İnsan sağlığı doğallık, denge ve makul olma ayarı ve çizgisi üzerine kurgulanmıştır. Bu kurgu beslenme için de aynen geçerlidir. Bunu nasıl mı başaracağız? Buyrun...
Kaliteli ve sağlıklı bir hayatın bazı sihirli sözcükleri var: Örneğin denge, doğal, makul böyle sözcükler... Bunlara mutlaka "maneviyat" ve "aidiyet" sözcüklerini de eklememiz lazım ama onlar ayrı bir yazı konusu. Bu yazıda üzerinde durmak istediğim ilk üç sözcüğün sağlık ve kaliteli hayatla ilişkileri. Bu üç sözcük çok önemli çünkü yaşadığımız sağlık sorunlarının çoğu bu üç sözcüğü ihmal ve ihlal etmemizle birebir ilişkili. Son yıllarda ne "dengeli" olmaya ve "doğal" yaşamaya, ne de hayatımızı "makul" bir çizgide tutmaya razı olmuyoruz. Dengeli, doğal ve makul olmayı ihmal ve ihlal ettiğimiz alanların en başında ise beslenme var. Önümüze ne gelirse "denge" gözetmeden homini gırtlak yiyip içiyor, "doğal mı, değil mi?" bakmıyor, "yiyip içtiklerimizde makul bir noktada kalabiliyor muyuz?" sorularını aklımıza bile getirmiyoruz. Örnek mi? BUYURUN...
ET ÇILGINLIĞI TEHLİKELİ
Mesela son yıllarda pek revaçta olan "aşırı et ve yağ tüketimi" bunlardan biri. Ne oldu, neden oldu, nasıl oldu bilmiyorum, milletçe müthiş et ve yağ tutkunu insanlara dönüşmeye başladık. Öyle ki artık ünlülerimiz "meşhur etçiler ve kebapçılar"dan çıktıklarında şöhretlerini yedikleri etin miktarıyla perçinlemeye başladılar, hocalarımız işi "kırmızı et yoksa sofraya oturmayın" demeye kadar vardırdılar! Eğer doğruysa, son haber ünlülerimizden birinin her hafta gidip bir oturuşta iki kilo yağlı kırmızı eti midesine indirdiği, etsever hocalarımızın da tavsiyelerini "en az 4-5 kalem pirzola"ya yükselttiği yönünde... Belki size sadece "afiyet olsun!" demek düşer ama biz hekimler için durum pek öyle basit değil. Özellikle beslenme biliminin önemini, şakaya alınmayacağını, hele hele birkaç yeni araştırmaya dayalı bilgilerle temel doğrulardan taviz verilmeyeceğini bilen hekimler bu haberleri okuduktan sonra toplumun neredeyse bir "etobur/yağ obur" haline dönüştüğünü izlemekten son derece endişeliler. Bu endişeyi tahrik edenlerin de yine hekim olduklarını görmek de ayrı bir üzüntü kaynağı. Doğrudur, daha az karbonhidrat tükettiğinizde, mesela ekmeği, tahılları, pirinci, nişastalı sebzeleri ve meyveleri sınırlandırdığınızda kilo verebilirsiniz.
KARBONHİDRAT AZALIRSA...
Bu son derece temel ve basit bir tıp bilgisi ve çok iyi bilinen bir temel metabolik kuraldır. Nedeni şu... Bilindiği gibi karbonhidratlar, özellikle tatlı içeriği (glikozu, früktozu) yüksek ve nişasta yükü fazla olanlar insülin salgılamasını tetikliyor. Bu sebeple de özellikle bu tür karbonhidratları azalttığınızda insülin seviyeniz düşüyor. Vücut da enerji ihtiyacı olarak karbonhidratlardan aldığı şekerin yerine önceden depoladığı yağları yakmaya, enerji olarak yedek yağını kullanmaya başlıyor. Ne var ki bu süreç abartıldığında ya da uzatıldığında (yani ot yerine sadece et yendiğinde!) yakılan sadece yedek yağlarınız olmuyor. Kısa bir süre sonra kaslar da yakılmaya başlıyor.
'DOYMUŞ YAĞ ÇÖPLÜĞÜ'
Sorun sadece "kas yakmak"la sınırlı kalsa iyi (Aslında kas yakmak da çok ama çok önemli çünkü metabolik hızınızı belirleyen ve kilo alma hızına karşı fren balataları hizmeti gören kasların kaybedilmesi son derece önemli bir sağlık tehdididir ve kas yakmak bu nedenle de balataları yakmak gibi bir şeydir). Tam tahıl, sebze, meyve ve bakliyatı tamamen sistemden çıkarıp beslenme planınızı tam yağlı süt/süt ürünleri, bol yağlı etler ve her sabah 3-5 yumurta ile doldurduğunuzda vücudunuz kısa bir süre sonra tam bir "doymuş yağ çöplüğü" haline gelebiliyor. Üstelik hayvansal gıdalarla aldığınız toksik maddeler –balıklardaki ağır metaller, etlerdeki büyüme hormonları, antibiyotikler, piliçlerdeki muhtemel kimyasallar- nedeniyle de bedeniniz bir "toksik çöplük"e dönüşebiliyor. Konuya girerken de belirttiğim gibi sorun sadece beslenmemizdeki "denge"yi bozmamızla da sınırlı değil, çünkü seçtiğimiz besinlerin de çoğu maalesef "doğal" olma ve kalma şanslarını çoktan kaybettiler. Artık tavuklar bahçelerde, inekler meralarda, balıklar denizlerde keyiflerine göre takılıp beslenmiyorlar. Zaten bu nedenle de bu hayvanların da çoğu ya obez ya şeker hastası.
SONUÇ
Anlatmak istediğim şey şu: Tabiattaki pek çok şey, özellikle de insan sağlığı doğallık, denge ve makul olma ayarı ve çizgisi üzerine kurgulanmıştır. Bu kurgu beslenme için de aynen geçerlidir. Bedeninizin her gün belirli (dengeli) miktar ve oranlarda karbonhidrat, yağ ve protein kazanması lazımdır. Eğer sadece karbonhidrat ya da protein ağırlıklı beslenirseniz ya da her 3-5 yılda bir yenisi gelen modaların etkisine kapılıp kâh "düşük karbonhidratlı" kâh "düşük yağlı" ya da şimdi olduğu gibi "sınırsız kırmızı et ve her sabah 3-5 yumurtadan yapılmış omlet" içeren çakma beslenme tavsiyelerine kapılırsanız uzun dönemde işiniz gerçekten zor, sağlığınız ciddi ölçüde tehdit altında olabilir. Aynı öneri doğal besinlere yönelmek ve yenilip içilende makul bir sınır içinde kalmayı zorunlu hale getirmek konuları için de geçerlidir. Doğal gıdalar yerine sentetik/plastik besinlere yöneldikçe ve yeme-içme işini makul çizgilerden çıkarıp abarttıkça sağlığınızın bozulmaya başlayacağını hatırlatmalıyım.
Yoksa hep obur musunuz
Çok sık gündeme getirilen bu soru bana yöneltilince "hep obur"uz diye yanıtlıyorum. Nedeni şu: Sağlığımızı korumak için sadece hayvansal besinlere değil, sebze ve meyvelere de, bakliyat ve tahıl grubuna da ihtiyacımız var. Ama sorun bence "etobur" ya da "otobur" olmamızla değil "HEP OBUR" olmamızla ilgilidir. Yani "yaşamak için yemek" yerine "yemek için yaşadığımız" düşüncesindeyim. Burada da dikkat etmemiz gereken denge, makuliyet ve doğallık kavramlarıdır. Her yaşın, her cinsin, her genetik yapının küçük farklılıklar gösterse de belli oranlarda ete de ota da ihtiyacı vardır.
Ne içiyorsunuz
İçtiklerimiz de yediklerimiz kadar hatta bazen daha önemlidir. "Ben hiç tatlı yemem" deyip her sabah bir koca bardak meyve suyunu, her öğle ve akşam bir şişe kolalı ya da şekerli içeceği (1 kutu kolada 10-12 kesme şekere eşdeğer şeker bulunuyor) midesine indiren pek çok dostumuz var. Oysa beslenme bilimi bizim bir günde tüketmemiz gereken şeker miktarını 15, bilemediniz 20 gramla sınırlamamızı istiyor. Hatta diyor ki, "Beyaz şekeri sistemden tamamen çıkarın, yukarıdaki miktarı da tam meyvelerden kazanmaya çalışın!" Tabii ki ne miktarda alkol tükettiğinizi de dikkate almanız gerekiyor. Alkol sadece kalorisi nedeniyle değil, yapısı nedeniyle de toksik. Ama kilo söz konusu olduğunda, alkolün de konsantre bir kalori kaynağı olduğu ve gramı başına aşağı yukarı 7 kalori içerdiği unutulmamalı.
"Tatlısız yapamam' diyorsanız
Tatlılar gerçekten hayatın da tadıdır. Ben de severim, ama bir o kadar da uzak dururum. Çoğu un ve şekerden üretiliyor. İçlerinde sağlığa yararlı ne bir vitamin, mineral, antioksidan ne de posa, protein var. Yine de, "Ben tatlısız yapamam" diyorsanız şu tavsiyeler işinize yarayabilir:
İŞTE TAVSİYELER
-Tatlı yiyeceğiniz öğünde karbonhidratı iptal edin. Ekmek yemeyin. Pilavdan vazgeçin. Nohudu, kuru fasulyeyi es geçin. Yerine tatlıyı koyun. -Mümkünse de o tatlıyı protein içeren bir ürünle evlendirin. Mesela sütlü tatlılara yönelin. Sütlacı, muhallebiyi, kazandibini tercih edin. -Eğer şeker hastasıysanız ya da sık kullanmıyorsanız şeker yerine tatlandırıcı ile yapın (agave şurubu tavsiye edilir). Kısacası unlu tatlılar yerine sütlü tatlıları tercih edin. -Son bir tavsiye daha: Sütlü tatlıların üstüne bol bol tarçın ekleyin, çünkü tarçın yiyeceğiniz tatlının glisemik yükünü azaltacaktır.