Antropologlara kulak verecek olsam, bunun ‘ilkel toplumlara dair’ miadı dolmuş bir mevzu olduğunu, bugüne uyarlamanın mantıksız olacağını söyleyebilirler. Sokaktaki Rus’a sorsam, “Rusya’yı akılla anlayamazsın, arşınla ölçemezsin; Rusya’ya inan, gerisini merak etme sen!” diye gülüp geçer. Karıma danışsam, “Rusya’nın derdi seni mi gerdi?” diye fırça atar. Ama taktım bir kere; anlatacağım size.
Bir süredir, “Rusya’yı anlamaya çalışırken önemli bir anahtar, Rusların esasında avcı bir millet olduklarını baştan kabullenmek” diye düşünüyorum. Kavramakta zorlandıklarım neler mi? Mesela: Herşeyi hemen elde etme sabırsızlığıyla birkaç yılda ekonomiyi zirveye uçurup sonra çukura düşürmeleri... Hedefe ulaşırken katı, nobran davranmaları... Hayata, yapılan iyiliklere karşı pek minnet duygusu beslememeleri ve bunları ‘zaten olması gereken normaller’ diye karşılamaları... Olaylara düz ve basit yaklaşıp karar anında acımasız, katı, hatta merhametsiz olmaları; ama yalan dolana, üçkağıda fazla meyyal olmamaları... Sadece iklim şartlarına değil, zorlu hayat şartlarına da dayanıklı olmaları, kolay ağlamamaları, kolay kavramaları, adapte olmaları... İyisiyle kötüsüyle listeyi uzatmak mümkün. İnsanlık tarihinde, tarım öncesi dönemde avcılık tek geçer akçe idi. Ama iklim koşulları yüzünden Ruslar tarıma kolay geçemedi ve sanırım bugün bile hala karakteristik olarak ‘avcı toplum’un genlerini koruyorlar. Tarımla uğraşıyorsanız tohumu atmaktan hasadı dermeye kadar upuzun bir süreçte emek vermek, sabretmek zorundasınız. Oysa avcıysanız o sabah elinizde silahınızla çıkıyor, akşama ya vurduğunuz avla ya da eli boş dönüyorsunuz. Karşıdaki ormana değil, önünüzdeki ağaca bakmalısınız. Tarla size ne ekerseniz onu biçeceğinizin garantisini veriyor; ama daldığınız karanlık ormanın bir garantisi yok, tetikte olmak, uyanık durmak, karşınıza çıkacak fırsatı anında değerlendirmek zorundasınız. Tarlada ne kadar çok çalışırsanız, suyuyla çapasıyla ekine ne kadar iyi davranırsanız o kadar yüzünüzü güldürüyor. Oysa avınıza iyi davranma, karşısında gevşeme, pazarlık yapma hakkınız yok; fırsatı bulduğunuz an alnının ortasında vurmalısınız. Tarlada merhametli, avda taş kalpli olmalısınız. Tarlada yaşatmak, avda öldürmek zorundasınız. Yoksa aç kalırsınız. Tarım dediğin vadesi uzun, devamlılığı olan bir uğraş; stratejik olmak zorundasınız. Av çoğunlukla vur-kaç üzerine kurulu, devamlılık garanti değil, bulunca koparabileceğinizin en fazlasını koparmalısınız; geçer akçe strateji değil, taktik. Etrafıma bakıyorum. Tam bir cangıl havası. Moskova ellerde tüfek ve baltalarla dalınmış bir karanlık ormana, bir av arazisine benziyor. Herkes herşeyi hemen elde etmek için ağzında köpüklerle saldırıyor. Av sıçrayıp kaçmadan yakalamak lazım. Hayat ‘gez göz arpacık’ halinde yaşanıyor. Bazen serçelere yem atanları görüp umuda kapılıyorsunuz; ta ki yeme gelen serçelerin tepesine düşecek tuzağı, ağı görene kadar. Ağaç dikip üç-beş sene sonra meyve toplamanın hayalini kuranlar saftirik sayılıyor. Hele bu kriz sillesini vurmadan evvel altı ayda ya-tırımını amorti etmeyen işe ‘batak’ gözüyle bakılırdı. Avcı toplum emareleri gecesiyle gündüzüyle hayata damgasını vuruyor. İlişkiler bile çoğu kez ekilip, sulanıp büyütülen tarlayı hatırlatan flörtlerle değil, atmacanın ışık hızıyla inip, bir sürüngeni kapıp götürmesi gibi şip-şak yaşanıyor. Ve geriye kritik bir soru kalıyor: Ortada avcı diye dolaşanların ne kadarı aslında av olarak kalmaya mahkum? Av sandıklarımızın ne kadarı pusuda bekleyen vahşi avcı?
Suat Taşpınar
radikal.com.tr |