İsmet BERKAN [email protected] 19 Ekim 2013
Hem refahımız sürsün hem dünya ölmesin...
KÜRESEL ısınma ve beraberinde getirdiği iklim değişikliği bugün insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehdit.
Üstelik, bir zamanlar yaşadığımız nükleer yok olma tehdidi gibi isteğe bağlı falan da değil bu; iklim değişikliği treni kalktı, üzerimize doğru geliyor. Doğru önlemleri alarak belki trenin gelişini geciktirebiliriz ama dünyanın iklim dengesini eski haline getirmek için yapmamız gereken çok şey var. Bugün iklim değişikliğini yavaşlatma yönünde bile tavır alamıyor dünya. Yapılan bazı sembolik karbon salınımı kısıtlamalarından ibaret. Bunun bir türlü yapılamamasının sebebi, gelişmiş ülkelerin refahlarını kaybetmek istememesi, Çin, Hindistan ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin ise daha fazla refah, yani gelişmişlik istemesi. Oysa dünyanın yapması gereken şey belli: Fosil yakıt kullanımını en fazla 50 yıl içinde sıfırlamak; aşırı et tüketiminin getirdiği aşırı metan gazı salınımına bir çare bulmak vs. Fosil yakıt kullanımını sıfırlamak denince akan sular duruyor. Çünkü, hem gelişmeye, yani refahımızı arttırmaya devam edeceğiz, hem tüketimi pompalamaktan başka ekonomiyi canlandıracak bir şey bulamayacağız hem de enerji kullanmayacağız... Bu olacak şey değil. Bir yol, alternatif enerjilere yönelmek. Nitekim, kimi Batı Avrupa ülkeleri toplam enerji harcamalarının yüzde 30’a yakın bölümünü güneş enerjisi veya rüzgar enerjisi gibi alternatif yollarla elde etmeye başladı. Ama Amerika’da durum o kadar parlak değil; Çin’de ise hiç değil. (Türkiye’de de devlet maalesef rüzgar ve güneş gibi alternatif enerjiye yeterli desteği vermiyor, elektrik şebekesine gereken yatırımı bile yapmıyoruz.) Bir başka alternatif enerji yolu, füzyon. Çekirdek bölünmesine (fizyon) dayalı mevcut nükleer enerji üretme yöntemi, yarattığı büyük risk nedeniyle giderek daha az tercih edilen bir yol olmaya başladı. Buna karşılık, çekirdek birleşmesine (füzyon) dayalı yöntemi dünya 50 yılı aşkın süredir araştırıyor. Çok yakın zamanda Amerika’da füzyon konusunda önemli bir gelişme yaşandı. Colifornia’daki Livermore’da bulunan ‘National Ignition Facities’de (NIF) ilk kez bir füzyon reaksiyonunda verilen enerjiden daha fazlası elde edildi. NIF’de lazer demetleri kullanılarak hidrojen pelletleri ‘ateşlenmeye’ çalışılıyor. Eylül ayının sonundaki bir denemede, pelletlerde füzyon reaksiyonu, yani iki hidrojen atomunun birleşerek helyumu oluşturması ve bu arada ortaya da büyük bir enerji çıkarması sağlandı. Fransa’da da füzyon konusunda çalışmalar sürüyor. Orada uygulanan yöntem NIF’dekinden farklı. Fransa’da, aynı reaksiyonun devasa mıknatıslar kullanılarak manyetik alan yaratma yoluyla elde edilmesine çalışılıyor. Füzyon, güneşimizin enerji üretme yöntemi. Burada hidrojen atomları olağanüstü yüksek enerji altında daha ağır atomlara dönüşüyor. Esasen doğa hidrojenden daha ağır atomları, bu arada bizim vucudumuzu meydana getiren atomları da, ancak ve ancak güneşlerde, yani yıldızlarda yaratıyor. Küresel ısınmayı yavaşlatıp bir yandan da mevcut ekonomik düzeni korumak için böylesi sonsuz, ucuz ve temiz enerji kaynaklarına ihtiyacımız var. Var ama bakın ne oldu, NIF’deki çalışmalar Amerika’da federal hükümetin bütçe kısıntısı sebebiyle durmasıyla durmak zorunda kaldı. Şimdi umalım da NIF yeniden çalışmaya başlamış olsun.
Zekâ, anne-babadan çocuğa geçer mi?
GELENEKSELLEŞMİŞ teoriye göre insan zekası (intelligence) iki bölümden oluşuyor: Akıcı zekâ ve kristalize zekâ. Buna göre akıcı zeka anlık tepkilerimizi, yeni durumlara hızla uyum sağlama kapasitemizi belirlerken, kriztalize zekâ daha önceden edindiğimiz bilgilerimizi ve becerilerimizi yeni karşılaştığımız durumlara uygulama becerimizi belirliyor. Eğer bu teori doğruysa, genetik açıdan akıcı zekânın anne-babadan çocuklara aktarılma ihtimalinin kristalize zekaya göre daha yüksek olduğunu söylemek gerek. Yapılan yeni bir araştırma, daha doğrusu geçmişte yapılan çok sayıda araştırmanın meta-veri seti üzerinden yapılan bir araştırma, zekânın kuşaktan kuşağa genetik yolla geçtiği veya geçebildiği görüşünü bir hayli zayıflattı. Çünkü elde edilen sonuçlara bakacak olursak, ‘zekâ’ denen şeyin büyük ölçüde kelime hazinesinin genişliğine dayalı ve ‘kültürel’ kökenleri çok yüksek bir şey olduğu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla daha çok okuyan, daha iyi eğitim gören, daha çok bilgiyle karşılaşan, bu bilgileri daha yaratıcı kullanmaya teşvik edilenler aynı zamanda ‘daha zeki’ oluyorlar. (Meraklısı araştırmayla ilgili habere ve araştırmanın kendisine buradan ulaşabilir: http://blogs.scientificamerican.com/beautiful-minds/2013/10/17/the-heritability-of-intelligence-not-what-you-think/? )
http://www.hurriyet.com.tr/
|