Refika Birgül
Aşçılık neden artık herkesin rüyası? Aşçılık okuluna gitmek, kurumsal işini bırakıp nefis yemekler yapan bir işte çalışmak bugünün en popüler hayallerinden biri.
Bu hafta biraz bunun üzerine kafa yoralım istedim. Bu yoldan geçmiş biri olarak, deneyimlerim emrinize amade.
Aşçılığa başlamak, mutfağa girmek için sekiz neden
• Yemek yapabilmek için fiziksel güç harcıyoruz. Alışverişi, soğanı sarmısağı, soyulması vs.
• Yemek yapmak başı ve sonu net olan bir süreç. Tabii sonucunda da ödülü var. Ya yemeği yiyorsun ya da sevdiklerine sunuyorsun… • Ekonomi, politika gibi bizim kontrolümüzde olmayan onlarca değişken varken yemek yapmak çok daha tanımlı bir süreç. En beklenmedik durum, güzel malzemelerin size nefis süprizler yapması olur
• Yaratıcılığınızı kullanma imkânı tanıyor. Yeri geldiğinde madden yeri geldiğinde manen, pek çok hayat zorluğu yemek yaparken ortadan kalkıyor. Sadece kuru ekmek ve suyla yapabileceğiniz onlarca tarif var.
• İnsanın ürettiğini tüketmesi, tüketeceğini üretmek için çaba sarf etmesi mutluluktan başka ne olabilir ki.
• Emek verip hazırladığını biriyle paylaşmak da çok iyi geliyor.
• Yemek sevginizi, derdinizi anlatmak için bazen bir araç, bazen içine kapanık bir dinleme kutusu gibi. Yemek Fatih Kısaparmak'ın 'Kilim' türküsündeki gibi adeta... "Sevdiğine sözü olan bir kilim dokur, kilimin dilinden ancak anlayan okur. Sırlarımı verdim sana, sevgimi verdim, şu gönlümü kilim yaptım yoluna serdim." Kısaparmak'ın 'kilim' için anlattıkları tam olarak yemek için de geçerli. Yediğiniz yemeği yapanı tanıyorsanız, dikkat edin. Üzgün mü, coşkulu mu, sıkkın mı olduğunu yemeğin tadından sezinlersiniz. Hissederek yapan için her yemeğin bir hikayesi vardır.
• Yemek yapmada fantezilere yer var. Bu fantezileri denemek, kimileriyle bir yere ulaşmak, kimileriyle bir yere varılmadığını görmek hayatın illa bir sonuç elde etmek değil yolculuğun ta kendisi olduğunu anlayabilmek açısından çok kıymetli.
İNSANLAR MUTFAĞA GİRMEYE NEDEN HER ZAMANKİNDEN DAHA HAZIR?
İş yapmanın tanımı değişti
Fiziksel üretim azalıp bizden çok uzaklaşıyor, insanlar hizmet sektörlerine kayıyor.Üretim yerine satış ve müşteri memnuniyeti için çalışılan bir dünyaya doğru gidiyoruz.
Seçim şansı arttı
Alacağımız veya vereceğimiz hizmeti seçerken seçim şanslarımız ve işler arasında transfer çok kolaylaştı. Dolayısıyla seçim şansımız her geçen gün katlanarak artıyor. "Bu şansın artması ilk anda herkesi daha mutlu edecek" diye düşünebilirsiniz. Oysa fazla seçim, bir karar aldıktan sonra insanın aklının bir diğerinde kalmasını sebep oluyor. "Acaba" dedirtip sahiplenmeyi azaltıyor bir yandan da mutluluk azalıyor. İnsan aldığı hizmetten de daha az memnun kalıyor, verdiğinden de.
Özgüven patlaması
Çocuklar çok daha özgüvenli yetişiyor. Ancak özgüven ile sabır gösterme arasında negatif bir korelasyon var. İnsanlar eşlerine de işlerine de karşı daha az sabırlı.
Her şey için ödül var
Öğretiler de eğitim sistemleri de ödül üzerine kurulu. Böylece sonuç odaklı hızlı getiriler ortaya çıkıyor. Oysa o kadar ilaca rağmen grip halen ya yedi günde ya da bir haftada geçiyor. Zaman hiç bu kadar hızlanmamıştı; sabırsızlık ve yüksek beklentiler onu bile yavaşlatıyor.
Para konuşur
Aileler küçülüyor. Daha küçük şehirlerde, ayağı toprağa değen ailelerde materyal bakımından ihtiyaçlar birçok değişkene bağlıyken büyük şehirlerde maddiyat yani para geçerli. Paranın artan önemiyse verilen pek çok kararın duygusal önemini ve tatminini düşürüyor.
"Ben yaptım" diyemiyoruz
Üretimden uzaklaşınca onun fiziksel halini görüp "Bunu ben yaptım, ben inşa ettim" diyebileceğiniz az şey kaldı. Elle tutulur bir şekilde "Elimin emeği, ben yaptım" diyebileceğimiz şeylerin azalması en ermiş kişinin bile zaman zaman kendini sınadığı bir olgu artık.
Ruh ağır, enerji az
Hem evde hem işte, yaşamak ve üretmek için fiziksel olarak çok daha az enerji harcıyoruz. Düşünmeye ve planlamaya verilen ağırlık ruhun zaman zaman depresyona girmesi için zemin hazırlıyor.
Hızlı iş değiştirme
Artık insanlar 35 yaşına gelene kadar on – on beş defa iş değiştiriyor.
Aidiyet yok
Çalışanlar, genelde kurumlarıyla ailesel bir aidiyet bağı kurmuyorlar; yakın hissetmiyorlar.
Boşanmalar arttı
Küçük ailelerin artması ve aidiyet hissinin azalması, boşanma oranlarının da ülkemizde son on yılda yüzde 35 artmasına sebep oldu.
Derinlik bitti
Bir evvelki çağ profesyonelleşmeye, bir işte bir alt kolda derinlemesine eğitime önem verirken bu çağda başarılı olabilmek için çok disiplinli düşünce yapısına sahip olmak, materyal ve duygusal pek çok konuyu bir anda harmanlayarak düşünmek gerekiyor. Erkeklerin düşünce şekli bu yapıda zaman zaman kısa kalıyor. Kadınlarınsa iş potansiyelleri, kurumsal alanda yönetici olma imkanı çok daha fazla artmış durumda. Örneğin, bugün Amerika'da üniversite bitiren üç kadına karşın iki erkek var.
Erkekler geriliyor
Erkekler güç kaybediyor. "Kadınlara daha çok yer açılacak" diyerek sevinilecek bir haber gibi görünse de bu, değişim çok zor. Öte yandan hem kadın hem de erkek için birçok bedelleri olacak bir süreçten bahsediyoruz. Memleketimizde bir taraftan gelenekler ve sosyal baskı, bir taraftan da kadına şiddet vakalarının ve cinayetlerin 10 yılda 14 kat artmış olması bu bedelin bir yansıması.
Hiçbir şeye zaman yok
Kimsenin zamanı yok. Ev kadınının da emekli anneannenin de yetişemediği onlarca şey var. Eskiden hayatımız daha sınırlıydı ve net çizgilerle çevriliydi, şimdiyse dünyanın bize vadettiği imkânlar bizi bir yerlerde devamlı eksik bir şeyler yaptığımızı düşünmeye itiyor. Etraf bunu bol bol pompalıyor.
Huzursuzluk had safhada
Mutsuz ve huzursuz yaşıyoruz. Akmak yerine kendimizle bir mücadele halindeyiz. Bir kısır döngü içinde, kafeste çemberini döndüren hamster gibi koşturuyoruz, ancak atlayıp nereye gittiğimize bakarsak treni kaçıracağız hissi oluşuyor içimizde.
http://sosyal.hurriyet.com.tr |