Patates deyip geçmeyin sakın. Avrupa medeniyetinin doğuşuna neden olan bir nimet o. 8 bin yıldan beri insanlar için vitamin deposu bu sebzeden yapılan yemeklerin lezzetine de doyum olmuyor.
Çocukluğunuzda şişman birisiyle alay ederken, “şişko patates” diye bağırdığınız oldu mu? Ya da kof bir adamı anlatırken, “patates çuvalı gibi” tanımlamasını kullandınız mı hiç? Aşağıladığımız, suçladığımız patatesin aslında, dünya tarihini değiştiren bir sebze olduğu hiç aklınıza geldi mi? Bu söylem benim değil. Ünlü tarihçi William H. McNeil, 1999’da yazdığı, ‘Patates Dünya Tarihini Nasıl Değiştirdi?’ başlıklı makalesinde bunu öne sürdü. McNeil, Amerika kıtasından gelen patatesin, 1770’li yıllarda kıtlık ve açlık çeken Kuzey Avrupa’yı yok olmaktan kurtardığını, zenginleştirdiğini ve bugünkü devletlerin kurulmasına ön ayak olduğunu iddia etti. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: “Patates Amerika kıtasından gelmeseydi, Avrupa bugünki gibi olmayacaktı.” Tahıla nazaran dört kat daha fazla karbonhidrat içerdiği için Avrupa’da hızlı nüfus artışına, kıtanın sanayileşmesine ve bugünkü uygarlığın oluşmasına katkıda bulundu. Patates bu kadar masum mu? Değil elbette. Bu bitki bir kıtayı kurtardığı gibi, bir ülkeyi de perişan etti. Yani doyurduğu gibi açlıktan öldürdü de! Aslında bu katliam patatesin suçu değil, suçlu, ‘Phytophthora infestans’” adlı bir mantarın. Katliamın öyküsü şöyle: ‘İrlanda Açlığı’ adını alan, İrlanda patatesinin zehirlenmesi sonucu meydana gelen büyük felaket 1845-1851 arasında gerçekleşti. 1841’de İrlanda’nın nüfusu sekiz milyon civarındaydı. En aşağı yarısının temel gıdası patatesti. Bunun böyle olmasının nedeni, İrlanda’nın o sıralarda İngiltere’nin bir parçası olmasına rağmen tam bir sömürge gibi yönetilmesiydi. 1845’te Amerika’dan gelen zehirli bir mikroskobik mantar, patates ürünün üçte birini mahvetti. Kıtlık 1847’de zirveye ulaştı çünkü aç kalan halk tohumlukları da yemişti. Kıtlık öylesine acımasızdı ki 1847’de, İrlanda nüfusunun yüzde 18.5’i yok oldu. Modern tarihçiler, İrlanda’da bu kıtlıkta 2.5 milyon insanın öldüğünü söylüyor. İrlanda’da patates her şeye rağmen bugün de saygı duyulan bir sebze. Kırsal kesimde birbirine kadeh kaldıran üreticiler hâlâ şöyle dilekte bulunurlar: “Sana sağlık ve uzun bir yaşam, kira vermediğin bir patates tarlası ve her yıl bir çocuk dilerim.”
ALMANLAR’IN GADDARLIĞI
Patatesin Avrupa’ya yayılışı, Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) sırasında gerçekleşti. Almanya’ya giden İspanyol askerler, yanlarında at yemi olarak patates götürmüşlerdi. O sıralarda yoksulluktan sürünen Alman köylüler, İspanyollar’dan kâh aşırarak kâh dilenerek ilk kez patatesi tatma fırsatı buldular. Ama, nasıl yiyeceklerini bilmedikleri için, soymadan çiğ çiğ mideye indirdilerler. Bu da şiddetli hazım rahatsızlıklarına neden oldu. Bunun üzerine, patatesin hastalık kaynağı olduğuna hükmedildi. Hatta, veba, kolera, humma, cüzzam gibi ölümcül bulaşıcı hastalıklara da yol açtığı söylentileri yayıldı. Almanlar ‘kartoffel’ diye adlandırdıkları ve hastalık kaynağı olarak fişledikleri patatesi, yemeyip sadece hayvan yemi olarak kullandılar. Ama, savaş esirlerine vermekte de sakınca görmediler. Almanlar’ın bu gaddarca tutumu olmasaydı, belki de patates hep hayvan yemi olarak kalacaktı. Tanrıya şükürler olsun ki, patates insanlara kaldı. Yedi Yıl Savaşları sırasında Almanlar’a esir düşen Antoine-Augustin Parmentier adlı bir Fransız eczacı, esir kampında sırf patates yiyerek hayatta kalmayı başardı. 1763’te esaretten kurtulup ülkesine dönünce, ömrünün geri kalan kısmını, hayatını kurtaran patatesi tanıtmaya ve aklamaya adadı. 1920’de Amerika’da icat edilen patates soyma makinesinden sonra fast-food kraliçesi olan bu sebze, beslenme uzmanları tarafından suçlu yiyecekler listesinin en başına kondu. Oysa bu uzmanlar patatesin geçmişini bilselerdi kendilerine mutlaka şu soruyu sorarlardı: O olmasaydı Avrupa bu gün nasıl olurdu? Patatese biraz saygı lütfen!
8 bin yıllık tarihi var
Patates, 8 bin yıldan beri yetiştirilen bir sebze, vatanı Güney Amerika. And dağlarının Peru kesimindeki Kızılderililer, bu bitkiyi yetiştirmeye o tarihlerde başladılar. İnka’ların tanrısal bir anlam yükledikleri patatesi İspanyol fatihler, 16. yüzyılda Avrupa’ya getirdiler. Ama Akdeniz havzasının bu yeni sebzeyi benimsemesi 19. yüzyılın ortalarına kadar sürdü. Patatesin Türkiye’ye girişi, 1850’lerin başında Rusya ve Kafkasya’dan Doğu Karadeniz’e, 1853’ten sonra da Avrupa üzerinden Sakarya vadisine olmuştur.
Kralın promosyonu
Kıtlık had safhaya varıp da halk açlıktan kırılmaya başlayınca, Fransa Kıralı 16. Louis ve Kraliçe Marie Antoinette de patates tüketimini özendirme kampanyasına katıldı. Kral, 50 hektarlık bir askerî araziye patates ektirdi; çok değerli bir bitki yetiştiriliyormuş gibi, tarlanın etrafına nöbetçiler diktirdi. Bu da halkın ilgisini çekti. Zaten amaç da buydu.
Vitamin deposu
Patatesin besleyiciliği hakkında spekülasyonlar çok. Oysa patates hiç yağ içermez. Orta boy haşlanmış ya da fırında pişirilmiş bir patates sadece 100 kalori verir. Buna karşılık patates lifli bir besindir. Bir C vitamini ve B6 vitamini deposudur. Demir de içerir. Her gün 200-300 gram büyüklüğünde bir patates yenmesi halinde, vücudun günlük C vitamini ihtiyacı rahatlıkla karşılanabilir. Son yapılan çalışmalarda patatesin bir nitrik asit ve çinko deposu olduğu da kanıtlandı. Patatesin kadınlarda göğüs kanseri riskini azalttığına da inanılıyor.
Hızır gibi yetişir
*Bağışıklık sistemini güçlendirir. Kanı alkali hale getirir. * Haşlanmış ve lapa haline getirilmiş patatesin zeytinyağı ile yoğrulması ile elde edilen hamur yanık, kan çıbanı, hemeroid gibi hastalıklara iyi gelir. * Ayna ve camlar patates ile ovulursa peril pırıl olur. * Kaynatılmış patates suyuyla silinen halıların rengi tazelenir, parlar.
MUTFAKTA PATATES
200’den fazla patates çeşidi var. iminin nişastası bol, kiminin kabuğu sert, kiminin dokusu yumuşak, kiminin suyu daha fazla ama hepsi lezzetli. Patatesten ne yapılmaz ki! Kızartması, haşlaması, püresi, omleti, kumpiri, etli yemeği, cipsi, köftesi, alkolünden yapılan içkileri… Mutlaka unuttuklarım vardır.