Dolar, bu satırların yazıldığı saatlerde 2.21'i zorluyordu. Gün içinde 2.20 aşıldı. Dolar yalnızca Türkiye'de yükseliyor değil elbette; Amerikan parası tüm dünyada bir yükseliş eğilimi içinde. Dolarda ortaya çıkan bu yükselişin nedenini haber sayfalarımızda detaylı olarak izleyebilirsiniz. Biz, biraz sonuca odaklanalım istedik. Dolar ister FED'in aldığı ya da alacağını duyurduğu bir karar yüzünden, ister bambaşka bir gerekçeyle, hangi nedenle yükselirse yükselsin, bizde özel sektörün beti benzi atıyor adeta. İşler iyice durgun seyrediyorken, yoğun dış borç stoku ve borç ödeme yükümlülüğü soğuk terler dökülmesine yol açıyor.
Birkaç rakamla durumu ortaya koymaya çalışalım. Haziran sonu itibariyle özel sektörün 166 milyar doları uzun, 112 milyar doları da kısa vadeli olmak üzere toplam dış borcu 278 milyar dolar düzeyinde. Özel sektör, haziran ayı itibariyle bir yılda 142 milyar dolar tutarında ödeme yapacak.
Yine haziran sonu itibariyle reel sektörün döviz pozisyonu açığı 179 milyar dolar.
Haziran sonunda dolar kuru 2.12 düzeyinde bulunuyordu. Yani, haziran sonu itibariyle özel sektörün dış borcunun TL karşılığı 589 milyar, bir yılda ödeyeceği borcun TL 301 milyar, döviz pozisyonu açığının TL karşılığı da 379 milyar düzeyinde bulunuyordu.
Geldik düne, bu satırların yazıldığı saat itibariyle dolar 2.20'ye çıktı, yani haziran sonuna göre 8 kuruşluk artış oldu. Bakınız bu 8 kuruşun getirdiği yüke: Toplam dış borcun TL karşılığı 22.2 milyar, bir yılda ödenecek tutarın TL karşılığı 11.4 milyar, döviz pozisyonu açığının TL karşılığı ise 14.3 milyar lira artmış durumda.
Özel sektör soğuk terler dökmesin de kim döksün! "Dolar biraz daha artsın, bunu sağlamak için faiz biraz daha indirilsin" diyenler, nerelerdesiniz?
Tasarruflar dolara kayar mı?
İstenen, arzulanan özet olarak şöyle; “Faiz düşsün, kur biraz artsın, devlet daha düşük faizle borçlansın, borsamız coşsun”... Hepsini birden sağlamak pek kolay olmuyorsa da, arzumuz bu yönde. Hem ekonomide bir kesim için iyi sayılan gelişmeler, bir diğer kesim için olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.
Dövizin biraz artmasını, ihracatın bu sayede artış göstermesini, cari açığın küçülmesini istiyoruz; ama bu durum dış borcu olan özel sektörün işine hiç gelmiyor.
Faizin düşmesini istiyoruz; böylece işadamının ucuz kredi kullanmasını, yeni yatırımlar yapmasını arzuluyoruz; buna kimsenin itirazı yok da, elinde üç beş kuruşu olanlar mevduat faizi de düşünce bırakınız reel faiz geliri elde etmeyi, daha büyük zarara giriyorlar. Onlar için ne yapacağız?
İşte TÜİK’in resmi verileri. En önemli finansal tasarruf aracı olan mevduatta ağustos ve son üç ayda az da olsa net faiz oluşmuş. Aslında bu dönemler için de net faiz tartışılır; çünkü bu oranlar brüt faiz üzerinden oluşan durumu gösteriyor. Stopaj dikkate alındığında büyük ihtimalle negatife düşülüyor. Son altı ayda, son sekiz ayda ve son bir yılda ise brüt faiz üzerinden bile negatif bir oran ortaya çıkıyor.
Hani, “Hiçbir iyilik cezasız kalmaz” diye bir söz var ya, aynen öyle! Tasarruf et, bankaya yatır, harcamadığın parayı bir anlamda ekonominin kullanımına sun, sonra sana vade bitiminde enfl asyon kadar bile artmamış bir anapara ödesinler. 100 lira yatırmışsın, bir yılda enfl asyon yüzde 10 olmuş, 110 lira alırsan ne kar ne zarar durumundasın, oysa senin eline 105 lira tutuşturuyorlar. Gel de tasarrufa niyetlen...
Gelelim dövize... Dolarda dün başlayan artış devam ederse, tasarrufl ar arasında bir kayma da ister istemez olacaktır. Aslında dünkü artışta dolara olan talebin rolü de yadsınamaz, bu da bir gerçek. Şu da biliniyor, küçük tasarruf sahibi kur yükselince döviz satmayı, düşünce almayı da öğrendi. O yüzden, dolarda dış kaynaklı yükseliş eğiliminin durduğu an, Türk halkının satışa geçmesini beklemek gerekiyor.
“Sanayi üretimini nasıl alırsınız?”
Seçenekler mi; “takvim ve mevsim etkisinden arındırılmış aylık değişim, takvim etkisinden arındırılmış yıllık değişim, hiçbir arındırma işlemine konu olmamış yıllık değişim”... Dünkü yazımızda sanayi üretimini buzdolabına indirgeyerek bir değerlendirme yapmıştık, anlaşılan o konuyu biraz daha açmamız gerekiyor.
Takvim ve mevsim etkisinden arındırılmış endekse göre, haziranda 1000 buzdolabı üretmiştik. Oturduk hesap yaptık; “Takvim ve mevsim etkisi olmasaydı, temmuzdaki üretimimiz 1018’e çıkacaktı” sonucuna vardık. Çok mutlu olduk.
Bir hesap daha yaptık. “Bu yıl Ramazan Bayramı yüzünden temmuz ayında çalışma günü sayısı azdı, o etkiyi arındırırsak, yani takvim etkisinden arındırırsak geçen yıl temmuzda 1000 olan buzdolabı üretimimiz bu yıl 1036’ya çıkacaktı” dedik. Mutluluğumuz daha da arttı.
Bu hesaplamalar yanlış mıydı, değildi tabii ki. Ama bu hesaplamalar yalnızca birer varsayımdı, gerçek ise başkaydı...
Geçen yıl temmuzda 1000 olan buzdolabı üretimi, bu yıl temmuzda, tatil günü sayısının çok olması yüzünden 953’te kaldı. Bu sayıyı (ya da oranı) herkeslerden köşe bucak saklamaya çalıştık. Ama güneş balçıkla sıvanır mıydı ki!
Gerçek budur. “Tatil olmasaydı üretimimiz şuraya çıkacaktı” diye hesaplama yapmak yanlış değildir, ama “gerçekleşen üretim” 953’tür. Yani sanayi üretimi geçen yılın yüzde 4.7 altındadır. Geçen yıl temmuzda 122.93 olan arındırılmamış endeks, bu yıl 117.21’e inmiştir.
Üretimde, “Çalışma günü sayısı azalmasaydı” temennisine dayalı hesaplamaya göre artış vardır, bundan mutluluk da duyulabilir. Ama, gerçek üretim düzeyini yansıtmayan bu duruma bakarak, Türkiye ekonomisinde büyümenin üçüncü çeyrekte hızlanacağını söylemek, zırvalamaktan başka bir şey değildir.