Havuçta aynı nakarat: Ya batarsın ya çıkarsın
Türkiye’de havuç denildiğinde akla 3 ana bölge geliyor: Konya-Kaşınhanı, Ankara-Beypazarı ve Hatay-Kırıkhan. Bu bölgeler, ezeli bir rekabet içinde hem Türkiye’de yetişen havucun temsilcisi olmaya, hem de pazarda en geniş dilimi edinmeye çalışıyorlar. Son 10 yılda üretimini 10 katına kadar çıkaran Konya’nın Kaşınhanı beldesi üretimin ağır topu olarak bilinirken, Beypazarı az miktarda ama kaliteyi ön plana çıkaran üretimiyle biliniyor. Kırıkhan ise Türkiye’nin havuç ihracat pazarının neredeyse tamamını üstlenmiş bir ilçe olarak pazara katkı sunuyor. Ancak pazarda tezgâhın karşısına geçip hangi havucun nereden geldiği üzerine ahkâm kesmek o kadar da kolay değil. Çünkü 3 bölge de aynı tohum çeşitlerini, birbirine yakın iklim şartları ve üretim teknikleriyle üretiyorlar.
Havucun bir buğday, arpa, ya da kendisi gibi kök bitkisi olan patates kadar yaygın yetişememesinin diğer sebebi ise külfetli bir yatırım olarak görülmesi. Zira ekim öncesi tarlanın hazırlanmasından nakliyesine kadar geçen süreç bolca meşakkat içeriyor. Ekimi pnömatik mibzer adı verilen makinelerle yapılan havuç tohumları, sebzeye dönüştüklerinde ise söküm makineleriyle gizlendikleri yerden çıkarılıyorlar. Ama makine kullanımı iş gücüne gerek olmadığı anlamına da gelmiyor. Topraktan sökülen havucun toplanması, yıkanıp temizlenmesi, sınıflandırılıp paketlenmesi ya da yıl boyu pazarı besleyebilmek için depolanması gibi ek maliyetler havuç üreticisinin göze alması gereken faktörleri oluşturuyor.
Eğitimini tarla bitkileri üzerine almış olan Yüksek Ziraat Mühendisi Ahmet Nar, kârının da, zararının da çok yüksek olduğunu söyleyerek havucu diğer tarım ürünlerinden ayırıyor. Sözü havuç üretiminin kendine özgü zorluklarından açan Nar, kök bitkileriyle uğraşmanın ekstra bir mesai gerektirdiğinin altını çiziyor: “Diğer bitkiler gibi havucun da yaprağını devamlı yeşil tutacaksınız, yoksa kök aksamı gelişmez. Havucun pürüzsüz, düzgün, renginin güzel olması için bu gerekli. Toprak üstü sebzeler gibi gözlem yapmak da mümkün değil. Örneğin domateste meyvenin oluşma sürecini görürsünüz, ama havucu sökmeden bir şey diyemiyorsunuz.”
Üretim süreci zahmetli olsa da, uzun bir hasat dönemine sahip olan havucun, koşullar elverdiğinde ekonomik bazda üreticinin yüzünü güldürebileceğine şaşırmamak gerekiyor. Havucun bir diğer avantajı da, ‘soğuk hava deposu’ ya da ‘buzhane’ adı verilen tesislerde depolanıp yıl boyunca piyasada kalmaya elverişli bir ürün olması. Bazen devlet desteğiyle, çoğunlukla ise kendi imkanlarıyla her yıl 2-3 üreticini daha buzhane yaptırdığı Kaşınhanı’nda, artık önder üreticilerin çoğunun tesisinde havuç depolama tesisi bulunuyor. Buralarda topraklı vaziyette depolanıp 4 derece sıcaklıkta bekletilen havuçlar 5-6 ay süresince ihtiyaç oldukça pazara sürülebiliyorlar.
Ancak üreticiler bu yıl yalnızca ihracattan değil, genel üretimdeki performanstan dolayı hayal kırıklığı yaşamışlar. Ancak ilginç olan, bu hayal kırıklığının nedeninin yetersiz değil aşırı üretim olması. Vilmorin Anadolu Tohumculuk ve Genta Satış Müdürü Sıtkı Vursavaş tam da bu noktada, havuç pazarının durumuna ilişkin şunları aktarıyor; “Havuç pazarında 25 yıldır çalışıyoruz. Türkiye’de artık üretim ve yetiştiricilik konusunda bir sıkıntı yok. Havuç pazarının ana sorunu bir politikanın olmayışı. Böyle bir politikamız olmadığı için satış ve pazarlama ile alakalı da sıkıntı yaşanıyor. Havuç üretimi ülke tüketimimizden fazla olduğu için muhakkak üretimin yüzde 50’si ihracat edilmeli ki pazarda fiyatlar çok düşmesin. Ancak bilindiği gibi son dönemde Ortadoğu ve Arap ülkelerindeki politik istikrarsızlık bu pazarlara ihracatımızı olumsu etkiledi. Rusya’ya olan ihracatımız da politik gerekçelerle sıkıntıda. Üretim planı da yapılmadığı için ürün fiyatları beklentiyi karşılayamıyor. Üretici kooperatiflerinin olmayışı, soğuk hava depolarının yetersizliği gibi nedenler havucun pazarlamasında sorun yaratıyor.” Havuç sektörünün büyük ölçüde yaygın görüş; “ya batarsın ya çıkarsın” yönünde. Üretimindeki maliyet ve diğer zorluklar düşünüldüğünde, havuçtan değer üretmeyi planlayan kişinin –en azından bugünkü koşullarda- bu riski göze alması gerekiyor. Aşırı üretim yerine, iyi tesis, kalite ve ihracat planıyla bu riskin üstesinden gelecek üreticiyi ise büyük ‘ödül’ bekliyor. |