Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 22 Aralık 2024 Pazar
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  Tarla Bitkileri »  BASINDAN MAKALELER » 
facebook
Twitter
  ANA SAYFA   
 Buğday, Arpa
 Çavdar, Yulaf
 Mısır, Darı
 Pirinç
 Pamuk
 Soya
 Ayçiçeği
 Kanola
 Şeker Pancarı
 Yerfıstığı
 Nohut, Mercimek
 Fasulye, Bezelye
 Çay
 Tütün
 Aspir
 Fig, Yonca
 Diğer Tarla Bitkileri

Bizim Tarım Bakanlığı şaşkın ördek gibi kıçın kıçın yüzdüğü için her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Son bir iki yıl içerisinde bir sürü yönetmelik çıkarttılar, hangisini tutarsanız elinizde kalıyor.

Örneğin; “Bitki Koruma Ürünlerinin Reçeteli Satışına İlişkin Yönetmelik”, sözde tarım ürünleri üzerindeki zirai ilaç kalıntısını önlemek amacıyla çıkartılan bu yönetmelik, şimdi Türkiye tarımının olmazsa olmazı olan Zirai İlaç Bayileri’ni kapattıran bir mevzuat oldu. Bu yetmiyormuş gibi iki ay önce durup dururken bir de GDO yönetmeliği çıkartarak, “bağcı dövmeye” meraklı olanların eline bir sopa verdiler.

Biliyorsunuz, ben gazeteciyim. O yüzden yazılarım tarımın sosyal, politik ve ekonomik yönünü konu alıyor. GDO işi bilimsel bir konu. Onun için de ben bu konuda en son kalem oynatması gerekenlerden biriyim. Ama karşılaştığım birçok kimse, bana GDO, yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar olayını soruyor.

İşin bilimsel boyutu geçen ayki sayımızda konu uzmanı bilim insanları tarafından kaleme alınan makalelerle ortaya serildi. Bu sayımızda da Doç. Dr. Eftal Düzyaman’ın güzel bir yazısı var. Düzyaman, ıslahçı olduğu için Türkiye’de konuyu en iyi bilenlerden birisi. Konuyu hem bilimsel perspektiften, hem de kamuoyunda tartışılma şekliyle ele aldığı için çok rahat okunan, eğlenceli bir makale yazmış.

Oradan kısa bir alıntı yaptıktan sonra GDO’nun sosyal, ekonomik ve politik yönüne döneceğim. Sayın Düzyaman, makalesinde “GDO Yönetmeliği”nin kamuoyunda tartışılma şeklini eğlenceli bir üslûpla anlattıktan sonra, GDO’nun kısa bir bilimsel açıklamasını yapıyor ve ardından da şöyle diyor:

“Bizler çoktan GDO teknolojisiyle birlikte yaşamaya başladık. Bundan da önemlisi, artık bunun dönüşü de yok! Sonuçta, GDO bir teknoloji ve insanlık tarihi boyunca insanların teknolojinin karşısında durabildikleri tek bir örnek dahi bilmiyorum ben. Üstelik buna, insanlığın varlığını tehdit eden gelişmeler de dahil. Geçmişimize bir bakın; dinamit, röntgen ışınları, atom bombası, hidrojen bombası, uzay teknolojileri, savaş araçları… Hepsi de başlangıçta bilinmezlerle dolu idi ve hatta bazıları tasarımcısına dahi zarar verdi. Üstelik bunların bazıları insanlığın varlığını dahi tehdit eder nitelikte ki bu bakımdan, GDO’nun neden olduğu korkulardan çok daha fazlasını hak ediyorlar.

Kendim için konuşacak olursam; ben, yeni bir teknoloji karşısında hayıflanamayacak kadar gerçekçiyim. Daha da önemlisi, baş edemeyeceğim bir konuya itiraz etmeyi de anlamsız buluyorum. Benim için teknoloji konularında kesin olan tek bir şey var; o da, insanlar bir kere yeni bir şey öğrendiler, yeni bir teknolojiyi uygulamaya başladılar mı, artık bunun geriye dönüşü olmuyor.”

Evet, GDO yeni bir teknoloji. Sayın Düzyaman’ın dediği gibi ne kadar karşıtları olursa olsun, bugüne kadar hiç kimse, hiçbir teknolojinin karşısında duramamıştır. Hele bu teknoloji ABD gibi bir dünya devine aitse bu kesinlikle mümkün değil.

GDO’nun en ateşli karşıtları Avrupa ülkeleriydi. Ama onlar da pes ettiler. Karizmayı çizdirmiş olmamak için “GDO’lu ürünlerin üretimine karşıyız, ama kullanımı konusunda kimseye baskı uygulamayacağız. Bunun için de üzerine GDO’ludur ibaresinin yazılması kaydı ile bunların satışına izin vereceğiz” diyerek, bir etiket yönetmeliği çıkarttılar.

Adamlar her ne kadar istemiyorlarsa da biz Avrupa Birliği’ne, kapıdan olmazsa pencereden, pencereden olmazsa çatıdan girmeye azmetmiş bir ülke olduğumuz için onların kabul ettiği her şey bizim de baş tacımızdır. O yüzden bu GDO yönetmeliğini de mevzuatımıza dahil etmemiz gerekiyordu. Ama ondan önce bir “Ulusal Biyo Güvenlik Yasası” vardı. Önce onu çıkartıp, sonra bu GDO yönetmeliğini yayınlamamız gerekiyordu. Yazımın başında da söyledim ya, bizim Tarım Bakanlığı şaşkın ördek gibi kıçın kıçın yüzdüğü için yönetmeliği yasadan önce piyasaya sürü verdiler. Böylece bağcı dövmeye meraklılara gün doğdu.

 Tarım Bakanı Sayın Eker, daha düne kadar ortada hiçbir yasal mevzuat yokken, “GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye girişi yasak” diyordu. Şimdi de, “Bu ürünler ülkemize kontrolsüz giriyordu. Bu yönetmelikle kontrol altına aldık” diyor. Bu kadar da olmaz. Sayın Bakan’ın hangi sözünü doğru kabul edeceğiz?...

Bu GDO, bilimsel açıdan ne kadar karmaşık, ne kadar tehlikeli bir şey bilmiyorum. Ama; sosyal, politik ve ekonomik, hatta dini açıdan çok karmaşık bir iş.

Önce isterseniz işin dinî boyutu ile başlayalım. Konuyla ilgili olarak bugüne kadar HASAD’da yer alan haber ve makalelerden anladığım kadarı ile GDO çalışmaları 1980’li yıllarda hız kazanmış, 1990’larda da ilk meyvelerini vermiş. Bu meyveler ne kadar tehlikeliymiş ki, Dünya Katoliklerinin en yüksek dinî otoritesi Vatikan, cehennemde yanmayı gerektiren,

- Tembellik
- Kıskançlık
- Açgözlülük
- Hırs
- Şehvet düşkünlüğü
- Öfke
- Kibir

şeklindeki 7 büyük günahı;

- Genetik müdahalede bulunmak,
- İnsanlar üzerinde deney yapmak,
- Çevreyi kirletmek,
- Sosyal adaletsizliğe neden olmak,
- Fakirliğe yol açmak,
- Ahlaksız yollardan zengin olmak,
- Uyuşturucu kullanmak

şeklinde değiştirmiş. Ama, Vatikan’ın bu değişikliği bile bir şey ifade etmiyor. Çünkü AB, bir yandan ABD’nin baskısıyla ekonomik olarak GDO’ya kapılarını açarken, öte yandan da bütün tohum şirketleri harıl harıl GDO üzerinde çalışıyorlar. Bunu da kimseden saklamıyorlar.

 Vatikan işin içine karışınca konuyu İslami açıdan araştırmak istedim. Görüştüğüm ilahiyatçı profesörlerin hiç birisi Zekeriya Beyaz gibi GDO’nun günah olduğunu söylemediler. Tam tersine özetle şunu ifade ettiler; “İnsanlara zararı kesin olarak ortaya çıkmadığı sürece ne günah, ne de haram denemez.” Bu da İslamiyet’in bilim ve teknolojiye Vatikan’dan daha açık olduğunu gösteriyor.

 Bu GDO karşıtlığının sosyal ve ekonomik boyutu da çok karmaşık bir iş. Geçen yıl bir televizyoncu, beni tarımla ilgili bir programa davet ederken, “Biraz da şu GDO olayını konuşalım. Bunun için de bir GDO taraftarı ve karşıtı davet edelim” dedi. Ben de İstanbul’da şu anda aklıma GDO taraftarı biri gelmiyor. Karşıtı olarak “falan şahsı çağırabilirsin” dedim. Programdan sonra o şahısla aynı araba ile eve dönüyorduk. Konu yine GDO idi. “Seyfettin Bey geçen ay Macaristan’daydım. GDO karşıtı platform 1,5 milyon dolar almış. Buna bakınca bizim ucuza gittiğimizi düşündüm” dedi. Ben de heyecanla “Kim veriyormuş bu paraları, siz ne kadar alıyorsunuz ki ucuza gittiğinizi düşündünüz?” diye sorunca, jeton düşmüş olmalı ki, GDO karşıtı şahıs eveleyip geveleyerek hemen lafı çevirdi. Sadece meraktan sorduğumu, yazmayacağımı ısrarla söylememe rağmen sorularımı cevapsız bıraktı.

Dedim ya, bu GDO işi çok karışık. Ama, kim karıştırıyor, GDO’lu tohumları üreten firmalar mı, üretemeyen firmalar mı anlamak mümkün değil.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanımız çok olduğu için tartışmayı seven bir toplumuz. 1985’de ben HASAD Dergisi’ni çıkarttığım zaman, hibrit tohumlar Türkiye’ye yeni giriyordu. Enteresandır, o zaman da hibritlerin taraftarları ve karşıtları vardı. Hibritleri savunanlar, tarımsal üretimimizi artırmak için bu tohumları kullanmak zorunda olduğumuzu söylüyorlardı. Karşıtlar da, bu tohumların bizi dışa bağımlı halle getireceğini savunuyorlardı. Yine o yıllarda tarım sektörünün en büyüğü kimya şirketleriydi. Burunları da çok havadaydı. Tohum şirketlerinin kimse yüzüne bakmazdı. Çoğu zaten küçük aile şirketiydi. Sonra birden ne olduysa o dünya devi kimya şirketleri tohumculuğa yöneldiler. Aralarında adeta tohum şirketi satın alma yarışı başladı. Kimsenin yüzüne bakmadığı tohum şirketleri, inanılmaz paralara satıldı. O zamanlar bir anlam veremediğimiz tohum şirketi merakının arkasındaki gerçeği GDO olayından sonra anladık.

  1985’de Türkiye’de, TİGEM’in dışında yerli tohum şirketi yok gibiydi. Hatta, hibrit tohum üretiminin çok yüksek bir teknolojiyi gerektirdiği belirtilerek, Türkiye’de kimsenin bunu yapamayacağı iddia ediliyordu. Ama zaman bu iddiaları çürüttü. Bugün çok güzel ıslah yapan, yurt dışına hibrit tohum satan şirketlerimiz var. Fakat bunlar da sessiz sedasız elimizden çıkıyor. Avrupa’nın tohum devleri inanılmaz paralar vererek bu şirketleri satın alıyorlar. Böyle devam ederse çok kısa bir zamanda bütün tohum şirketleri yabancıların eline geçer. Birkaç idealist gencin kurduğu bu şirketlere bir şekilde sahip çıkmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Hemen belirteyim ki, benim bu konularda yerli yabancı şeklinde bir takıntım yok. Ama koca ABD, üç tane GDO şirketin arkasında duruyorsa, biz çiçeği burnundaki tohum şirketlerimizi niye sahiplenmeyelim? Öte yandan, Türkiye’nin toplam tohum pazarı 400-450 milyon dolar. Birileri bu pazarın %1’i veya %5’ine hitap eden bir şirketi 20-25 milyon dolara satın alıyorsa bunun üzerinde biraz, bir hayli düşünmemiz lazım diyorum da nasıl düşüneceğiz, Tarım Bakanlığı şaşkın ördek gibi, hükümet “Tarım kanunu” çıkartıyor, kendi çıkarttığı kanunu uygulamıyor.

 Siz, kendi tohum şirketinize sahip çıkmaz, herkesin yaptığı gibi çiftçinize ucuz mazot ve elektrik sağlayarak, onun üretimdeki en önemli girdilerini sübvanse etmezseniz, ABD’nin GDO’lu ürünlerine de, GDO’suz ürünlerine de muhtaç olursunuz. 

 

Seyfettin Batal

Ekleme Tarihi
20.01.2010
Ekleyen Kişi
Kemal Erdoğan

Paylaş | |

>> Arşiv İçin Tıklayınız