Küresel krizin başlangıç dönemlerine benzer gelişmeler izliyoruz.
Hatırlayacaksınız, kriz başladığında her ülke ve AB gibi oluşumlar kendi önlemlerini almaya ve dolayısıyla krizden en az etkilenme yolarını aramaya başladılar.
Ancak bu tür yaklaşımlar sonuç vermeyince ve uluslararası bir koordinasyon gerektiği anlaşılınca, çabalarını birleştirme kararı aldılar. Bu doğruydu, çünkü krizden az veya çok bütün ülkeler etkilenmişti,
Merkez Bankaları ortak kararlar aldılar.
Piyasalara aktarılacak kaynakları birbirlerine danışarak belirlediler.
G-20 üyeleri çeşitli toplantılar yaptılar, Finans piyasalarının yeniden yapılanması gerektiği üzerinde durdular.
IMF’in yetkilerini ve kaynaklarını arttırdılar.
Finans piyasalarının yeterince denetlenmendiği görüşüyle, piyasaları sıkştırıcı önlemler aldılar.
Piyasalara aktarılan büyük hacimli kaynakların ne zaman geri çekileceği veya geri çekilmenin erteleneceği konularını görüştüler.
Serbest piyasa kurallarının mutlaka işletilmesi gereği üzerinde mutabaka vardılar.
Kurlara müdahale edilmemesi üzerinde anlaştılar.
Hem istihdam ve hem de tüketim sektörlerinde korumacılık önlemlerine asla başvurulmaması üzerinde mutabakat sağladılar.
Ancak, krizden çıkılmaya başlanılması ile birlikte uluslararası koordinasyon etkisini yitirmeye başladı. Bu da doğaldı. Çünkü krizden bütün ülkeler ayni ölçüde etkilenmemişti.
Ekonomik yapıları farklıydı, gelişme yolundaki ülkeler, gelişmişlere nazaran daha avantajlı hale gelmişti. Türkiye gibi bazı ülkeler bu krizi daha önce yaşamışlar ve mali yapılarını güçlendirmişlerdi. Finansal hacimleri daha büyük olan ve çeşitli finans piyasası türevlerini kullanan ülkeler krizden daha çok etkilenmişlerdi.
Dışt icaret açığı verenler de vardı, dış ticaret fazlasına sahip olanlar da.
Cari dengeleri de farklıydı.
Uluslararası geçerliliği olan paraları basabilenler de vardı, basamayanlar da,
Kamu açıkları ve dış borçları da farklıydı.
Hal böyle olunca, küresel bazda ortaya konulan öneriler artık herkesi tatmin etmemeye ve hatta zaman zaman ulusal çıkarlarla ters düşmeye başladı
Hiçbir ülkenin, kendisini dış piyasalardan tamamen ayrıştırmasına imkan yoktu ama her alınan önlemin arkasından gitmenin bir anlamı da yoktu.
Şimdilerde bu ortamı yaşamaya başladık.
ABD, durgunluğun sürmesi yerine, uzun vadede daha yüksek bir enflasyonu göze almış gibi görünüyor. Piyasalara kriz süresince aktardığı paraları geri çekmek bir yana, yeni kaynaklar aktarmanın hesabını yapıyor. Bunun için para basıyor.
Düşük dolar değeriyle ihracatını arttırmak ve istihdam hacmin genişletmek istiyor.
Bazı ülkelerin Merkez Bankaları kurlara doğrudan müdahale ederek rekabet gücü kazanmaya çalışıyor.
Çin ve Japonya paralarının değerini düşük tutmanın çabasında.
ABD döviz kurlarına yapay müdahalelerde bulunan ülkelere ve özellikle Çin’e karşı bir ticaret savaşı açmanın eşiğinde.
Burada bir hususu belitmem de yarar vardır.
Kur savaşlarının ,ticaret savaşlarına dönüşmesi çok tehlikelidir.
Korumacılığın bütün boyutlarıyla yeniden gündeme gelmesi anlamını taşır.
Subvansiyonlar, damping uygulamaları, kotalar, tarife içi ve dışı engeller,kambiyo sınırlamaları uluslararası serbest ticaretin yerini alabilir.
Krizden bir başka ders çıkarmamız da mümkündür.
Uluslararası kurallar, ülke çıkarlarıyla örtüştüğü sürece geçerlidir.Aksi takdirde her ülke bu kuralları etkisizleştirmek için, gizli olanlar da dahil, her türlü önleme başvuracaktır..
Şevket Özügergin
|