Politika; insana özgü bir toplumsal sistemin temel prensipleri. Arapçası siyaset, manası at terbiyesi, anlamlı değil mi? Biz bu kavrama son zamanlarda “açılım” diyoruz. Açıla saçıla bir hal olduk. Demokrasi adına, adalet adına bir hayli patırtı çıktıktan, küreselleşiyoruz, özelleşiyoruz, değişiyoruz bahaneleri ile malı mülkü satıp komisyonculara iyi paralar kazandırdıktan sonra bakın ne haldeyiz, hep birlikte bir düşünelim.
Biz büyük devletiz, 72 milyon insanımız var diye hep öğünüyoruz. Yetmiyor üçer çocuk da hedefimiz var. Okusa da okumasa da, işi olsa da olmasa da, daha da çoğalmayı öğütlüyor bazılarımız. Sonra kendimizi 4 milyonluk Norveç ile, 10 milyonluk Yunanistan ile mukayese ediyor, kişi başı gelir seviyesinde onlara nasıl ulaşacağımızı tartışıyoruz.
Üretmek yerine, tüm üretim imkânlarımızı birileri geldi sattı savdı borcumuz da üçe katlandı. Ne güzel paracıklar geliyor diyerek ülkenin altını üstüne getirdik. Paşa gönlünce girip çıkan kontrol edilemez sıcak para, küçük bir kesimi mutlu etse de, sesi çıkmaz kaderine hep razı büyük çoğunluğun hali ortada, onları işsiz bıraktı. Kendi hammadde ve ara mallarını üreterek ihracata dönük bir ekonomi yaratmak yerine, her şeyi ithal ederek üretim yapmaya çalışarak, “düşük dolar ile aldık pahalı euro ile satacağız” gibi sadece kur farkından kazanmaya dönük, kısır bir dış ticaret anlayışı da yaratarak üretimimizi yok etmeyi başardık. Bir milyon yeni işsiz yaratma becerisini gösterdik. Büyüklü küçüklü 70.000’den fazla iş yeri kapandı. Yok paraya elden çıkarttığımız, yabancı kuruluşların eline geçen iş yerleri bugün kârlarını ülkelerine transfer ediyor diye de kızıyoruz. Boşuna mı aldı adamlar seksen beş yılda yaptıklarımızı, tabiidir ki kazançlarını memleketlerine götürüp kendi vatandaşlarına daha iyi bir hayat sunmaya çalışacaklar. Şimdi de gözleri verimli tarım yapılabilir topraklarımızda.
Kendi enerji kaynaklarımızı hiçe sayarak, tüm benliğimiz ile büyük bir aşk ile ithal ettiğimiz enerji ve ödenen faturası hepimizi fakirleştiriyor. Dünyanın en pahalı enerjisini kullanma, bu enerji maliyeti ile üretim yapmaya zorlayan kamu politikaları rekabet şansımızı yok ediyor. Üretimdeki kamu maliyetleri, çalışanlardan talep edilen yüksek vergiler, sigorta primleri insanları kaçak çalışmaya zorluyor, sosyal haklardan mahrum ediyor.
Fransa’nın bizimle arası pek iyi olmayan Macar kökenli Başkanının, ufak tefek bir otomobil Türkiye’de yapılacak kararına gösterdiği akıl almaz tepki ortada iken biz akarsularımızı, barajları, köprüleri, limanları, ne varsa satmaktan yanayız. Her şeyi ile pek örnek aldığımız ABD’de liman satmak yasak iken biz elde kalan üç beş limanı da bu günlerde elden çıkartmak üzereyiz. Bankaları, sigorta şirketlerini, haberleşme alt yapılarını teslim ettiğimiz tüm yabancı şirketler, hepsi hayatlarından memnun. Türkiye’nin geleceğinden “övgü ile” bahsediyorlar, Telekom’un kamu hisseleri gibi “yeni bir şeyler satacak iseniz herkesten %20 fazla verip alalım” diyorlar. Nerede ise hiçbir yatırım yapmadan mevcut işleyen, üreten tesislerimize el koymaktan pek mutlular. Tek petro-kimya tesisimizi, dünün çaresiz dostu, bugünün gaz satışına %100 zam isteyen Azeri kardeşlerimize satmak, Kazak dostlarımızın İstanbul’un Beyoğlu’nda önemli binaları alma girişimleri, satma taraftarlarımızı pek mutlu ediyor.
Bugün için elde kalan birkaç baraj, iki köprü, becerebilirsek şeker fabrikaları ve Ziraat Bankasını satma girişimleri, bazılarının ellerini ovuşturmasına, gözlerinin parlamasına neden oluyor. Hızımızı alamadık “size de çıkabilir” milli piyango da yolcu. Tarımda halimiz de ortada. Hep beraber at, eşek yer olduk. Ülkede, mecazi değil ama gerçek anlamda, eşek kalmadı. Bütün bu olan bitenden sonra faturayı sadece krize çıkartmak, sahip olduğumuz milyonlarca işsizin açıklanmasında, yaşadıklarımızda tek başına yeterli mi dersiniz?
Olan bitenin hepsi son yılların politikalarının yani at terbiyesinin ürünü. Hızla bilinçli bir şekilde ve büyük bir çaba ile el değiştirtilen servet, yeni varlıklı bir yandaş kesimi yaratırken toplumun tüm kazanımlarını yok etti. İnsanlarımızın çok büyük bir bölümünü, gelecekte bir güvenceye sahip olmaksızın çaresizlikten borç ile yaşamaya yöneltti. Uygulanan politikaların ve toplumda yerleştirilmeye çalışılan korkunun sonuçları biliyorum ki kısa sürede aşılabilir bir tahribat değil.
Bugün toplumun çok büyük bölümü borç ile yaşıyor, 3 milyon 200 bin insan, büyük ölçüde aile, hemen hemen toplumun altıda biri kredi kartı borçlarını ödeyemiyor ve haklarında aylık % 4-5 faiz de uygulayarak takibat yapılıyor ve ülkede hızla çok sayıda yeni icra daireleri açılıyor, saray adı altında mahkemeler, hapishaneler yapılıyor ise gelecek için vahim şeyler oluyor demektir.
Evet dostlar kurulu işlerimizi sattık, sıcak para ile üretmeden hep yaşanır sandık. Mallarımız gitti, toplumda iş aramaktan umudunu kesmişleri de koyar iseniz 6,5 milyon çalışabilir, sesi de hiç çıkmayan işsiz var. Halâ ders almadık olan bitenden, kalan birkaç malımızı da satarak “soğuk suda yavaş ısıtılarak pişirilen kurbağa” örneği yok olup gideceğiz, kendi mallarımızın hizmetkârı olarak yaşayabileceğiz.
Demokrasilerde deniyor, halkın önüne sandık konuyor, sandıktan ne çıkarsa “o”. Sanırım sandığa fazla zaman kalmadı, bakalım kış uykusundan sağlıklı uyanabilecek miyiz?
Kalın sağlıcakla. Haftaya “Yapacak O Kadar Çok Şey Var İken”
|