Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 27 Aralık 2024 Cuma
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  Organik Tarım »  HABERLER » 
facebook
Twitter
  ANA SAYFA   
 Örgütler, Paydaşlar
 Organik Tarım Teknikleri
 Kontrol, Sertifikasyon
 Eko Turizm
 İhracat, İthalat
 Ticaret, Pazarlama
 Araştırma, Geliştirme
 Kamu çalışmaları
 Destek, teşvikler
 Diğer
 


Tüketiciler dikkat!

Organik tarım, Türkiye’deki 30. yılına girdi. Ancak henüz ‘doğal’ ve ‘organik’ ürünler arasındaki farkı bile tam olarak bilmiyoruz! Bir ürün, organik olması için hangi şartları taşımalı? İşte cevabı…

Türkiye, 1984 yılında organik tarımla tanıştı. Geçen 30 yıla rağmen, organik ürünlere yönelik tüketim bilinci yeterince gelişmedi. Çok sık karşılaştığımız, ‘Bu ürün organik’ tabiri karşısında yutkunmamız da bundan! Bir ürünün gerçekten organik mi, yoksa konvansiyel yöntemle mi yetiştirildiğini nasıl anlayacağız? ‘Doğal’ ile ‘organik’ arasındaki fark ne? Örneğin, bir orman yolunda kokusuna kapılıp topladığımız kekik, ıhlamur, adaçayı ya da keçiboynuzu, gerçekten organik mi? Bir gıdanın organik olup olmadığına kim karar veriyor ve denetimi kim yapıyor? Biz de sağlıklı bir yaşamın ayrılmaz parçası haline gelen ‘organik gıda’ ile ilgili bu zor soruların cevaplarının peşine düştük.
 
KİMYASAL VE GDO YOK

Tanımla başlayalım… Ürünü en yüksek kalitede yetiştirmeyi amaçlayan organik tarım, kimyasal ya da GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizmalar) yem, katkı maddesi, gübre, tohum, mikroorganizma, ilaç, hormonlar ve bitki koruma ürünleri kullanılmadan, doğal yöntemlerle yapılan bir tarım modeli.

İnsanların kimyasal ve zehir kalıntısı olmayan ürünler yemek istemesiyle, 1970’li yılların ilk yarısında ortaya çıkan organik tarım, özellikle Avrupa’da hızla yayıldı. Türkiye’de ise 1984’te, yabancıların talebi üzerine, İzmir Torbalı’daki üzüm bağlarında başladı. Kısa zamanda incir, kayısı ve fındık gibi ürünlere kaydı. 1992 yılında bu alandaki ilk organizasyon olan Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği kuruldu. Ertesi yıl, Resmi Gazete’de yayımlanan Organik Tarım Kanunu ile devlet organik tarımı resmen tanıdı.

Organik tarıma başladığı 1984 yılında, dünyadaki ilk 10 ülke içinde yer alan Türkiye, zaman içinde 60’ıncı sıralara kadar geriledi. Son yıllarda organik tarımın giderek yaygınlık kazanmasıyla, 15’inci sıraya yükselen ülkemiz, şimdilerde yıllık üretici artışıyla da ilk 10’un içinde.

LOGO, ÜRÜN KODU OLMALI


Son yılların yükselen trendi organik beslenme, bilinçli bir tüketimi de zaruri kılıyor. Her şeyden önce, alacağınız üründe hem Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın hem de bakanlığın denetlediği bir sertifikasyon şirketinin onayını gösteren logoların ve ürün kodlarının yer alması gerektiğini bilin.

Organik pazarda çifte denetim

Türkiye’deki sertifikasyon ve denetim şirketinden biri olan ORSER’in tarım kontrolörlüğünü yürüten Kamil Karataş, bu logoların taklit edilemeyeceğini, hem bakanlığını hem de şirketlerin veri tabanlarındaki kod numaralarından sahte ürünlerin derhal anlaşılabileceğini söylüyor. Logoların ve kod numarasının bulunmadığı hiçbir ürünün organik olamayacağını belirten Karataş, en güvenilir saydığımız organik pazarlarda bile sıkı denetimlerle, kuşkuya yer bırakılmadığını vurguluyor: “Organik pazarlarda, gözetimi hem sertifikasyon şirketleri yapıyor, hem de bu pazarlarda yetkili kılınmış bir ziraat mühendisi var. Buğday Derneği ve pazarların kurulduğu belediyeler de sertifika kontrolü yapıyor.”

SAHTEKÂRLIĞIN AFFI OLMAZ

Organik üretimde, ‘denetimin denetimi’ denilen bir sistem var. Üreticiyi, sertifikasyon şirketi; onu da bakanlık denetliyor. Suçun affı yok! Organik olmadığı halde bir ürüne sertifika veren kuruluş, 50 bin lira para cezasına çarptırılıyor. Aynı suçun tekrarı ise meslekten men demek! Kusurlu satıcıların cezası da 10 bin liradan başlayıp hapse kadar uzanıyor. Şüpheli gördüğünüz bir satıcı ya da ürün için Alo Gıda hattını ya da il ve ilçe tarım müdürlüklerini arayıp duyuruda bulunmanız yeterli. Kusur tespit edilirse, valilik bu cezaları kesiyor.

TOPLAMANIN DA BiR ADABI VAR!

Bir orman yolunda burnunuza dolan kekik, ıhlamur, adaçayı kokusunun peşine düşüp topladınız. Bunlara ‘organik’ diyeceksiniz; ama acele etmeyin! Organik tarımda, üretime olduğu kadar, toplamaya da ayrıntılı kurallar getirilmiş. Sertifikasyon ve eğitim hizmetleri veren BİOBEL’in genel müdürü İpek Apak Aktaş, bu kuralları şöyle anlatıyor: “Bunun için toplama alanının son iki yıl içinde yangın geçirmemiş olması ve toplama işleminin üç yıl öncesine kadar Organik Tarım Yönetmeliği’nde izin verilen girdiler dışındaki ürünlerle yapılmamış olması şartı aranır. Toplama alanındaki doğal yaşam dengesinin ve türlerin korunması şartının sağlandığına dikkat edilir. Ürün toplamadan önce, bu alanların mülkiyetinin veya kullanma hakkının ait olduğu makamdan alınan izin, kontrol kuruluşuna beyan edilir.”

Sadece bu kadarıyla olsa iyi! Sertifikasyon şirketi, toplama yapılan alanda, en az üç yıl geriye doğru gidiyor ve o bölgede bir kimyasal girdi olup olmadığını kontrol ediyor. Topraktaki kurşun miktarı, arazi üzerindeki karbon salınım oranı, etrafta fabrikaların yer alıp almadığı önemli.
 
Denetimlerde çalıların boyları da arazi hakkında önemli ipuçları veriyor.

ÜRÜNÜN ANCAK YÜZDE 60’I TOPLANABİLİR

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Altındişli, ürün toplama şeklinin de önemine dikkat çekiyor: “Organik toplama yapacaksanız, kökünden temizleyerek, endemik bitkiyi yok edemezsiniz. Bir sürdürülebilirlik oluşturmanız gerekiyor.”

Yasa, organik toplama için ürünün ancak yüzde 60’ının toplanabileceğini belirtiyor. Ürünü toplamakla iş bitmiyor. Hijyenik ortamda kurutulması da önemli. Ve elbette bu işlemleri yapan kişinin bir eğitimden geçmesi de…

SABRINIZ VARSA ORGANİK TARIMA GİRİN

Ekolojik tarımcılık, maddi anlamda kulağa cazip gelse de, asla kolay yoldan ve çabuk para kazanmak isteyenlerin harcı değil! Öncelikle bu konu hakkında, muhataplarınızı ikna edecek düzeyde bir bilgi birikimi yapmanız gerekiyor. Kararınız hâlâ ciddiyse, bir sertifikasyon kurumuyla temasa geçin.

Türkiye’de 24 tane sertifikasyon kuruluşu var. Bunlar, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı gözetiminde çalışan özerk kuruluşlar. Organik belgelendirme ve denetleme yetkisine sahipler. Sertifikasyon kuruluşu, arazinizi denetlemekle işe başlıyor. Örneğin, araziniz işlek bir yol kenarından geçiyorsa, karbon salınımı ve kurşun riski nedeniyle büyük ihtimalle kabul edilmeyecektir. Araziniz organik tarıma elverişli ise sertifikasyon şirketiyle sözleşme imzalıyorsunuz. Bu şirket, yılda iki kez, birisi haberli, diğeri habersiz olmak üzere sizi denetime geliyor ve geçiş süreci başlatılıyor.

GEÇiŞ SÜRECi ÜRÜNLERi

Kontrol ve sertifikasyon sürecinde geçiş süreci, ‘tek yıllık bitkiler’ olarak bilinen domates, biber, patlıcan gibi sebzelerin yanı sıra; buğday, arpa, mercimek, mısır gibi tahıl ürünlerinde iki yılı buluyor. ‘İki yıllık bitkiler’ olarak bilinen meyvelerde ise ürününüzün ‘tam organik’ olması için üç yıl beklemek zorundasınız. Arazinin ve ürünün yapısına göre, sertifikasyon kurumları, geçiş sürecini bir yıla kadar kısaltabiliyor.

Organik tarıma başladıktan on iki ay sonra elde edilen ürünler, ‘geçiş süreci ürünü’ olarak nitelendiriliyor. Bu ürünler, pazara da ‘Organik tarım geçiş ürünüdür’ etiketiyle sunuluyor. Bu etiketli ürünlere ihracatçılar da büyük ilgi gösteriyor.

ÇİFTÇİSİNE KADAR GİDEBİLİRSİNİZ

Geçiş süreci bittikten sonra, ürün tamamen organik bir hale geliyor. Bundan sonra sıra, organik etiketi ve logosunu koymaya geliyor. Bu etiketler sayesinde görebildiğimiz sertifikasyon sistemi sayesinde, ürün her yönüyle kayıt altına alınabiliyor. Prof. Dr. Ahmet Altındişli, “Fransa’da aldığım bir ürünün etiketiyle, çiftçiye kadar ulaşabildim” diyor. Kısacası, organik ürün kullanıyorsanız, bütün zincirleri denetleme ve şeffaflık imkânına da sahip oluyorsunuz.

AVRUPA, ORGANİK PLUS’A GEÇTİ

Türkiye’de yeni yaygınlaşan organik ürünlerde öncelik hâlâ ‘lezzet’te. Ancak Almanya’da, 1985 yılında yapılan araştırmalarda, tüketiciler ‘Önce sağlık’ demiş. Avrupa’da son yıllarda yapılan araştırmalar, organik tüketimin benmerkezli olmaktan çıktığını gösteriyor. Araştırma verilerinde, ‘sağlık’ faktörüyle ‘çevreyi koruma’ faktörü başat gidiyor.

Bu da yetmezmiş gibi, Avrupa’da ‘organik plus’ kavramı yaygınlaşıyor. Bu deyim, ürün yetiştirilirken, çocuk işçi kullanılmamasını, yenilenebilir enerjiden istifade edilmesini, karbon salınımının azlığını ve yenilenebilir ambalajla sunulmasını işaret ediyor.

Gıda dışı alan genişliyor

‘Organik’ deyince aklınıza sadece yiyecek ve içecek gelmesin. Zira bu alanda büyük bir ürün portföyü var. Gömlekten bebek giysisine, iç çamaşırından mobilya kumaşına, kesme çiçekten çocuk oyuncaklarına kadar 22 bin kalem üründen bahsediliyor. Sayıca giderek artan organik ürünler her yıl, Almanya’nın Nürnberg şehrindeki Biofach Fuarı’nda görücüye çıkıyor.

Yeni gözde makyaj malzemeleri

Organik ürünlerde son yılların parlayan yıldızı, makyaj malzemeleri. Bunlar, tamamen doğadan toplanan bitkilerden elde ediliyor. Alerji yapmıyor. Doğayı tahrip etmiyor. Sanayi alanında organik bir malzemeyi üretebilmek hiç de kolay değil. İzin verilen ölçülerde, izin verilen gübreler ve hammaddelerle üretim yapmak zorundasınız. İçeriğinin bütün aşamalarında uygulanan organik kriterler, ürünün ambalajlanmasına kadar devam ediyor. Türkiye’de organik kozmetiğin denetimi, Sağlık Bakanlığı’nın elinde. Ancak Sağlık Bakanlığı’nın talep ettiği sertifikalar, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın onayladığı kurumlardan alınabiliyor.

220’den fazla, dünyadan az

Türkiye’deki sertifikalı organik ürün sayısı 220’den biraz fazla. 2013 itibariyle, bu sayı 213’tü. Dünyanın önde gelen ülkelerine kıyasla ürün çeşitliliğimiz az. Var olanların 107 adedi hammadde. Diğerleri ise işlenmiş ürünler. En büyük grubu, kuru ve kurutulmuş meyveler, sert kabuklular ve tahıl ürünleri çekiyor. Bunları sebzeler takip ediyor.

61 bin çiftçi çalışıyor

Tarım Bakanlığı’nın 2013 yılı verileri, yetiştiricilik yapılan ve doğal toplama alanları olarak 769 bin hektarlık arazinin, organik tarım için kullanıldığını söylüyor. Yine geçen yılın verilerine göre 213 türde organik ürün yetiştiren ülkemizde 61 bine yakın çiftçi, bu alanda ter akıtıyor. Organik tarımla en fazla uğraşan çiftçi Ege Bölgesi’nde. Kullanılan alan söz konusu olduğunda ise liderliği Güneydoğu Anadolu Bölgesi alıyor.

1980’lerin Avrupa’sını yaşıyoruz

Organik tarımın yapısal olarak bu kadar ivme kazandığı, 2009 yılında kendisini ikiye katladığı bir ülkede, hasattan alınan ürünün neden bu kadar pahalı olduğu ve toplumun genelinde yaygınlaşamadığı merak konusu!

Prof. Dr. Ahmet Altındişli, ülkemizde organik tarımın ortaya çıktığı 1984 yılından beri bu alanda emek veriyor. “Türkiye sırat köprüsü gibi bir yerden geçiyor” diyen Altındişli, organik üretimde büyük yol alsak da, tüketimde yurtdışı pazarların 1987-88 yıllarındaki hallerini yaşadığımızı belirtiyor: “O yıllardan itibaren, yurtdışında organik ürünlere talep artınca, arz da arttı. Arz artınca, fiyatlar makul yerlere indi. Biz daha orada değiliz. Fiyat makasları açık. Bir fiyat standardı olmadığı için, ürünü ücretlendirmede keyfilik var.”

Kamu spotları yayınlanmıyor

Türkiye’deki Organik Tarım Kanunu’nu hazırlayan akademisyenlerden birisi olan Prof. Dr. Ahmet Altındişli, organik tüketimin yaygınlaşabilmesi için bu kanuna, rica minnet bir madde ekletmiş:

“O maddeyle birlikte bütün TV’lerde ve radyolar, ayda 30 dakika organik ürünlerle ilgili yayın yapmakla zorunlu kılındı. Bunu ister 30 güne bölün, ister 1 güne. Bunu kamu spotu olarak yayınlamak zorundalar; ama yayınlamıyorlar. Bunun için RTÜK’ün hesap sorması gerekirken, o da sormuyor. Öyle üreticiler var ki, ‘Üreteyim ama nerede satacağım’ diyor. Diğer tarafta da tüketici, ‘Ben bu ürünü nereden alabilirim’ diye soruyor. Pahalılıkla birlikte bilinç eksikliği de var.”
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ekleme Tarihi
12.09.2014
Ekleyen Kişi
Özgür Şevik

Etiketler: ekolojik tarım, gdo, iyi tarım uygulamaları, organik tarım
Link: Tüketiciler dikkat!




  HABERLER
>> Arşiv İçin Tıklayınız