Geçen aylarda Bursa’nın tarihi ve doğal güzelliklerle bezeli olan Uluabat Gölü kıyısındaki Gölyazı’ya gittim. Sabahın erken saatlerinde balıkçı tekneleriyle göle açılan kadınların “vira bismillah” sesleriyle karşılaşmak beni nasıl heyecanlandırdı, anlatamam.
Gölyazı’nın kadın balıkçıları, bazen yalnız başlarına, bazen de eşleri ile birlikte açılıyorlar göle. Kürek çekmek de onların işi, ağ atmak da. 67 yaşındaki Sevim Metin elli yıldır, kızı Hayriye Ünal ise 10 yıldır balığa çıkıyormuş geçim için. Otuz yıldır bu işi yaptığını söyleyen Hamdiye Pullu ise artık çoğu kez tek başına çıktığını söylüyor balığa. Ve daha onlarca Gölyazı kadını aynı yazgıda arıyor nafakasını. Beldenin tek geçim kaynağının balıkçılık ve dolayısıyla göl olduğunu ısrarla vurguluyor bir ağızdan Gölyazı kadınları.
EN BÜYÜK SEVİNÇLERİ TURNA BALIĞI
Son yıllarda kirlilik nedeniyle Uluabat Gölü’nün balıkları hızla azalsa da bu ulu gölün onları abat ettiğini asla inkar etmiyorlar. Onunla ailelerini geçindirdiklerini, onunla çoluk çocuk okuttuklarını dile getiriyorlar her daim. Balıkçılık, Gölyazı’nın kadınları için yalnızca bir iş değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi. Akşamdan attıkları ağlardan topladıkları balıkları öğleye doğru kurulan pazara götürüp açık arttırmayla satıyorlar. Ellerinde nafakaları ile döndükleri evlerinde onları bu kez de ev işleri ve çocuklar bekliyor. Onların komşularıyla yaptıkları muhabbetler de farklı, büyük sevinçleri de... Aralarında çoğu kez çoluk çocuk, örgü yerine tuttukları balıkları konuşuyorlar. En büyük sevinçleri ise ağlarına takılan turna balığı... Yağmur, çamur, kar, soğuk demeden (dini bayramlar ve avlanma yasağı dönemleri dışında) her gün göle açılan bu balıkçı kadınların hepsinin kaygısı aynı; son günlerde kirlenen göl ve azalan balıklar. Olur da bir gün Gölyazı balık pazarında önünüze İsrail sazanı (son yıllarda hızla çoğaldığı söyleniyor), aynalı sazan ya da turna balığı gelirse bu yazıyı hatırlayın. Ve Gölyazı’nın cefakâr balıkçı kadınlarını...