Mehmet YAŞİN [email protected]
29 Eylül 2013
New York’ta cennete düştüm
Dünyanın en iyi restoran ve şarküterilerinin bulunduğu New York’a yaptığım son gezide, köşe bucak lokanta ve yiyecek satan özel mekanların peşinde koşturup durdum.
New York, benim için bir yeme-içme cennetidir. 30 yıldan beri bu kente gidip gelirim, hâlâ keşfedemediğim öylesine çok lezzet durağı var ki. Son gezimde de yine köşe bucak lokanta ve yiyecek satan özel mekânların peşinde koşturup durdum.
EN İYİ ŞARKÜTERİLER
Dünyanın en iyi şarküterilerini New York’ta bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Örneğin Greenwich Village’teki Balducci’s, ağız sulandıran şarküteri mamulleri, İtalyan aksanlı yiyecekleri, peynir çeşitleri, ev yapımı taze makarnaları, isli balıkları, baştan çıkaran sandviçleriyle İtalya’nın kalburüstü lezzetlerinin sunulduğu bir sanat galerisini anımsatıyordu. Broadway Caddesi üstünde yer alan Dean & Deluca, bence dünyanın en önemli şarküterilerinden birisi. Bu dükkâna ne zaman girsem ağzımın suyunun akmasını engelleyemem. Burada tüm yiyecekler, sebzeler, içecekler bir sanat eserine dönüşüyor. Hele dünyanın her yanından getirtilen kahvelerin bulunduğu bölüm buram buram kahve kokuyordu. Soho’daki Gourmet Garage’da da her şeyden bir parça bulmak mümkün. Sebzeler ve yiyecekler insanı tahrik edecek bir güzellikte sergileniyor.
150 YILLIK BİRACI
Broadway caddesinin kuzeyinde yer alan Zabar’s’da ise destansı bir görünüm sergileniyordu. Burada her istediğinizi bulmak mümkün. Örneğin dünyanın dört bir yanında yetişen zeytinler, peynirler burada satılıyor. Şarküteri bölümü; dükkânın en tahrik edici salamları, sucukları, jambonları, sosisleriyle dolu. Dükkânın içindeki kalabalığı itiştirip kakıştırmaktan o lezzet şaheserlerini yeteri kadar seyredemedim. Zabar’s’ın hemen yanında yer alan H & H Bagels’da da onlarca çeşit bagel (New York’a has bir tür simit) üretiliyor. İşi bilenler buranın dünyanın bir numaralı bagel fırını olduğunu iddia ediyorlar. First Avenue’deki Angelica’s’ta, yüzlerce çeşit şifalı otu ve baharatı bulmak mümkün. Ben oradan Türkiye’de bulunmayan birçok baharatı aldım. New York’a gittiğimde mutlaka uğradığım yerlerden biri de East Village’daki McSorley’s Old Ale House. Birahanenin 1854’ten beri hiç değişmeyen atmosferinde, kendi üretimleri olan özel birayı yudumlamaktan başka türlü keyif alıyorum. Yemek konusuna gelirsek; New York dünyanın en kozmopolit kenti. ‘Amerikan Rüyası’nın peşine takılıp, dünyanın dört bir yanından gelenler, yeme-içme alışkanlıklarını da beraberlerinde getirdikleri için, New York’ta tüm dünya mutfaklarını ve lezzetlerini bulmak mümkün. Örneğin Flushing ve China Town’da, Çin mutfağının en uç örneklerini tadabilirsiniz. Little Italy’de (Küçük İtalya) İtalyan mutfağının gerçek lezzetleriyle buluşabilirsiniz. Astoria’da (Küçük Atina) işkembe çorbasından kokorece, yaprak sarmadan midye dolmaya kadar tüm bildik tatları bulabilirsiniz. Aynı civardaki Türk mekânlarında baklavadan beyaz peynire, zeytine kadar Türk markalarıyla karşılaşabilirsiniz.
Bu kadar çok mutfak ve bu kadar çeşitli malzeme tedarikçisinin olması, New York’un restoranlar cenneti olmasını sağladı. Bu kent, damağına düşkün olanların mutlaka tavaf etmesi gereken bir cennete dönüştü. Ekonomik gücü yerinde olan müşterilerin sayısının çokluğu ve dışarıda yemek yeme alışkanlığı sayesinde lokantacılık bu kentte uç noktalara tırmandı. Dünyanın ünlü şefleri hünerlerini bu kente taşıdı. Bu yüzden toplam 18 bin restoranın bulunduğu New York’ta, özellikle hafta sonları yer bulmak mucize gibi bir şeydir. Ben de biraz gırtlağıma düşkün olduğum için, New York’ta bulunduğum süre içinde en iyi yerlerde yemek yemeye çalıştım. Bunların bazıları dostlarımın önerdiği adreslerdi. Bazılarıysa köşede bucakta kalmış, kimsenin bilmediği yerlerdi. Bir zamanlar Robert De Niro’nun ortağı olduğu ‘Tribeca Grill’, hoşuma giden restoranlardan biri oldu. Burada yemek yemekten daha çok barda oturmayı seviyorum. Barda dünyanın en ünlü şaraplarını kadehle içmeniz mümkün. Sevdiğim bir başka restoran da ünlü ‘Balthazar’ oldu. Fransız mutfağı ağırlıklı bu restoranda, hafta sonları yer bulmak mümkün değildi. Onun için hafta arasını seçtim. Burada öylesine lezzetli yemekler yedim ki, şefin bu kadar kalabalığa rağmen, bu lezzeti nasıl tutturduğuna şaşırdım.
SOSİSLİ SANDVİÇ
Soho’da gittiğim ‘Peep’ restoransa genç ve modern görünümlüydü. Thai mutfağının yorumlandığı bu moda restoranda, ortalık yerdeki tuvalet ilgimi çekti. Siyah camlarla örtülü bir tuvalet. New York’un moda restoranlarından biri olan ‘Mercer Kitchen’ mönüsünde Güney Fransa ve Amerikan mutfaklarının en lezzetli yemeklerini sıralamıştı. Duvarları tuğla, tavanı siyah tahtalarla kaplı restoranın açık mutfağında, restoranın şefini ve yardımcılarını seyretmek insana yemekler kadar keyif veriyor. Cafe Gray, Pastis, Tuscan, Olives, River Cafe, Babbo gittiğim ve beğendiğim diğer restoranlar oldu. New York’a ne zaman gitsem, her köşe başında bir tane bulunan seyyar arabalardan sosisli sandviç yemeyi asla ihmal etmem. ‘Hot Dog - Sıcak Köpek’ anlamına gelen bu sandviç, adeta New York’un simgesi haline gelmiş. 1890’da Coney Adası’nda ortaya çıkan bu sandviçe konan sosislerin, köpek etinden yapıldığına dair çıkan söylenti yüzünden bu adın verildiği öne sürülüyor. Hot Dog’tan sonra en favori sokak yemeğim yine New York’un simgesi olan tuzlu ‘Pretzel’dir. Şimdilik bu kadar. Bakalım bir sonraki seferde nerelerde neler yiyeceğim...
http://www.hurriyet.com.tr/
|