IMF'nin ve Dünya Bankası'nın yaşamımızdaki yeri giderek daha etkili olacak. Her ne kadar 'istemiyoruz' politikamız varsa da hemen yan cebimizi gösteriyoruz. Görünürde başka çare de yok.
Geçmişte bir hayli tartışmaya neden olan ve ümüğümüzü sıkan, ucuz döviz, yüksek faiz politikası ile ülke üretim yapısının değişimini sanırım bilinçli politikalarla hazırlayan Uluslararası Para Fonu'na (IMF) günümüzde yeni bir itibar kazandırılıyor ve "Yeni düzenin patronu IMF oldu" deniliyor. Özellikle G-8 denilen; ABD, AB'nin büyükleri ve Japonya gibi dünyanın en büyük sekiz ekonomisine sahip ülkelerin ortak kararlarıyla IMF'yi dünya ticareti içinde çıkış yolu bulamayan ülkelere destek olup, kendilerine de ayak bağı olmalarını engelleyecek politikalarla görevlendiriyor ve daha insancıl görünümlü uygulamalara doğru yönlendiriyorlar. Gelin yine kısa bir tanımlama yapalım; nedir bu IMF? İkinci Dünya Savaşı sonrası iyi düşünceler ile kurulmuş. Resmi amacı; savaş sonrası ortaya çıkan problemlere ve özellikle savaşta perişan olan Avrupa'ya mali imkânlar sağlayarak toparlanmasına destek olmak, dünya ticaretini geliştirebilmek ve ülkeler arasında mali dayanışmaya bir güven sağlamak. Bunlar ulvi amaçlar. Bir de sanırım para verdiği ülkelerin ekonomi politikalarına müdahale etmek, borçlandırarak etkili milli sanayilerinin kurulmasına müdahale, hatta engel olmak, borçları baskı aracı olarak kullanarak, emperyalist tekelci politikaların oluşmasına imkân sağlamak gibi resmi olmayan amaçları da var. Bu para fonuna biz de dahiliz. Bizimle beraber 116 üyesi olmuş. Takip etmişsinizdir; geçen günlerde Londra'da G-20 adı altında dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinin liderleri toplandı. Onlar kısık odun ateşinde pişmiş kuzu kol yerken sokaktaki göstericiler "Yetti artık çalmayın paralarımızı, dünyayı kumarhaneye çevirdiniz" diye bir hayli tepki gösterdi. Liderler arada sadece ihtiyaç molası vererek, sekiz saat kesintisiz konuşup dünyanın derdini çözüverdiler. Keşke daha önce bir araya gelseydiler, bu kadar sıkıntı çekilmezdi. Aslında bu G-20, G-8 denilen büyüklerin şakşakçısı oluyor. Büyükler daha önceki toplantıda kendi aralarında neye karar verdiyseler, G-20 de ona karar veriyor. Biz de gelişmekte olan ülke olarak bu grubun içindeyiz ama hoş bir durum var. Bizim bir hayli farklı ve garip bir konumumuz var: Biz bu grubun içinde IMF'den destek alan tek G-20 ülkesiyiz. IMF desteğine muhtaç dostlarımız da biraz kabaca ekonomilere sahip Polonya, Macaristan, yanında kardeş Pakistan, Sri Lanka, Letonya, El Salvador, Ermenistan, Moğolistan gibi ülkeler. Yani her nasılsa hem gelişiyoruz hem Sri Lanka gibiyiz. IMF'den borçlanma ihtiyacı içindeyiz. Yani Süleyman Bey'in deyişi ile "Eyiyiz, Eyi". 'Nasıl aldın' diye sorulacak Londra toplantısından sonra bu IMF'nin ve tabiidir ki kankası Dünya Bankası'nın yaşamımızdaki yeri bir hayli etkili olacak. Her ne kadar istemiyoruz politikamız varsa da hemen yan cebimizi gösteriyoruz. Görünürde başka çare de yok. Ama öfkeli devlet adamlarımız geçen günlerde IMF'ye de kızdılar. "Vatandaşlarımıza 'Nereden buldun' diye sorulamaz, bunu bize zorla sordurmaya kalkarsanız sizden para almayız ha" diyerek korkuttular. Ara çözüm bulundu, demokrasilerde zaten bitmiyor. "Nereden buldun" denmeyecek, daha kibar olunacak. "Nasıl aldın" diye sorulacak. Günümüzde el değiştiren servetten pay almayı beceren uyanık vatandaşlarımız da sanırım bir dönem hiçbir şey almayarak nakit zengini olacaklar. Hal böyle, bizde işler iyi derken kendi aralarında anlaşan büyük ekonomiler 2008 yılının son üç ayında %0,8 ile %1,8 arasında küçülmüşler. Aynı dönem, bizdeki teğet geçerken biraz acıtan küçülme %6,2. Kanka Dünya Bankası da boş durmamış, hesaplamış; küresel ekonominin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilk kez 2009 yılında %1,7 daralacağını söylüyor. Biz onu da üçle dörtle katlar, "Kalan sağlar bizim yola devam, önümüz yaz; domates, karpuz masraf çok olmaz" der rahatlarız. Ama dünya finans sektöründeki sıkıntı, işlemeyen kredi piyasaları, dünya ticaretinde beklenen %7'lik küçülme eski alışkanlıklarımız ile sürdürülecek bu yola devamı ne kadar gerçekçi kılar bilen yok. Bu arada bir hayırlı gelişme oldu; G-20 toplantısı sonrası, "Vergi cenneti denen ülkelerdeki işlemlere, kural dışı bankacılık işlemlerine müdahale edeceğiz" diyorlar. Bu işi her nedense en çok Almanya ve Fransa istiyor. Komşularından rahatsız olmalılar. Ama açıkça isim vermiyorlar, kibar davranıyorlar. Bizim de bu vergi cennetlerinde yüz milyar dolardan fazla paramız olduğu söyleniyor. Hatırlayacaksınız, "BDDK" Başkanı geçen günlerde "Bizim vatandaşlarımızın sadece bir Kuzey Avrupa ülkesinde altmış milyar doları var" demişti. Vergi cennetlerinde böyle bir paramızın olduğu söylenirken dış borcumuz söylenti değil. Kesin hesap 2008 yılı sonu itibariyle kamu borcu, özel sektör borcu 276 milyar dolar. Bu yıl cari açıklarımızı kapatmak için en az 20-25 milyar dolar daha IMF'den alıp hep beraber faiz ödemek için paşa paşa çalışırız. "Kader utansın" deriz, "Çocuklarımıza onurlu borç bıraktık" diyenlerimiz bile çıkabilir. Keyfiyet böyle dostlar, karar: Ümük sıkılacak ama çok da acıtmamalı. Soğuk suda pişirilmeye başlanan kurbağa gibi alıştıra alıştıra yapılmalı, uygulamalar daha ehlileştirilmiş olmalı. İşimiz zor, geçmişte de olduğu gibi IMF'den alınacak paralar günü kurtaracak, borçlar artacak, kemer biraz daha sıkılacak. Borç para bir tarafa, bizim zenginleşebilmek, başkalarına muhtaç olmamak için uzun vadeli, gerçekçi sanayi politikalarına, akılcı tarım politikalarına, yarım yamalak eğitip sokağa saldığımız çocuklarımız için ülke ihtiyacına uygun eğitim politikalarına, toplum için sağlık politikalarına ihtiyacımız var. Çözüm yine bir başka bahara.
Kalın sağlıcakla. Haftaya: Haydi bakalım kolay gelsin,
kaynak: referans |