Önümüzdeki yılların tartışma konusu nükleer santraller olacak
Alaattin AKTAŞ / EKO ANALİZ Ankara’nın en bilindik caddelerinden biri, Tunalı Hilmi Caddesi. Genç adam arabasında dörtlüleri yaktı, ikinci sıraya park edip indi. Birinci kural ihlalini yaptı, trafiği tıkadı. Geldi, dondurma aldı, arabaya gidip arkada oturan kadına verdi. Sonra yeniden geldi, iki külah dondurma daha aldı, önde oturan muhtemelen eşi ve oğluna, ki çocuk 4-5 yaşlarında, onlara verdi. Araba hala ikinci sırada ve trafiği tıkamakta. Dondurmaların hepsi birden alınmıyor, herhalde erir, diye. Sonra yeniden geldi, kendine de dondurma aldı ve koltuğuna oturdu, belki 10 dakika dondurma yediler. Sonra çocuk ön koltukta, annesinin kucağında, annesinin de kemeri bağlı olmaksızın, baba da tabii ki kemer bağlamamış bir şekilde uzaklaşıp gittiler.
Kılık kıyafetlerinden, arabalarının markasından, çok önemli bir ölçü olmamakla birlikte bir pazar günü çıkıp dondurma yeme kararı vermiş olmalarından, belli bir eğitim düzeyinin üstünde, belli bir birikime sahip oldukları izlenimi veren bir aile sonuçta.
Ama, çok zorunlu haller dışında, ne arabayı geçici de olsa o şekilde park etmemesi gerektiğinin idraki, ne ön koltukta ve kucakta çocuk taşımaması gerektiğini bilecek kadar zeka kırıntısı var. Anneye sorsanız diyecek ki, “Ben oğlumu tutuyorum”; babaya sorsanız diyecek ki, “Ben zaten tehlikeli olacak şekilde ani fren yapmam”.
Özünde yapılan; bir, yolu tıkayarak başkalarının hakkına saygısızlıktır; iki, ön koltukta çocuk taşımak suretiyle genlerimize işlemiş “Bize bir şey olmaz” vurdumduymazlığının tipik bir örneğinin sergilenmesidir.
Başkalarının hakkına saygısızlık örnekleri öylesine çoktur ki, bu durum yaşam hakkına kadar uzanabilmekte, hatta yaşam hakkının gaspı bile söz konusu olabilmektedir. İşte Soma… Bağıra bağıra geliyorum diyen bir facia. Detaylar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Bilmiyoruz hala buna kaza diyenler çıkacak mıdır! Hem zaten bu faciada eğer madeni işletenler olur ya suçsuz bulunursa, o zaman kömürü şimdikinin 4-5 katına mal eden TKİ yetkililerinin yakasına yapışmak gerekir, değil mi, siz neden böylesine pahalı üretim yapıyordunuz, diye.
Bu denetim anlayışıyla…
Önümüzdeki dönemde çok tartışmalı bir konuya yelken açacağız. Nükleer santrallere… Türkiye, Mersin-Akkuyu ve Sinop’ta nükleer santral yapmayı öngörüyor. Gerçi Akkuyu’daki santral neredeyse 35 yıl öncesinden beri gündemde ya… Hükümet, nükleer santralleri gerçekleştirmekte kararlı görünüyor ve kamuoyuna, “Nükleer santral kurulmazsa bir gün elektriksiz kalırız” mesajı pompalanıyor. Nükleer enerji, Türkiye için ileri sürüldüğü gibi olmazsa olmaz mı? Bunu henüz yeterince tartışmış bile değiliz.
Japonya’da Fukuşima santralinde meydana gelen sızıntıdan sonra tüm dünya nükleer enerji konusuna daha farklı bakmaya başladı. Kabul, Fukuşima’daki sızıntının nedeni tsunami felaketiydi, doğrudan santralden kaynaklanan bir sorun olmamıştı, ama biraz da sonuç önemliydi, değil mi. Nükleer sızıntı olmuş muydu, olmamış mıydı; yani nükleer enerji büyük bir risk unsuru muydu, değil miydi…
Nükleer enerjiye dönük eleştiriler karşısında Çernobil faciasından sonra da özünde benzer savunmalar dile getirilmişti. Çernobil çok eski teknolojiydi, yatırım yapılmıyordu, doğru dürüst denetim yoktu, gibi. Ama sonuçtu önemli olan, bir nükleer sızıntı yaşanmıştı.
Şimdi biz de Mersin ve Sinop’ta nükleer santral kurmaya çalışıyoruz. Buralar depremden en az etkilenecek, fay hatlarına en uzak sayılabilecek yerler, doğru. Ama nükleerde sorun yalnızca deprem mi, hele ki Türkiye gibi bir ülkede. Kaldı ki, bir nükleer facia, hiçbir faciayla kıyaslanamaz, bu da çok yalın bir gerçek.
Dünyanın en gelişmiş ekonomilerinin başında gelen Almanya bile 2022 yılına kadar tüm nükleer santrallerini kapatma kararı aldı. Almanya, mevcut durumda elektrik enerjisi ihtiyacının dörtte birini bu santrallerden sağlıyor üstelik. Yani ortaya çıkacak bu açık, ağırlıklı olarak yenilenebilir üretim kaynaklarıyla kapatılacak.
Türkiye’de son zamanlarda öylesine tartışmalara tanık oluyoruz ki, hayretler içinde kalmamak mümkün değil. Farklı bir konu gibi görünecek ama, örneğin yazılı bir hukuk metninin, bir yasanın, nasıl birbiriyle taban tabana zıt yorumlanabildiğini hayretle izliyoruz. Bir karar çıkıyor, aynı yazılı metne göre o kararı kesin doğru bulanlar olduğu gibi, kesin yanlış değerlendirmesi yapanlar da olabiliyor. Bu örneği şunun için veriyoruz; şimdi nükleer santrallerin gerekliliği de buna benzeyecek.
Kimileri çıkıp, nükleer santraller çok tehlikeli diyecek; kimileri de nükleer santraller olmazsa enerjisiz kalınacağını söyleyecek. Biz, ikinci gruptakilere Almanya örneğini vermek isteriz. Ne yani, dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden biri olan Almanya, enerji sıkıntısı çekmeyi göze mi almış bulunuyor?
http://www.dunya.com/ |