Bize ve bizim gibi olan tüm ülkelere kala kala on bir bin tonluk bir hak kalmış, malı alacak olan toptancı denen adamlar da ara ara bulunamıyor. AB'ye bunun dışında tavuk eti satmak istersen ton başına "bin yirmi dört euro" vergi ödeyeceksin.
Hatırlayın, yakın geçmişimizde, gündüz vakti Ankara'da maytaplar atarak AB'ye girdik, AB fatihleri geldi diye günümüz politikacılarını bağrımıza basıp pek sevinmiştik. Benzer bir durum da 1995 yılı mart ayında yaşanmıştı. Zamanın sarışın hanımefendi başbakanı gümrük birliğine katılma anlaşmasını bir hayli itiraza rağmen AB üyesi olmaksızın imzalayarak, artık "AB üyesi olduk, geriye üç tekerlek ile bir araba kaldı" demişti. Bu gümrük birliği zaman içinde ucuz kur, sıcak para politikalarının da desteği ile başımıza ciddi dertler açar hale geldi. Zaman içinde AB'nin birçok ülke ile serbest ticaret anlaşmaları imzalaması, bugün için imzaya hazır hale getirmesi veya bu konuda girişimlerde bulunması dış ticaretteki geleceğimizden haklı olarak endişeler duymamıza neden oldu. Gelin yine küçük, kolay anlaşılır bazı tarifler verelim.
Gümrük Birliği: Kendi aralarında anlaşmaya varmış ülkelerin, tüm gümrükleri kaldırdığı, diğer ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulamaya karar verdikleri anlaşmalar diye tarif ediliyor. Bu anlaşmalar özel durumlar için bazı şartları veya kotaları, kısıtlamaları içerebiliyorlar.
Serbest Ticaret Anlaşmaları: İki veya daha fazla ülkenin kendi aralarındaki ticareti etkileyen gümrük tarifelerini (vergileri), engelleri kaldırarak serbest ticaret yapmalarını sağlayan özel anlaşmalar olarak biliniyor. Bu anlaşmaya taraf olan ülkeler, diğer ülkeler ile ilişkilerinde serbest oluyorlar. Gümrük birliği böyle bir serbestiye engeller getiriyor. Gümrük birliği anlaşması, Avrupa Birliği ülkelerinin en önemli işbirliklerinin başında geliyor. Bu anlaşma AB'nin ticaretine yön veriyor. Biz AB'nin üyesi olmadan bu anlaşmayı imzaladık ve kendimizi bugünün şartlarında bir cendereye sokmuş olduk. Biz AB üyesi değiliz, yani AB'nin sağladığı avantajlardan yararlanamıyoruz. Ama gümrük birliği üyesiyiz ve gümrük birliğinin kurallarına uymazsak AB'nin komiserleri hemen kulağımızı çekmeye geliyorlar. Yani "bir yandan bizi seven IMF, öbür yanımızda bizi bağrına basmış AB" var. İkisinin arasında şaşkın dolanıp duruyoruz. Bu gümrük birliği anlaşmasını imzalarken hiç oy hakkımız olmadan bizim için verilen, verilecek olan kararlara uymaya mecbur kalmış ve bunu da kendi irademizle yapmışız. Bakın gümrük birliği anlaşmasında imzaladığımız bazı maddelerde neler yazıyor. · Türkiye AB'nin üçüncü ülkeler ile yaptığı ve yapacağı tüm anlaşmaları kabul etmiştir. · Türkiye AB'nin gümrük birliği ile alacağı kararlara paralel kararlar almayı taahhüt etmiştir. · Türkiye'nin herhangi bir ülke ile AB'nin bilgi ve onayı olmadan anlaşma yapması halinde AB'nin bunu engelleme hakkı vardır. · Ve nihayet Türkiye, AB Adalet Divanı'nın bütün hukuki kararlarına uymayı kabul etmiştir. Yani açık kapı bırakılmamış. Onların izin verdiği kadar oyun alanınız var. "Hadi çocuğum, hava karardı, eve" dendiğinde eve girmekten başka çareniz yok. AB tabiidir ki kendi çıkarlarını kolluyor ve önüne gelen ile serbest ticaret anlaşması yapıyor, görüşmeleri sürdürüyor ve yeni girişimlerde bulunuyor. Bu anlaşmaların gerçekleşmesi ile biz onlara uymak zorundayız. İmzamızın arkasında duracağız, erkek milletiz. Ancak AB'nin serbest ticaret anlaşması yaptığı, yapacağı ülkeler haklı olarak bizi dikkate almıyorlar. İmzalanan her anlaşmayı biz de imzalamış sayılacağımızdan (her nedense hep böyle oluyor. Birinci Dünya Savaşı'nda da Almanlar yenildiğinden, biz de yenik sayılmıştık) bizim ile ayrı bir anlaşma yapmaya ihtiyaçları yok. Örnek mi istersiniz; AB'nin Çin ile anlaşmaları sonucu biz Çin'den ithalata yüzde üç-beş vergi alacakken Çin'e satacağımız mallar, eğer halâ var ise %30 vergi ile Çin'e ithal edilecek. Nedeni biz gümrük birliği üyesiyiz ama "AB üyesi" değiliz. "Avrupa Komisyonu'nun Türkiye Delegasyonu Ticaretten Sorumlu Müsteşarı" (Bu AB'de ne çok unvan var değil mi) Bayan Ulrike, "AB'nin serbest ticaret anlaşmaları sizi pek etkilemez" dese de kazın ayağı öyle değil. Yunanlı dostlar bile hatırlarım "gümrük birliği Türkiye için kötü bir armağan, ekonomi ve ticarette Türkiye'nin değil Avrupa'nın yararına işleyecektir" demişlerdi. Öyle de oldu. Sonuçta bol sıcak para, ucuz ithalat ile sanayimizi yok ettik. Sattık savdık, cari açık elli milyar dolara çıktı. Şimdi küresel kriz diye birbirimize bakıp oturuyoruz. Kriz olmasaydı cari açığımız kim bilir nerelerde olurdu. Bu AB'nin serbest ticaret anlaşmalarını öyle yabana atmayın, bakın neler oluyor. AB bugüne kadar sıkılmazsanız okuyun; İsviçre, Norveç, İzlanda, Makedonya, Hırvatistan, olmayan Filistin, Tunus, Fas, İsrail, Ürdün, Lübnan, Cezayir, Meksika, Şili, Güney Afrika ve Asya ülkeleri, Ekvator, Peru, Venezüella, Panama ve Pasifik'te en ücra diyarlarda bulunan devletlerle serbest ticaret anlaşmalarının kararını almış, uyguluyor, Birleşik Arap Emirlikleri, Ukrayna ile konuşuyor, Çin ile özel anlaşmalar imzalıyor, Hindistan ile müzakereyi sürdürüyor. Güney Kore ile serbest ticaret anlaşması bu günlerde imzalanmak üzere yani hiç açık vermiyor. İşi şansa bırakmıyor. Bugün için Rusya hariç konuşmadığı, girişimde bulunmadığı ülke yok gibi. Baş edemediği, çözüm üretemediği en önemli bölge "Mercosur" diye adlandırılan "Arjantin, Brezilya, Paraguay, Uruguay". Onlar pek umursamıyorlar. Kendi bildiklerini yapıyorlar. Ama demokraside çareler bitmiyor. Yazının tavuk bölümü de burada konuya dahil oluyor. Kibar adı beyaz et olan bu tavuk işinde "AB" bir hayli hassas. Fazla üretimi var. Hastalıktı, kuş gribiydi bahaneler ile uzun yıllardır tavuk eti ithal etmiyor. Bizim tavukçularımızın da AB'ye satarız diye oluşturdukları bir hayli büyük bir üretim kapasitesi var. Gün oluyor batıyor, gün oluyor tavuk eti "bir liraya düşüyor" ama devran dönüyor. Geçen günlerde "AB" bu tavuk konusunda bizim üreticimizi de sevindiren bir karar aldı. Dedi ki "Bir tavuk alım kotası açıyorum. Yılda iki yüz elli bin ton beyaz et ithalatını serbest bırakıyorum". Adres de göstermiş, "AB'deki şu ithalatçılar, toptancılar bu işle görevlendirildi" demiş. Pek sevindik ama iş bizim beklediğimiz gibi çıkmadı. Anlaşıldı ki kotanın "iki yüz otuz dokuz bin tonu" bir türlü anlaşma sağlayamadığı Brezilya ve Arjantin'e verilmiş, kâğıt oyunundaki "gel-gel" gibi. Bakalım onlar ne yapacak, göreceğiz. Bize ve bizim gibi olan tüm ülkelere kala kala on bir bin tonluk bir hak kalmış, malı alacak olan toptancı denen adamlar da ara ara bulunamıyor. AB'ye bunun dışında tavuk eti satmak istersen ton başına "bin yirmi dört euro" vergi ödeyeceksin. Tabiidir ki o fiyatlarla satmak da satın almak da pek mümkün değil. Yani oyun doğru oynanmış. Biz söz hakkımız olmayan anlaşmalara imza atmışız, hep kulübede oturan yedek oyuncu olmayı baştan kabul etmişiz. Gerçekler böyle dostlar. Ya bugünün dünyasında gözünüzü açacak, ülkenize, mesleğinize sahip çıkacaksınız ya da "belge sahte idi, değil idi", "irticaya karşı çıkmak suçu işleniyor" gibi saçma gündemler ile yaşayıp gideceksiniz. Bir de unutmadan yazmalıyım: Uluslararası ilişkilerde dünyada tek doğru var; güçlünün menfaati ne ise doğru "o" oluyor. Kalın sağlıcakla. Haftaya: Gerçek öyküler İslami borçlanma ve orman yangını kaynak. referans |