Bir ülkeyi tanıtma ve doğru imaj yaratma konularında kültürdeki, sanattaki, spordaki başarılar kadar milli mutfak yapısının da katkısı çok büyüktür.
Bir işadamı olarak sıklıkla yurtdışına gidip geldiğimden bulunduğum birçok ülkede Fransız, İtalyan, Çin ve Japon mutfaklarının ön plana çıktığını görür hep hayıflanırım. Eminim birçoğunuz da aynı duygular içerisindesinizdir.
Hayıflanırım çünkü gittiğim birçok ülkede ya Türk mutfağını tanımlayacak yeterlilikte restoran yoktur ya da duvarlarına dekor niyetine bir-iki kilim asıp, sağa sola birkaç güğüm, birkaç çanak çömlek koyarak Türk restoranı açtığını sananlar vardır. Hafta sonları bir de dansöz konuldu mu, tamamdır. Bazı mekân sahipleri Türk olmaktan utandıklarından olsa gerek restoranlarına İtalyan veya Yunan çağrışımlı isimler verip, mönülerinin içine birkaç Türk yemeği sıkıştırarak işlerini yürütmeye çalışırlar.
Bu lokantalar genelde konum, servis, mutfak, çeşit, lezzet ve hijyen anlamında da Türk mutfağını ifade etmekten uzak, geçim kaygısı içerisinde kaybolup gitmiş mekânlardır. Bu tür yerler, şef değil, yemek bilgisi ve kültüründen yoksun, ‘usta' adı altındaki kişilerin dar bilgilerinde Türk mutfağını ifade etmekten hayli uzak kalmışlardır. O mekânlardaki yemekler Türk mutfağı ile bulundukları ülke kültürü arasında harman edilmiş bir şekilde müşterilerine sunulurken özünden uzaklaşırlar. Müşterileri de önlerine konulan ve adları Türkiye'de dahi bilinmeyen o yemekleri Türk mutfağı ürünü sanarak yerler.
Her fırsatta milli yemeklerimize sahiplenme hevesinde olan ve bazen de bu heveslerini gerçekleştirerek Türk mutfağı ürünlerini Yunan mutfağı şeklinde sunan Yunanlıları görür sinirleniriz. Yabancılar o yemeklerin Yunan değil, Türk mutfağına ait olduğunu ancak Türkiye'ye geldiklerinde anlarlar ama tüm dünya insanlarını da buraya getiremeyiz ki!
Eeee, meydanı boş bırakırsanız olacak budur!
Yıllardır, dış ticaret ile uğraşan bir işadamı olarak yurtdışından iş yaptığım müşterilerimi ülkemde ağırlamaktan, onlara gerçek Türk mutfağını tanıtmaktan keyif alan birisiyim. Misafirlerim Türk mutfağının deniz ürünlerine, ızgara et çeşitlerimize, hamur işlerine, zeytinyağlılarına, tencere yemeklerine, kebaplar ve tatlılarına bayılırlar. Son zamanlarda gelişen rakı ve şarap çeşitlerimiz de onları ayrıca memnun eder. Misafirlerim ülkelerine dönerlerken hep, "Türkiye'de tattıkları bu lezzetleri ülkelerinde bulamadıklarını, bu tatları neden ülke dışına taşımadığımızı" sorarlar, cevap veremem. Onları ziyarete gittiğimde ya bir İtalyan ya Fransız ya da Çin lokantasına gideriz ama muhabbet hep Türk yemekleriyle o mekânda yediğimiz yemeklerin mukayesesi üzerinedir. Muhabbet, yemeklerimize özlemlerini vurgulayan cümleleriyle biter.
Çok sayıda, aile şirketinden oluşan köklü lokantalarımız vardır. Bu lokantalarımız köklerini ve lezzetlerini koruyarak geçmişlerinde 80 yıl, 100 yıl bırakmakla övünürler. Lokantalarındaki çeşitler yılların otantik yapısını korusa da günümüz tasarımlarında ve modern mekânlarda başarıyla sunulmaktadırlar.
Bu ustalar veya torunları neden Türkiye sınırlarını aşıp da adlarını yurtdışında duyurmazlar, çok merak ederim.
Bir merakım daha vardır:
Son zamanlarda Etiler, Nişantaşı ve Bağdat Caddesi'ndeki restoranlarda veya büyük otellerimizde yurtdışında eğitim almış Türk şefleri görmekteyim. Hepsi genç, hepsi başarılı çocuklar. Her ne kadar eğitimlerini yurtdışında aldıklarından Türk mutfağına uyumları biraz geç olsa da otantik mutfak ürünlerimizi yaratıcı becerileriyle çağdaş bir yapıda sunmakta hayli başarılıdırlar. Bu genç şeflere bir fırsat yaratıp Türk mutfağını yurtdışında planlı, programlı, denetimli bir şekilde tanıtma imkânı verilemez mi?
Bu elbette yapılabilir. Eldeki en kıymetli imkân da fırsat da Turquality projesindeki destek olmalıdır.
Turquality projesi, dünyanın devlet destekli ilk ve tek markalaşma programıdır. Türk ürünlerinin yurtdışında markalaşmalarına ve bu paralelde ihracatımızın artırılmasını amaçlar. Ama hepsinin ötesinde "Türk malını, Türkiye imajını ve Türkiye'nin tanıtımını" hedefler. Bu uğurda finans kaynağı yaratır, danışmanlık hizmetleri verir, eğitim programları düzenler, iletişim ve tanıtım faaliyetlerinde bulunur, istihbarat sağlar. Türk ürün ve markalarının tanıtılmasına yardımcı olur ve kuralları paralelinde Türkiye adına denetleme görevini yürütür.
Gelin görün ki, bu projede birçok ürün ve sektöre hizmet verilirken Türk mutfağı ıskalanmış.
Artık, Turquality programı içinde ülke tanıtımı ve ülke imajına yönelik markalaşma amaçlı Türk mutfağı da olmalıdır. Dış Ticaret Müsteşarlığımız bu konuda bir ön çalışma yaparsa görecektir ki, Türk mutfağı Turquality programı içerinde olmayı çoktan hak etmiştir.
İyi planlanmış, yörelere ve çeşitlere göre sınıflandırılmış, mekân olarak belli standartlara bağlanmış, ızgara etler, kebaplar, deniz ürünleri, hamur işleri, zeytinyağlılar, tencere yemekleri ve tatlılar anlamında kategorize edilmiş Türk mutfağını Turquality programı içerisinde görmek için sabırsızlanıyorum.
Ve eminim pırıl pırıl, bilinçli girişimci şefler bu projeye hayli ilgi duyacaklar ve arkalarına devlet desteğini de alarak ülke imajı ve tanıtımına inanılmaz katkı sağlayacaklardır.
Çok geç kalınmış bu projeye, Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Zafer Çağlayan'ın sıcak bakacağını, Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay'ın da destek vereceğini umuyorum.