelirden yararlanılmıyor;
• Yılda 30 milyon ton biyotek ürüne ödenen meblağ nasıl görmezden gelinir!
• AB’den kaçışa başlayan biyoteknoloji firmaları artık rakiplerimize servis verecek;
• AB tarımsal devrimlerde geri kalışının bedelini ağır ödemek zorunda kalacak.

Gerçekten de 15 yılda sıfırdan 14 milyar US$’a çıkan transgenik ürün tohum pazarında AB payı olamazdı. Yok yok, bu pazara hizmet veren BASF, KWS, gibi firmalar AB kökenli fakat yönetim ve araştırmalarını genelde Avrupa dışına kaydırdılar. DTÖ ile ilgili mahkemelere delil hazırlamak ve GDO’ların tüketimini engellemek için gerekçe hazırlığı amacıyla 300 laboratuara yaptırılan ve hiçbir olumsuz rapor alınamayan harcamaların tutarının da 300 milyon Euro olduğu tahmin ediliyor.

AB’nin “GDO’ya hayır”ın maliyeti, aslında ekonomik kavramlar dışında daha da büyük. Yarının biyoteknolog kadroların yetişmesi ne derece olası? Yine yarının gen materyalinin morfolojik, fizyolojik, moleküler tanımı, geliştirilmeleri doğal olarak durma noktasında. Yarınlarda biyoteknolji konusundaki gelişmeleri yakalaması ne derece olası. Avrupa’nın böyle bir duruma düşmesi çarpıcıdır. Çin’in biyotek tarımını yaptığı pamuk tohumluğunun %80’ni ülke dahilinde kamu destekleriyle geliştirilmiştir. Pakistan’ın tüm yerli firmalarına ücretsiz dağıtmak üzere bir gen ithal etmesi, Brezilya’nın uluslararası bir firmaya bir çeşit siparişi vermesi, İran’ın, Mısır’ın kendi biyotek çeşitleri geliştirmiş olmaları gerçekten AB açısından düşündürücü olsa ger ek.

Bu gelişmelerden ülkemiz için nasıl bir ders çıkarabiliriz?. Değişen besicilik uygulamaları çerçevesinde yem hammaddesi ithali zorunluluğu olan Türkiye, %30 daha avantajlı olan biyotek soyayı ithal etmeyerek, yem sanayinde, besicilikte nasıl rekabet edilebilir? Yani GDO ürün ithalatı kaçınılmaz görünüyor. Peki onları üretmeye onay vermeyen “biyogüvenlik yasası” ile “Türkiye Bilimler Akademisi Temel Bilimlerinin,

• İlk GDO üretim ve araştırma merkezi açılacaktır (DS11)

• Stratejik kültür bitkilerinin en az birinde tuz ve kuraklık stresine toleranslı transgenik bitki geliştirilmiş olacaktır (DS17) öngörüleri ne olacak?
Düşünebiliyor musunuz, GDO’lu ürün ithali serbest, üretimi yasak! Hangi ekonomik sistem bunu kabul eder? Farkında olmadan kapitilasonları geri mi getiriyoruz acaba?
 
Prof.Dr. Nazimi Açıkgöz (http://nacikgoz.wordpress.com/)

Ekleme Tarihi
25.02.2012
Ekleyen Kişi
Nazimi Açıkgöz
Etiketler: GDO, Biyoteknoloji, Endüstri, Sağlık


Paylaş | |
 DİĞER YAZILARI