Geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız gıda krizi hâlâ hafızalarımızdayken, bazı teorisyenler bu gıda krizinin hiç de sanıldığı kadar masum olmadığını; dünyada yeteri derecede tarımsal üretim yapılmasına rağmen hâlâ milyonlarca aç insan olmasının ve yaşanan gıda krizlerinin gizli sorumlularının, tekelleşmiş olan konvansiyonel tohum, GDO'lu tohum üreticisi firmalar olduğunu iddia ediyorlar.
Çeşitli tarihlerde GDO lar konusunda düşüncelerimizi açıkladık, tekrar konuyu bu sütuna taşımamızın nedeni ise Haziran başında biyogüvenlik yasa tasarısının Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılmış olması ve bir grup muhalefet milletvekilinin de 7 Haziran’da GDO lar ile ilgili meclis araştırması istemiş olmasıdır. GDO ların insan hayatı, biyoçeşitlilik, çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin ötesinde, arka planda kalan ürkütücü, karamsar başka gerçeklerin de varlığının kanıtını ABD eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger’ın 1970’lerde söylediği sözlerinde görebiliriz : “Petrolün kontrolüyle bütün bölge ve kıtaları, gıdanın kontrolüyle de bütün insanları kontrol edebilirsiniz”.
AB ülkelerine bakıldığında, hepsinin biyogüvenlik mevzuatları hazırlanırken bilimin yol göstericiliğinden sapmadan insan hayatına özen gösterdiklerini görüyoruz, sadece uygulamada nüanslar var. Bu ülkelerin hepsinde GDO lu ürünlerin ekimine ve ithaline, kontrollü ve kısıtlı izin veriliyor. Hatırlayanlar olacaktır, daha önce Almanya’da Monsanto adlı dev Amerikan biyogüvenlik firmasının ürettiği genetiği değiştirilmiş mısır tohumlarının yasaklanmasına dikkat çekmiş üstelik zaten bu mısır türünün sadece ve sadece hayvanlara yem olarak kullanılabildiğini söylemiştik. Şu anda Almanya’da buna bile izin yok. Komşumuz Yunanistan’a baktığımızda ise onların GDO yasasını iki sene sonrasına ertelediğini görüyoruz. Burada önemli olan ve belki de yukarıda bahsettiğimiz tabloyu yaratan noktalardan biri de, AB de konu ile ilgili yasaların yine konunun uzmanları ve ilgili akademisyenler tarafından hazırlanmış olmasıdır. Daha önce, Avrupa’nın “deli dana” ve diğer vakalarda dilinin yanmış olmasından dolayı kamu kurumlarına, bürokratlara karşı oluşan güven eksikliğinden, bu sefer bağımsız bilim adamlarından oluşan bir Gıda Güvenliği Otoritesi’ni (EFSA) devreye soktular. Bizim akademisyen ve uzmanlarımız ise yasa taslağının oluşturulması sırasında kendi görüşlerinin alınmadığından ve yasanın daha çok bürokratlar tarafından hazırlandığından şikâyetçi.
Bütün bu ülkelerde GDOlu tohumların kullanılmasına yanaşılmaması sürpriz değil çünkü Kissenger’ın dediği gibi gıdanın kontrolü gerçekten de Dünya nüfusunun kontrolü açısından çok önemli. Hatta ortada öyle teoriler dönüyor ki dikkate almamak mümkün değil. Geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız gıda krizi hala hafızalarımızdayken, bazı teorisyenler bu gıda krizinin hiç de sanıldığı kadar masum olmadığını; Dünya’da yeteri derecede tarımsal üretim yapılmasına rağmen hala milyonlarca aç insan olmasının ve yaşanan gıda krizlerinin gizli sorumlularının, tekelleşmiş olan konvansiyonel tohum, GDO’lu tohum üreticisi firmalar olduğunu iddia ediyorlar. İnsanlar aç kalacak ki, bu firmalar da “ işte açlığa çözüm” diye GDOlu tohumlarını rahat rahat pazarlayabilsinler. Bu şirketler kutsal ve insani amaçlarla hareket ederek Dünya’daki açlık sorununa çare olmak için çalışıyorlarsa, o zaman adama sorarlar “ madem kar amacı gütmüyorsun, açlığa çare olmak istiyorsun da, tohumlarını neden patentleyerek tröstleşiyorsun ?”
GDO lu tohumla üretim özellikle bazı çiftçilerimize çok cazip gözükebilir, az emekle bol ve firesiz ürün almayı kim istemez? Üstelik de, bu tohumlarla üretilmiş ürünlerin ülkemize ithali yıllardan beri serbestken ve bu konuda da herhangi bir denetim uygulanmazken, bizim çiftçimizin kısıtlı olanakları, imkansızlıkları, yetersizlikleri ile özendirici GDOlu tohumların karşısında durabilmesini, direnebilmesini istemek fazla iyimserlik olmayacak mıdır? Azgın rekabet koşulları bunu dayatmaktadır, buna mecbur etmektedir. Çiftçilerimiz, üreticilerimiz madem ithali serbest, üretimi de neden serbest olmasın diyor, haklı olarak. Üzücü olan , ufkumuzu karartan Türk tarımının, Türk çiftçisinin kırk katıra mı kırk satıra mı mecbur edilmesidir. Hindistan gibi ülkelerde bu tohumlara mahkum edilmiş çiftçilerin, tohumlardaki seçeneksizlikler ve aşırı fiyat artışları karşısında nasıl intihar ettiklerini, nasıl çığlık attıklarını hala duymaktayız .
GDOlu tohumların patentlentmiş olmasından dolayı, bu tohumlarla üretim, doğrudan gıda güvenliğimizi ve gıda konusunda dışa bağımlılığımızı belirleyecek bir husustur. GDO lu üretim serbest bırakıldığında, mevcut koşullar içerisinde bugüne kadar mağdur edilmiş Türk çiftçisinin bu tohumlarla üretimi tercih etmekten başka seçeneği olamayacaktır. Bu da birçok çiftçinin, bu tohumları üreten tekelleşmiş uluslararası firmaların pençesine düşmesi demektir ki, bunların eline düşen çiftçi sayısının katlanarak artması, Türkiye’nin de daha da dışa bağımlı hale gelmesidir.
Dolayısı ile GDO her ne kadar açlığa, kıtlığa çare olacak, çiftçiyi kalkındıracak, biyoyakıt üretiminde kullanılarak çevreye de katkı sağlayacak yeni ve modern bir tarım tekniği olarak lanse edilse de madalyonun öteki tarafında, bu ürünler için gerekli olan tohumların Dünya’da sadece 3-5 uluslararası firmadan sağlanabiliyor olmasının yol açtığı GDO üretimindeki bağışıklık ve bağımlılık nedeni ile bir kere GDOlu üretime başlarsanız, elinizi verirseniz kolunuzu kurtaramayacaksınız; hem devlet hem de çiftçi olarak bu şirketlere mahkum olacaksınız, diğer tarafta da doğanızı, çevrenizi , gen zenginliklerinizi ve geleceğinizi riske edeceksiniz.
GDO lu üretim, gıdada ulusal egemenliğimiz açısından önemlidir. “Gıda”nın insanların ve ulusların kontrolü açısından ne kadar önemli olduğunu Kissenger ta 1970lerde öngörmüştür, bu öngörüsünü yok sayamayız, buna mahkûm olamayız. Uluslar arası gıda ve tohum tekelleri 1950’lerden bugüne kadarki süreçte, ülkemizi tarımda ve gıdada maalesef dönüşü çok zor olan bir yola sokmuşlardır. Tam da böylesi yeni bir dönemeçte, Anayasa Mahkemesi’nin 5179 sayılı Gıda Kanunu’nun bazı maddelerini iptal etmiş olması çok önemlidir, özellikle GDO yu yasallaştıracak olan Ulusal Biyogüvenlik Yasa tasarısının önünü kapatacak olmasından dolayı. Yüksek mahkemeyi aldığı tarihi karar için kutluyoruz. Bu konuyu başka bir yazı konusu yapacağız.
[email protected]
cumhuriyet.com.tr |