Bugün küresel kriz ve ülkemize yansıması konusunda birçok belirsizlik söz konusudur. TCMB değerlendirmeleri de yeni faiz indirimi yönündedir. O nedenle Morgan Stanley'in raporunda henüz şekillenmemiş gelecek dönemde TCMB faiz artırımı konusunu ele alması anlamlı görünmüyor. Türkiye faiz artırımı konusunu piyasaların önünü biraz daha iyi gördüğü, ertelenmiş talebin canlanmaya neden olduğu, enflasyonun kıpırdadığı dönemde gündemine alacaktır.
Morgan Stanley raporunda Türkiye'de Merkez Bankası'nın faiz indirimine son vermesinin enflasyon görünümü ve bekleyişleri, piyasa likidite yönetimi, büyüme görünümü ve talepte toparlanma olduğu öne sürülüyor. Faiz indirimi için Merkez Bankası'nın sınırlı bir alana sahip olduğunu belirtip, 12 aylık dönemde TCMB faizleri 130 baz puan artırması beklentisinden kendi beklentilerinin 150 baz puan olarak daha yüksek olduğu açıklanıyor. 2010 yılının tamamındaki artışın ise 225 baz puan olabileceği öne sürülüyor.
Bu faiz artırma tartışmasının bugün yapılıyor olması aslında anlamlı değil. Çünkü şu anda TCMB'nin faiz artırımı ile değil, faiz indirimiyle ilgili hesapları var. Krizle ilgili birçok bilinmezin ortada olduğu ve daha sağlıklı değerlendirmelerin ancak üçüncü çeyrekte yapılabileceği düşüncesi hakimken bu konu kenarda durmalı.
Türkiye açısından baktığımızda görülen manzara şu: Krizden etkilenme Türkiye'de talep açısından dünyadan önce başladı. Talepte yavaşlama bizde 2007 yılında başladı. Buna karşılık kriz bizde bankacılık sektöründe tahribata sebep olmadı. 2001 krizi sonrası toparlanma bizim bankacılık sektörümüzün bu krize güçlü girmesini sağladı. Buna karşılık kamu mali politikasında 6 yıllık disiplin sürdürülmediği, seçimle birlikte bir gevşeme yaşandığı için o alanda olumsuz bir tablo ortaya çıktı.
Kriz dönemi Türkiye'nin bazı fırsatları ele geçirmesini sağladı. Enflasyon düştü, 12 aylık dönemdeki beklenti ise yüzde 6.3 seviyesinde. Enflasyondaki bu düşüş TCMB'nin faiz oranlarını hızla geriye çekerek 8.75'ler seviyesine indirmesi imkanını yarattı. Bu da TCMB faizlerine göre reel faizin yüzde 3'ler seviyesine makul bir orana inmesini sağladı.
Türkiye'deki 2 yıla yaklaşan geciktirilmiş iç talep eğer üçüncü çeyrekte beklentilerdeki ve kriz algılamasındaki değişimle bir canlanmaya dönerse o zaman bunun hızlı enflasyon artışına neden olması sonucunu getirebilir. Bu da Merkez Bankası'nı parasal sıkıştırmaya ve faiz artırımına yöneltebilir.
Yabancılar bizim gibi iç tasarrufu yatırım ve büyüme taleplerine yetmeyen ülkelere fon getirirlerken üç konuya bakarlar. Bunlardan biri reel faiz oranıdır. Bir diğeri paralarını kârıyla geri alacaklarına inandıkları istikrar ortamıdır. Bir üçüncüsü döviz kurlarının dalgalanmasına bağlı olarak elde edecekleri kârlılıktır.
Morgan Stanley'in TCMB faizleri konusundaki beklentileri ve yorumlarını bir raporla ortaya koyması bu açıdan değerlendirilmelidir. Bir zamanların en yüksek reel faiz veren ülkesi Türkiye'nin bu özelliğini kaybetmesi ile bu tür değerlendirmeler birlikte ele alınmalıdır. Ancak, bugün de Türkiye'de önemli kârlılık sağlayan yatırımcılar vardır. Kısa bir süre önce 1.80 TL'den dolar bozdurup, Hazine bonosu alanlar, hem 1.55'lere inen döviz, hem düşen faizler nedeniyle önemli oranda kâr edebilir sonuca ulaşmışlardır.
Başlangıçta da söylediğim gibi krizin neresinde olduğumuz tartışmalarının yapıldığı bu belirsizlik ortamında TCMB'nin bir miktar daha faiz düşürebileceği gündemdeyken faiz artırımı konusunun tartışma gündemine gelmesi günün gerçeklerine uygun değildir.
Osman Arolat
dunyagazetesi.com.tr |