Güngör Uras
Olayların içinden
[email protected]
2010 yılında denizlerimizden 399 bin ton balık çıkarıldı. Bunun yüzde 57’si 229 bin tonu Hamsi. Hamsinin yarısını yiyoruz.Yarısını balık unu yapıyoruz. Hamsi benzeri az yenilen çaça balığını da bir yana koyalım. Kalıyor geriye hamsi ve çaça dışında 113 bin ton balık.
Bu 113 bin ton balığın 27 bin tonu sardalye, 20 bin tonu istavrit, 13 bin tonu mezgit, 9 bin tonu palamut ve torik, 4 bin tonu lüfer…
Eğer çiftlik balığı, iç sularda yetiştirilen balıklar ve ithal balıklar olmasa halkımız balık yüzü göremeyecek.
Şimdilerde iç sularımızda, göllerimizde, barajlarımızda, göletlerimizde büyük ölçüde alabalık üretimi var. 2010 yılında iç sularda 78 bin ton alabalık üretildi.
Balık çiftliklerine “tüü kaka” diyoruz. Balık çiftliklerinde üretim yapanları “itiyor, kakalıyoruz” ama piyasaya levreği, çipurayı onlar veriyor.
2010 yılında çiftlik balık üretimi 88 bin ton ile denizlerden ürettiğimiz, hamsi ve çaça balığı dışındaki tüm balık üretimi rakamına yetişti.
Miktarını bilen yok
Denizlerden üretilen levrek 577 ton, çiftliklerde üretilen levrek 50 bin 796 ton… (Ey deniz levreği diyerek kilosu 10 TL olan çiftlik levreğini kilosu 140 TL’den yiyen balık meraklıları… Bilginiz olsun…)
Bunlar içerideki durum… Gelelim dışarıdaki duruma…
Son yıllarda denizlerimiz kuruyunca, dışarıdan balık ithalatı arttıkça arttı.
Somon balığı Norveç’den geliyor. Hem de EFTA üyesi olduğumuz için sıfır gümrükle bol bol geliyor.
Norveç’den sıfır gümrük ile balık ithalatı yapanlar bu işi sevdiklerinden somom yanında diğer balıkları da getirmeye başladılar. Uskumru, fener ve mezgit Norveç’den gelmeye başladı. Şimdilerde ithalatçılar Norveç’den çiftlikte yetiştirilmiş kalkan balığı ithal ediyor.
(Karadeniz kalkanı diye yediklerinizin Norveç kalkanı olduğunu biliniz.)
Afrikalılar da bize balık gönderiyor. Senegal, Mısır ve Gine’den lahos, mercan, dil ve barbun geliyor. Akdeniz ve Ege kıyılarındaki lokantalarda taze lahos diye yediğimiz, taze barbun diye yediğimiz balıklar Senegal ve Gine balığı.
Barbu’nun iyisi Hollanda’dan Kalamar’ın iyisi (donuk olarak) İspanya’dan geliyor. ABD ve Kanada’dan istakoz, yengeç, deniz tarağı ithal ediyoruz.
Diğer kabuklu ve kabuksuz deniz ürünlerini sayamıyorum. Kafalar karışacak.
Bütün bunları neden yazıyorum. Amacın bağcıyı döğmek değil balık yemek… Denizlerimizi yanlış avlama
ile kurutuyoruz.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda şimdilerde Balıkçılık Genel Müdürlüğü kuruldu. Umulur ki, Bakanlık balıkçılık politikası oluşturmada ve yanlış avlamaları denetlemede daha etken olur.
Bu arada, balık çiftliklerinin önemi de belki anlaşılır.
Lüfer balığı, hamsi ve istavritin peşi sıra Boğaz’a inecek
Lüfer balığı eylül ayından itibaren hamsi ve istavrit sürülerinin peşi sıra Boğaz’a inecek. Bu balığın 10 cm’den küçüğüne “defne yaprağı”, 10-15 cm arasındakine “çinakop”, 15-20 cm arasındakine “sarıkanat”, 20-30 cm arasındakine “lüfer” ve daha büyüklerine de “kofana” adı veriliyor.
Balıkçılarımız deliği küçük ağlar kullanarak, yumurtlayacak boya ulaşmamış 23-25 cm’den küçük lüferleri avladıkları için lüferin soyu tükenmeye başladı.
Balıkçı tezgahlarında çinekop ve sarıkanat var da, lüfer görünmez oldu. Halbuki lüfer Boğaz’ın, İstanbul’un balığı.
Defne Koryürek ile Mehmet Gürs’ün öncülüğünde faaliyet gösteren “Fikir Sahibi Damaklar” topluluğu, Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı ve İÜ Su Ürünleri Fakültesi’nin işbirliği ile “İstanbul lüfere hasret kalmasın” adını verdikleri bir kampanya başlatı. Kampanyanın amacı, yumurtlayacak büyüklüğe erişmeden lüferlerin avlanmaması. Denizlerimizde lüferin soyunun kurumaması.
Denizlerimizden 2002 yılında 25 bin ton lüfer çıkıyordu. 2010 yılında balıkçılar gırgırla, tröl ile denizi kazıdılar, kazıdılar sonunda küçük küçük 4 bin ton lüfer bulabildiler.
43 bin ton lüfer
Çünkü lüferleri yumurtlama boyuna gelmeden avlıyor, afiyet ile yiyoruz.
Lüfer bizim denizlerimizin balığı. 2002 yılında dünya denizlerinde avlanan 43 bin ton lüferin yarıdan fazlası bizim denizlerimizden çıkmıştı.
Lüferlerin yumurtlayabilmeleri için 23-25 cm boyuna ulaşmaları gerekiyor. Yüzde yüz erişkinlik boyu 27 cm. Ama 23-25 cm boyuna gelen lüfer yüzde 60 üreme yeteneğine sahip oluyor. Çok az durumda 19 cm boyundakiler de yumurta bırakabiliyor ama bunların toplam lüfer stokları içindeki payı yüzde 10’un altında.
“İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın” sloganıyla başlatılan ve sürdürülen sivil toplum hareketi, kamuoyunun desteğini gördü. Hareketi başlatanlar çabalarını sürdürüyor.
Top, Bakan Eker’de
1 Eylül’de balık avı yasağı kalkacak. 1 Eylül’den önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından balıkçıların kaç cm’lik lüfer avlayabileceklerinin belirlenmesi gerekiyor.
Bu düzenleme ile ilgili olarak Ankara’da bir toplantı yapıldı.Toplantıya kampanyayı başlatan Fikir Sahibi Damaklar grubunun lideri ve temsilcileri, Greenpeace gönüllüleri, üniversite öğretim üyeleri, Poyrazköy ve Rumelifeneri balıkçıları katıldı.
Toplantıda 23-25 cm’den küçük lüferlerin yumurtlayamadıklarının, yumurtlayamayan yavru lüferlerin yakalanması sürer ise denizlerde lüfer kalmayacağı anlatıldı.
Fakat bu konuda top Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’de. Bakanın verdiği söze güveniliyor. Çünkü, Mehdi Eker 18 Şubat 2011 tarihinde İstanbul’da Bab-ı Ali Toplantıları’nda yaptığı konuşmada, “Lüfer konusunda detaylı bir çalışma yaptıklarını ve bir düzenleme ile lüfer avlanma boyunun 23 santim olacağını” söylemişti.
23 cm’lik lüfer, “Seninki kaç santim” sloganı ile 24 cm’den küçük boyda lüferlerin avlanmaması, satılmaması için çaba gösteren Fikir Sahibi Damaklar hareketi önderlerinin savundukları ölçüden 1 cm küçük ama… Hiç yoktan iyidir.