Ağız tadına biraz düşkünlüğümüz var, yerel koşulların yarattığı "organik tatlar" konusunda biraz bilgi sahibi olmuşuzdur.
Antakya'da Harbiye'de kekik salatasının tadını, ne yapsanız İstanbul'da yakalayamazsınız.
Tokat kebabının isli patlıcanlarının arasında Yaylacık ya da Dumanlı dağlarından gelmiş kuzu ya da koyun etinin ağız tadını, İstanbul'da hangi mahir usta verebilir ki!
Organik tatlar salt bize özgü bir gündem maddesi değil, bütün toplumlarda yeni bir arayışın adı.
Almanya gibi endüstrileşme sürecini tamamlamış, bilgi toplumu aşamasının ön saflarında yer alan bir ülkede bile tarım ve toprakta çalışanları ileri ve geriye bağlantıları ile ele alırsak 4 milyon insanın çalıştığını görürüz.
Organik tatları üretmek için, önce toprağı mekanik baskılardan, rüzgar erozyonun yağmurların aşınmasından korumak gerekiyor.
Ama Veysel'ce söylersek, bizim "sadık yarımıza" karşı hiç de sayılı değiliz…
Demek istemiyorum ki, dünya tarımda gelişmeleri izlemeyelim, o alanlara yatırım yapmayalım.Demek istemiyorum ki, fiziki sermaye, insan ve teknolojiden doluşan üç temel ayaklı merdiveninin teknoloji boyutunu ihmal edelim.
Demek istemiyorum ki, babalarımızın, dedelerimizin, büyük dedelerimizin bildiğini aynen tekrarlayalım.
Anlatmak isteğim şu ki, değerlerimizi yitirmeyelim.Anlatmak istediğim odur ki, bir toplum elinin menzili altındaki kaynakları etkin ve verimli kullanmasını beceremiyorsa, ona dışarıdan ne kadar kaynak akarsa aksın yapacağı çok fazla şey yok.
Toprak, varoluşumuzdan bu yana en önemli kaynağımız.
Toprağımızın derisinin, bir insan derisine göre çok ince olduğunu size anlatan oldu mu?
Yitirilen toprağın geri kazanılmasının maliyeti, onu sömürürken elde ettiğimiz yararının mislince fazla olduğunu anımsatan oldu mu?
Toprak, tarım ve hayvancılığın bir ülkeyi zenginleştirmediğini, ama onsuz da ayakları üzerinde durmanın imkânsızlığını gerektiği kadar biliyor muyuz?
Size daha onlarca gerekçe, binlerce kanıt sunabilirim.
Kültürümüzde " ağacı görürken ormanı gözden kaçırma" denir.
Binlerce yılın organik tatlarını tümden yitirmemek için.
Anadolu'ya can vermiş üzümün, örneğin Kalecik karasının son kalıntılarını güçlükle yakaladığımızı, öylesine bir insanlık dramı ile bir daha yüzleşmemek için…
Akılla beslenmeyen sevginin aptallıkla kardeş olduğunu unutmamamız gerekiyor…
Organik tatları yaşatmak, aslında kendimize saygılı olabilmenin bir göstergesi…
Evet, bu hafta da geçmişten gelen değerleri yok etme yerine, onları geliştiren insanlar olmalı diye düşünelim…
Arayan çare bulur… Evet, mutlaka çare bulur…
Rüştü BOZKURT