Suni gübrenin babası, John Bennet Lawes adlı bir İngilizdir. Asında Lawes için suni gübrenin amcası demek belki daha doğru olur.
Çünkü bazı maddeleri toprağa katmanın verimi artırdığını ilk Justus von Leibig isimli bir Alman keşfetti. Ama Leibig ne buluşunun patentini aldı ne de ticari olarak geliştirdi.
Lawes ise Leibig’in önerdiği maddeleri (ezilmiş kemikti bunlar) kendi topraklarında kullanıp olumu sonuç alınca, 1841’de dünyanın ilk suni gübre fabrikasını kurarak çarçabuk zengin oldu.
Lawes’ın Londra’nın kuzeyindeki Hertforshire eyaletinde ailesinden kalan toprakları vardı. Burada bir laboratuvar kurdu ve toprak verimini yapay maddelerle artırmanın başka yöntemlerini de keşfetti.
Aynı yerde dünyanın ilk deneme çiftliğini kurdu. Arazisini iki parsele ayırdı. Birine beyaz şalgam diğerine buğday ekti. Parselleri 22 parçaya böldü ve her birinde yeni gübre bileşimleri kullandı.
Buğdaylar sarardı, döküldü
Azot ve fosfatın faydalarını ortaya çıkardı ama bir sonuç bunlardan fazla ilgisini çekti: Azot bitkileri azdırıyordu. Ama azot kullanan tarlalarda bitki çeşitliliği azalıyordu. Azotla gübrelenmiş parsellerde sadece üç tür bitki büyürken gübrelenmemiş olanlarda yabani ot, baklagil, vesaire türünden elli bitki vardı.
Suni gübre verimi artırıyor, ama doğanın çeşitliliğini azaltıyordu.
Lawes başını kaşıyıp yeni bir deneye girişti.
1882’de, üzerinde buğday bulunan 2,000 metre karelik bir alanı çitlerle çevirtti ve doğal haline bıraktı.
Buğdaylar yeşerdi, sarardı ve yere döküldü. Bir sene sonra aynı şey oldu ama artık buğday toprağa gelen yabani otlar ve sarmaşıklarla rekabet halindeydi. Dört yıl sonra sadece üç sap buğday çıktı. Yabani ot çeşitleri arttı, kır çiçekleri ve yabani
orkideler görüldü.
Beşinci yılda buğday tamamen yok oldu. Tarım başlamadan önce çevrede saltanat süren bitki örtüsü tarlaya yeniden
hükümran oldu.
On yıl geçtikten sonra bitki örtüsü daha da zenginleşti. Fındık, alıç, dişbudak, meşe fidanları boy gösterdi.
Deney devam ediyor
Romalılardan beri buğday ekimi için kullanılan toprak kendi halinde bırakıldıktan sonra doğal haline avdet etti, ormana dönüştü.
1915’te fındık, alıç, dişbudak ve meşeye on başka ağaç türü katıldı. 1938’de tarlanın çevresinde söğüt ağaçları belirdi. Daha sonra bunlar yerlerini Bektaşi üzümü ve porsuk ağaçlarına bırakmaya başladılar.
Lawes’in başlattığı deney devam ediyor. Ama sonuç çoktan belli: Toprak doğal haline bırakıldığında, kendiliğinden, tarımdan önceki haline avdet eder. Rüzgârın getirdiği, sellerin emanet ettiği, kuşların bıraktığı, hayvan postuna takılıp seyahat eden tohumlar; suların berrak ve temiz aktığı, havanın baldan tatlı koktuğu cenneti geri getirir.
Orman vasfını kaybetmiş hazine arazileri veya 2B konusunun yeniden gündeme gelmesi aklıma getirdi bunları.
Nasıl saçı kesilen insan, insan olma vasfını kaybetmezse, ağaçları kesilen, yakılan orman da orman olma vasfını kaybetmez.
Yapılacak en iyi şey, satmak değil, Lawes’in yaptığı gibi, hiçbir şey yapmamaktır.
NOT: Yarından itibaren 25 Kasım’a