Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 10 Ocak 2025 Cuma
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  BASINDAN MAKALELER » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

 
 
 
 
   Güler yüzlü kapitalizm

   

    Orhan AKIŞIK 



 
 
 
 

Tarihe Prag Baharı olarak geçen dönemin üzerinden kırk yılı aşkın bir süre geçti. 1968'de Çekoslovakya'da "güler yüzlü" sosyalizmi kurmak amacıyla iktidara gelen Alexander Dubçek'in temsil ettiği reformist çizgi, başta Sovyetler Birliği olmak üzere Varşova Paktı - Romanya hariç - üyelerinin hoşuna gitmemişti. 

Karşı devrimci olarak nitelenen hareketin 20 Ağustos'ta Çekoslovakya'ya giren Varşova Paktı birliklerince bastırılması, sosyalist blokta kamplaşmalar ve görüş ayrılıklarının da başlamasına neden oldu. "Güler yüzlü" sosyalizm kavramının ülkemizdeki temsilcisi Türkiye İşçi Partisi'nin eski Genel Başkanlarından Mehmet Ali Aybar'a göre sosyalizmin başarısı, tepeden inmeci yaklaşımı terk edip halkla bütünleşmesine, dış baskılardan kurtulup ulusallaşmasına bağlıydı. 

Yıllar geçti; sosyalizm bu hedefine ulaşamadan tarih sayfalarındaki yerini alırken, kapitalizm de kabuk değiştirerek neoliberal akımın etkisi altına girdi. Sosyalist blokun eski üyelerinin de aralarında olduğu birçok ülke 1990'ların başından bu yana yeni ekonomik düzenin gerektirdiği reformları hayata geçirmekle meşguller. 

Vergilerin ve kamu harcamalarının kısılması, serbest ticaretin önündeki tüm engellerin kaldırılması ve piyasalardaki düzenlemelere son verilmesi olarak özetlenebilecek neoliberal ekonomik modelin geçen zaman zarfında, birçok ekonomik sorunun yanı sıra işsizlik sorununa da çözüm getiremediği görülüyor.

2011'in ilk aylarından itibaren Arap ülkelerinden başlayarak gelişmis ülkelere doğru genişleyen kitlesel hareketlerin temelinde yatan da büyük ölçüde bu çözümsüzlük. Resesyon, tanımı icabı birçok ülkede sona ermiş olsa da, işsizlik artmaya devam ediyor. ABD'de alınan tüm önlemlere rağmen işsizlik oranı hala yüzde 9. Şirketler karlarını arttırırken istihdam olduğu yerde sayıyor.

AB'nin de ABD'den geri kalır yanı yok; AB bölgesinde Eylül ayında işsizlik yüzde 10.2 olarak gerçekleşti. İspanya ve Yunanistan'ı ise söylemeye gerek yok. Her iki ülkede de işsizlik yüzde 20'yi aşmış durumda. İşsizliği kontrol altına almada en başarılılardan biri olarak gösterilen Almanya'da bile oranın yüzde 7 olduğu düşünüldüğünde durumun vehameti daha iyi anlaşılıyor. 

Gelen haberler, işsizliğin artmaya devam edeceğini gösteriyor. Geçen hafta dünyanın önde gelen haberleşme şirketlerinden Nokia-Siemens, çeşitli ülkelerdeki 17 bin çalışanının işine son vereceğini açıkladı. Bu rakam, toplam işgücünün yaklaşık yüzde 25'i. Şirket tarafından yapılan açıklamada karara gerekçe olarak, halka açılma öncesinde karın iyileştirilmek istenmesi gösteriliyor. Yatırımcılar kollanırken çalışanlar bir çırpıda kapının önüne konuveriliyor.

300 yıllık geçmişine baktığımızda, kapitalizmin ekonomik kalkınmada, teknolojik gelişmede ve refahın yaygınlaşmasında önemli katkılarının olduğu yadsınamaz. Ancak kapitalizm günümüzde, bu işlevinden uzak bir görünüm içinde. Krizin kronik hale gelmesinde finansal piyasalardaki başıboşluğun yanı sıra, neoliberal düşünceye dayalı Anglo-Amerikan kapitalist kalkınma modelinin olduğu görüşü giderek taraftar kazanıyor. 

Peki, bir zamanlar sosyalizmin başaramadığını kapitalizm başarabilecek, güleryüzlü olabilecek mi? 2006'da Nobel barış ödülünü kazanan Bangladeşli iktisatçı Muhammad Yunus "Yoksulluğun Olmadığı Bir Dünya Yaratmak" (Creating a World without Poverty) adlı kitabında, insanları sadece kazançlarını arttırmaya çalışan varlıklar olarak gören kapitalizmin yarı-gelişmiş bir sistem olduğu

düşüncesine yer veriyor. 

Çözüm, tek amacı karın arttırılması olan yönetim modelinin, çalışanların, müşterilerin ve toplumun taleplerini dikkate alan ve aynı zamanda çevreye daha duyarlı bir modelle ikame edilmesinde. Türkçeye paydaş, ilgili taraf olarak çevrilebilecek "Stakeholder" kuramının sahibi Edward Freeman'a göre, firmaların uzun dönemde başarıları yatırımcılar dışında müşteriler, iş ortakları, çalışanlar, devlet ve toplumdan oluşan geniş bir kesimin beklenti ve istekleri yönünde faaliyetlerini sürdürmelerine bağlı.

Freeman, son krizle birlikte insanların iş dünyasına olan güvenlerinin azaldığı görüşünde. Freeman, şimdiye kadar uygulanan şekliyle kapitalizmin zengin ve fakir arasındaki uçurumu genişlettiğini; çevrenin ve kaynakların hoyratça tüketimine yol açtığını; toplumun olanaklarının yoksul kesimler aleyhine kullanılmasına neden olduğunu ileri sürüyor. Küresel ısınmadan, finansal kriz ve terör eylemlerine kadar birçok sorunun temelinde bu yanlış yönetim anlayışı yer almakta.

Nerden nereye… Çok değil bundan 30 yıl öncesinde sosyalizmin güler yüzlü olup olmayacağı tartışılırken şimdi kapitalizmin güler yüzlü olup olmayacağı konuşuluyor. Freeman'ın önerdiği yönetim anlayışı bazı büyük şirketlerde benimsenmiş durumda. 

Dünya, giderek güler yüzlü kapitalizmin - Milton Friedman'ın iddia ettiğinin aksine - eşyanın tabiatına aykırı olmadığı fikrine daha çok ısınıyor. Friedman şirketlerin yegane sosyal sorumluluğunun karlarını olabildiğince arttırmak olduğunu; bu amacın gerçekleştirilmesinin istihdam artışı da dahil olmak üzere diğer alanlarda iyileşmeyi beraberinde getireceğini söylüyordu. Yaşananlar, bu görüşü doğrulamaktan uzak. Kapitalizmin yüzyılın ağırlaşan ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm bulması stakeholder yönetim anlayışının hayata geçirilmesine bağlı. Yoksa ilerisi pek aydınlık görünmüyor.

 

 
 
 
 

Ekleme Tarihi
04.12.2011
Ekleyen Kişi
gidatarim2

Paylaş | |

>> Arşiv İçin Tıklayınız