Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 10 Ocak 2025 Cuma
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  BASINDAN MAKALELER » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

Tarımda Neoliberal Politikaların 30. Yılı 

Türkiye, 1980'lerin başından beri IMF ve Dünya Bankası'nın öncülüğünde, uluslararası sermayenin çıkarlarına göre biçimlendiriliyor. Bu sürecin en somut örneği 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları'dır. Bu kararlar, 1970'li yıllarda belirginleşen neoliberal politikaların IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla azgelişmiş ülkelere dayattığı istikrar ve yapısal uyum programlarının bir ürünüydü.


Tarımın belirgin olarak istikrar programlarına girmesi de, 24 Ocak-12 Eylül süreciyle başladı. 24 Ocak Kararları, içerdiği yapısal dönüşüm programıyla kapitalist küreselleşme sürecine entegrasyon modeliydi. 9 Aralık 1999'da IMF'ye verilen niyet mektubuyla kapsamı belirlenen istikrar programı ise, bu modelin gerçekleştirilmesi yolundaki son halkayı oluşturdu.

2000-2008 döneminde uygulanan Tarım Reformu tezgâhının çerçevesi 1998'de Dünya Bankası tarafından hazırlanan bir raporla çizildi. Bu raporda yer alan başlıca öneriler şunlardı:

Tarım ürünleri fiyatları, dünya fiyatları seviyesine çekilmeli
Fiyat destekleri kaldırılmalı
Doğrudan gelir desteği (DGD) sistemine geçilmeli
Gübre ve kredi sübvansiyonlarına son verilmeli
Tarım kooperatiflerinin ayrıcalıkları kaldırılmalı
Tarımsal KİT'ler özelleştirilmeli
Bu öneriler, 9 Aralık 1999'da IMF'ye verilen niyet mektubu ve 10 Mart 2000'de Dünya Bankası'na verilen kalkınma politikası mektuplarında aynen yer aldı.

Son 60 yıllık dönemde IMF ve Dünya Bankası'nın Türkiye tarımını biçimlendirme girişimlerinin en tahripkâr olanı 2000-2008 döneminde Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) adı altında yürütülen "yapısal dönüştürme" programıdır. Projenin en önemli bileşenini oluşturan ve siyasi iktidarlar tarafından kararlılıkla uygulanan DGD; tarımda üretim-istihdam dengelerini altüst etmiş, edilgen bir köylü kesimi yaratarak sistemden çıkmıştır. Bu program çerçevesinde tarımı destekleyen, girdi ve teknoloji sağlayan kurumlar özelleştirilmiş ve/veya tasfiye edilmiş; tarım satış kooperatifleri zayıflatılmış, işlevsiz hale getirilmiş ve tasfiye edilmelerinin koşulları yaratılmıştır.

İşlevini tamamlayan DGD sistemi yerine 2010 yılından itibaren "Havza Bazlı Üretim ve Destekleme Modeli"ne geçilmiştir. Bu modelde Türkiye iklim, topografya ve toprak verileri dikkate alınarak 30 havzaya bölünmekte; her havza için belirlenmiş ürünlere prim desteği verilmektedir. Model ürün primlerine dayanıyor gibi görünse de, birim arazideki verimliliği değil, beyan edilen ürün miktarını esas almakta; bu nedenle DGD'deki "büyük toprak sahibine büyük destek" mantığı sürmektedir.

IMF-Dünya Bankası dayatmalı tasfiye programlarının yıkıcı sonuçları son yıllarda iyice gün yüzüne çıkmaya başladı. Tarımın genel ekonomi içindeki önemi sürekli olarak azaldı, tarım katma değerinin GSYİH içindeki payı düştü, tarımın istihdamdaki payı geriledi. Ayrıca dönem içerisinde tarım destekleri GSYİH'nin binde 5-6'sı seviyesinde tutuldu. Buna karşılık başta buğday olmak üzere birçok tarımsal ürünün fiyatı gerçekleşen tüketici fiyatlarındaki artışın gerisinde kaldı.

Son 10 yılda ülke nüfusu yaklaşık 8 milyon artarken, tarım alanları dramatik bir şekilde azaldı. Bitkisel ürünlerin çoğunda üretim ya geriledi ya da hiç artmadı. Uygulanan yanlış politikalar sonucu toplam hayvan varlığı 4 milyon baş geriledi; 1996'dan beri yasak olan kırmızı et ithalatına başlandı; kurbanlıklar bile ithal edildi.

Bu sürecin iki anlamı vardır: Çiftçi gelirlerindeki azalma ve yoksulluktaki artış! Nitekim 30 Ekim 2011 tarihli mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanan 2012 Yılı Programı'nın 260. sayfasında da "ortaya çıkan işsizlik, yoksulluk ve göç gibi sorunların tarım sektöründeki yeniden yapılandırma sürecinden" kaynaklandığı kabul edilmektedir.

Çiftçi tarımdan kopuyor

Tüm bu olumsuzlukların sonucu olarak çiftçi tarımdan kopmaktadır. 2000 yılında tarımdan geçimini sağlayan çiftçi sayısı 7,8 milyon iken, 2011 sonunda 6,1 milyon kişi olmuştur. Yani 1,7 milyon çiftçi tarımdan kopmuştur. 2000 yılında tarımın istihdamdaki payı %36 iken 2011 sonunda %25,5'e düşmüştür.




Tarım en istikrarsız sektör haline geldi

2000'li yılların başında IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılan ve siyasi iktidarlar tarafından kararlı bir şekilde uygulanan tarım politikaları, sektörde istikrarsızlığa yol açmış; tarımın büyüme hızı GSYİH'deki büyüme hızının oldukça altında kalmıştır. Bu dönemde tarımdaki yıllık ortalama büyüme hızı %2,2 dolayındadır. Oysa aynı dönemde ekonominin genelinde yıllık büyüme oranı %4,6 olarak gerçekleşmiştir.

Tablo 2- Tarımsal Katma Değerin (TKD) Gayri Safi Yurtiçi Hasıladaki (GSYİH) Payı

(1998 Bazlı, Sabit Fiyatlarla)




Çiftçilerin büyük bölümü enflasyona yenildi

Tarımsal KİT'lerin ve tarım birliklerinin alım yaptığı tarımsal ürün ortalama fiyatlarının enflasyonla karşılaştırıldığında; ürün fiyatlarının çoğu yıllarda enflasyonun altında olduğu görülmektedir.

Tablo 3- KİT'lerin ve Birliklerin Alım Yaptığı Tarımsal Ürün Ortalama

Fiyatlarının Enflasyonla Karşılaştırılması

 

İç ticaret hadler tarımın aleyhine döndü


Tarımın iç ticaret hadleri bir başlangıç yılına göre çiftçinin eline geçen fiyatlardaki değişmeler ile çiftçinin ödediği fiyat hareketleri arasındaki oranın ifadesi olup; küçük üreticiliğine dayalı bir sömürülme derecesini ortaya koyar. 2003 yılını 100 kabul ettiğimizde; 2010 yılında bu değer 87,7'ye; yani çiftçinin aleyhine dönmüştür.

Tablo 4- İç Ticaret Hadleri ve Tarım

Kaynak: Olhan (2012)
 
 

Tarımda yoksulluk artıyor


TÜİK'in yayımladığı GSYİH ve istihdam verilerinden hazırlanan aşağıdaki tablo; özellikle son 6 yıllık dönemde tarımda istihdam başına katma değerdeki gerilemeyi; yani yoksullaşmayı yansıtmaktadır.

Tablo 5- Çalışan Başına Tarım Katma Değeri



Türkiye artık tarımda da net ithalatçı


1980'lerin başından bu yana Türkiye'nin tarımsal üretim yapısı ve dış ticaretinde büyük değişimler olmuş; tarımda kendine yetebilen bir durumda olan Türkiye, bu özelliğini yitirerek, net ithalatçı konumuna gelmiştir. Türkiye meyve-sebzede net ihracatçı, yağlı tohumlarda ise net ithalatçıdır. Yani tarım uluslararası işbölümünün gereklerine göre şekillendirilmiş durumdadır. Uluslararası işbölümü gelişmiş ülkelerin sermaye-teknoloji yoğun hububat-sanayi bitkilerinde, azgelişmişlerin ise meyve-sebze gibi emek yoğun üretimde uzmanlaşmasını gerektirmektedir.

Tarım ürünleri dış ticareti, Standart Sanayi Sınıflamasına Göre (ISIC, Rev. 3) ve Standart Ticaret Sınıflamasına Göre (SITC, Rev.3) olmak üzere, uluslararası düzeyde kabul gören iki yöntemle ölçülmektedir. Sanayi sınıflamasına göre son 10 yıldan 7'sinde tarım ürünleri ithalatı ihracatı geçmiş; 2008 yılında tarımsal ithalat 6,4, tarımsal dış ticaret açığı ise 2,3 milyar dolara ulaşarak Cumhuriyet tarihinin rekoru kırılmıştı. 2009'da küresel kriz nedeniyle gerileyen ithalat 2010'da yeniden tırmanışa geçti. İthal edilen başlıca ürünler bitkisel ham yağ, yağlı tohumlar, pamuk ve buğdaydır.

Tablo 7- Tarım Ürünleri Dış Ticareti

Uluslararası Standart Sanayi Sınıflamasına (ISIC, Rev.3) göre (Milyon $)




Standart ticaret sınıflamasına göre 2011 yılında tarım ürünleri ithalatı Cumhuriyet tarihinin rekoru kırılarak 17,6 milyar dolar olmuş; ihracat ise 15,3 milyar dolarda kalmıştır. Tarım ürünleri dış ticaret açığı ise 2,3 milyar dolara ulaşmıştır.

Tarımsal hammadde dış ticaretinde net ithalatçı konumda olan Türkiye, gıda maddeleri dış ticaretinde ise net ihracatçıdır. Gıda maddeleri alanındaki dış ticaret özel sektör talepleri doğrultusunda şekillenmektedir. Gıda sektörü, yurtdışından ithal ettiği tarımsal hammaddeyi işleyerek yine yurtdışına satmaktadır.

Tablo 6- Tarımsal Ürünler Dış Ticaret Dengesi
 
DTÖ Tanımına göre SITC*, Rev.3 (Milyon $) 



Son 10 yılda buğday ve mısır ithalatına 5,5 milyar dolar


Ürün fiyatındaki artışın yetersiz, buna karşılık mazot-gübre fiyatlarındaki fahiş artışlara kuraklık da eklenince, Türkiye buğdayda ithalata bağımlı hale gelmiştir. Son 10 yıllık dönemde, 21 milyon ton buğday ithalatı yapılarak karşılığında 6 milyar dolar bedel ödenmiştir. Mısırda 8 milyon tonluk ithalatın karşılığı 1,7 milyar dolar olmuştur. İthal edilen 2,8 milyon ton çeltiğin bedeli ise yaklaşık 1,2 milyar dolardır.

Tablo 8- 2000'li Yıllarda Hububat İthalatı



Pamukta yıllık ithalat 1,5 milyar doları aştı


1980'lere kadar pamuk ihracatçısı olan Türkiye, kullandığı pamuğun yarısını ithal eder hale gelmiştir. Aynı dönemde ithal edilen 7 milyon ton pamuğa ödenen döviz yaklaşık 11 milyar dolardır. Türkiye günümüzde Çin'den sonra ikinci büyük pamuk ithalatçısıdır. Bu gidişle GAP'ta yatırım yapan tekstilci pamuğu Harran, Çukurova, Amik yerine Amerika, Yunanistan, Uganda ya da Tanzanya'dan alacak. Pamuk için verilen teşvikler ise yerli üreticiye değil, bu ülkelerin üreticilerine gidecek.

Tablo 9- 2000'li Yıllarda Yağlı Tohum Ve Pamuk İthalatı



Yağlı tohum türevlerinde yıllık ithalat 2,5 milyar doları aştı


Yerli üretim Türkiye'nin bitkisel yağ ihtiyacının ancak %30'una yetmektedir. Bitkisel yağ açığı yağlı tohum ya da ham yağ ithalatıyla karşılanmaktadır. Son 10 yılda yağlı tohum, ham yağ ve küspe ithalatı için ödenen bedel 18 milyar doları geçmiştir. Özellikle 2002 yılından sonra ivme kazanan ithalat, 2008'de 3 milyar dolara ulaştı; 2009 yılında küresel mali krizle birlikte 2 milyar dolara geriledi; ancak 2010 yılında yeniden tırmanışa geçti.

Tablo 10- Yıllara Göre Yağlı Tohum ve Türevleri İthalatı (Bin Dolar)



Yanlış politikalar tarlaları boş bıraktırıyor

Son 10 yılda toplam işlenen alanlar yaklaşık 2,5 milyon hektar azaldı. Bu dönemde çiftçiler Türkiye'de 10 ilin yüzölçümü kadar (3,3 milyon hektar) araziyi işlemekten vazgeçtiler.

Tablo 11- Tarım Arazilerindeki Değişimler (Bin Hektar)



Bitkisel üretim yerinde sayıyor


Türkiye'de ekili alanların yaklaşık %75'inde hububat üretiliyor. Yılda en az 18,5 milyon ton buğday üretilirse nüfusa yetmekte. 2007-2008 yıllarında bu miktarın altında kalan üretimle hububatta dışa bağımlı hale gelindi. Bu, yalnızca küresel ısınmanın yol açtığı kuraklıkla açıklanamaz. Çünkü yaklaşık 30 yıldır hububat üretiminin verimlilik ve maliyet sorunlarını çözmek için hiçbir kalıcı adım atılmamıştır.

Yem üretimi açısından öne çıkan arpadaki üretim düşüşü ise daha dramatiktir. 2000'li yıllara kadar arpa ihraç eden Türkiye, uygulanan yanlış politikalar nedeniyle arpa ithal eder hale gelmiştir.

Sıcak iklim tahıllarından mısır ve pirinç ise, prim uygulaması ve özellikle tohumluk kalitesindeki yükselmeden dolayı, ekolojik değerlerin dışındaki gelişmelerle üretim artışı gerçekleşen iki ürün olarak öne çıkmaktadır.

Tablo 12- Hububat Üretimindeki Değişmeler (Bin Ton)



Türkiye bakliyatta nüfus artış hızını yakalayabilecek bir üretim artışına ulaşamamış; çoğu zaman ya sabit, ya negatif dengeye giden üretim hızlarında kalmıştır. 2010 yılı itibariyle toplam bakliyat üretimi 10 yıl önceki seviyesinin altındadır.

Tablo 13- Bakliyat Üretimindeki Değişmeler (Bin Ton)



1998 yılında 22 milyon ton olan şeker pancarı üretimi dalgalı bir seyir izledikten sonra 2012 yılında 16 milyon ton olarak gerçekleşti. Pamukta üretimi artırmak yerine üretimden kaçışı, ithalatı destekleyici politikalar nedeniyle; Amik Ovası'nda pamuğun yerini buğday, Ege'de mısır aldı; GAP, %60'lık payı ile birinci üretim bölgesi haline geldi. Son 10 yılda pamuk ve patates üretimindeki gerileme %10 dolayında. Ayçiçeği üretimi ise 20 yıl önceki seviyesini ancak yakalayabildi.

Yasa hükmüyle TEKEL'in destekleme alımlarından çekilerek sözleşmeli üretim sistemine geçilmesi tütüncülük için yıkım oldu. Dünyanın en kaliteli şark tütününü yetiştiren Türkiye çiftçisi üretimden hızla uzaklaştı. Son 10 yıllık dönemde ekici sayısı 500 binden 65 bine, ekim alanı 200 bin hektardan 80 bin hektara, üretim 145 bin tondan 52 bin tona geriledi. Şubat 2008'de TEKEL'in British American Tobacco'ya (BAT) satılmasıyla sektör tümüyle çokuluslu sigara şirketlerinin eline geçti.

Tablo 12- Endüstri Bitkileri Üretimindeki Değişmeler (Bin Ton)


Sebze üretimine gelirsek; kuru soğan ve kavun-karpuz üretimi de 10 yıl öncesindeki seviyesinin altındadır. Domates üretimindeki nispi artış, 2010 yılında ortaya çıkan güve zararı nedeniyle negatife dönmüş; daha sonraki yıllarda 11 milyon ton dolayında sabitlenmiştir.

Tablo 13- Sebze Üretimindeki Değişmeler (Bin Ton)



Özetlemek gerekirse; son 10 yılda buğday üretimi yerinde saydı, arpa üretimi ise önemli ölçüde geriledi. Başta tütün ve pamuk olmak üzere endüstri bitkilerinin; nohut, kuru fasulye ve mercimek gibi kuru baklagillerin; patates ve kuru soğan gibi yumru bitkilerin üretimleri azaldı. Bitkisel üretim alanında yalnızca mısır, çeltik ve ayçiçeğinde anlamlı bir üretim artışı sağlandı.

İthalata dayalı hayvancılık politikaları iflas etti

Uygulanan yanlış politikalardan dolayı son 30 yılda hayvan varlığı 85 milyondan 41 milyona düştü. (Tablo 14) Bu politikaların yıkıcı etkisi, 2010 yılında hayvancılıkta açık bir şekilde ortaya çıktı. Et fiyatlarındaki artışları ithalatla kontrol etmeye, hayvancılığı ithalatla terbiye etmeye karar veren iktidar, 30 Nisan 2010 tarihinden itibaren canlı hayvan ve et ithal edilmesine karar verdi. 1996 yılından beri yasak olan kırmızı et ithalatına başlandı; kurbanlıklar bile ithal edildi. İthalatın Türkiye'ye faturası büyük oldu. İthalata izin verilmesinden bugüne kadar ülkeye yaklaşık 3 milyon baş sığır, koyun ve keçi girdi; ithal edilen canlı hayvan, et ve et ürünlerine ödenen bedel 2.5 milyar doları aştı. Yerli üretilen etin ithal etle rekabet etme imkânı kalmadığı gerekçesiyle birçok besi işletmesi (Banvit, Koç gibi) üretimini durdurdu. Böylelikle hayvancılık sektörü tümüyle ithalata bağımlı hale geldi.

Tablo 14- Türlerine Göre Hayvan Sayıları (bin baş)



Tohumluk piyasasına yabancı sermaye hakim


Türkiye'de tohumluk pazarının büyüklüğü tahmini 1 milyar dolar. Piyasada yerli ve yabancı sermayeli, çoğu yalnızca ithalat yapan 400 dolayında özel tohumculuk şirketi bulunmakta; bunların hibrit mısır, hibrit ayçiçeği, patates ve sebze tohumlukları tedarikindeki payı %100'lere ulaşmaktadır.

Tarım Bakanlığı verilerine göre, 2010 yılında hibrit mısır tohumluğunun yaklaşık %60'ı 5 yabancı şirket tarafından sağlanmıştır. Ayçiçeğinde bu 3 şirketin toplam payı %90'ın üzerindedir. Pamukta ise Bayer ve Pioneer'in toplam payı %40'ı aşmaktadır.

Tablo 15- Tohumlukta Şirketlerin Payları (2010)



2002-2011 döneminde tohumluk ithalatı için ödenen bedel 1,2 milyar dolardır. İthalata bağımlılık oranı standart sebzede %45'e, çim bitkilerinde %60'a, hibrit sebze tohumluğunda ise %80'e ulaşmaktadır.

Tablo 16- Yıllara Göre Tohumluk İthalatı



Sulama yatırımları geriliyor


Türkiye'de teknik ve ekonomik kriterlere göre sulanabilecek arazi miktarı 8,5 milyon hektardır. Bunun 5,4 milyon hektarı (yani %64'ü) sulamaya açılabilmiştir. Ancak son yıllarda sulama yatırımları ciddi anlamda ihmal edilmektedir. 1995-2002 arasındaki 8 yıllık dönemde 508 bin hektar sulama yatırımı yapılmış olmasına karşın, 2003-2010 dönemini kapsayan 8 yılda ancak 387 bin hektar sulama yatırımı gerçekleşmiştir.

Tablo 17- DSİ Tarafından İşletmeye Açılan Göre Sulama Alanları (Hektar)



Gübre kullanımı azalıyor


Türkiye, kimyasal gübre üretimi için gerekli hammadde kaynaklarına sahip değil. Doğalgaz, fosfat kayası, potasyum tuzları gibi temel girdilerin yaklaşık %95'i ithalatla temin ediliyor. Gübre sanayiinde kapasite fazlası olmasına rağmen iç talebi karşılayacak düzeyde üretim yapılmıyor; ihtiyacın yarısı ithalatla karşılanıyor. İç piyasadaki gübre fiyatlarını, uluslararası piyasalardaki hammadde ve gübre fiyatları; döviz kurundaki değişmeler ve gübre tekellerinin kâr hırsı belirliyor. Nitekim son bir yılda gübre fiyatları türlerine göre %128-156 oranında arttı.

Tablo 18- Kimyasal Gübre Tüketiminde İthalatın Payı



Tablo 19-- Yıllara Göre Gübre Fiyatları (TL/ton)



Tarım ilaçları piyasasını üç şirket kontrol ediyor


Türkiye'de bitki koruma ilaçları pazarının büyüklüğü tahmini 600 milyon dolar civarındadır. Yurt içinde yalnız 15 adet aktif maddenin üretimi yapılıyor. Sektör aktif madde açısın­dan dışa bağımlı ve imalatta kullanılan girdilerin %90'ı ithal ediliyor. Yerli firmalar aktif maddeleri ithal ederek jenerik (eşdeğer) ilaç üretiyor.

Bitki koruma ilaçları pazarında %20'lik payıyla Hektaş ilk sırayı almakta, onu Bayer ve Syngenta izlemekte. Bu 3 şirket pazarın yarısından fazlasını kontrol ediyor. Bunlardan Hektaş; DuPont ve Makhteshim-Agan gibi agro-kimya devlerinin Türkiye dağıtıcısı.

Traktör piyasasının %70'i yabancı ortaklı Türk Traktör'ün

Traktör piyasasına uzun yıllar pazar payları birbirine oldukça yakın 2 şirket hakim oldu. Bunlarda ilki, Koç Grubu ile Hollanda merkezli CNH Global NV ortaklığı olan Türk Traktör, 2007 yılında %48'lik bir pazar payına sahipti. Aynı yıl Massey Ferguson lisansıyla üretim yapmakta olan Uzel Makine'nin pazar payı ise %37 dolayındaydı. Uzel, 2008 yılında AGCO'ya ait Massey Ferguson traktörlerinin üretim ve dağıtım lisansını kaybetti. Bu nedenle 2010 yılında toplam 40 bin olan traktör imalatında Türk Traktör'ün payı %70'lere (28 bin) ulaştı.

Tablo 20- Yıllara Göre Traktör Üretimi ve Satışı



Çiftçi değil rantiye destekleniyor


Türkiye'de tarım desteklenmemektedir. Son 9 yıllık dönemde tarım sektörüne bütçeden verilen destek toplam 43 milyar liradır. Aynı dönemdeki toplam faiz ödemeleri ise 455 milyar liradır. Yani bir avuç yerli ve yabancı rantiyeye yapılan ödeme, milyonlarca çiftçiye yapılandan 11 kat daha fazladır.

2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu'nun 21. maddesine göre, her yıl tarımsal destekleme için bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın en az %1'i düzeyinde olmak zorunda iken bu rakam ancak binde 5-6 dolayında gerçekleşmiştir.



 

İşlevini tamamlayan doğrudan gelir desteği (DGD) sistemi yerine 2010 yılından itibaren "Havza Bazlı Üretim ve Destekleme Modeli"ne geçilmiştir. Bu modelde belirlenen ürünlere 2012 yılı için birçok kalemde artış yapılmazken, bazı ürünlerde sembolik artışlar yapılmıştır. Üretimi yaygın olmayan soya, kanola ve aspir gibi yağ bitkilerine verilen primler artırılırken; hububat, bakliyat, pamuk ve çayda son 4 yıldır hemen hemen aynı destek verilmektedir. Desteklemede arz, talep, üretim, ihracat, ithalat, maliyet gibi temel kriterler dikkate alınmamaktadır.

Tablo 22- Ürünler İtibariyle Ödenen Prim Destekleri (krş/kg)

 

Hakim güçlerin demagojileri


2012 sonbaharında Türkiye'de tarımının durumu özetle bu. Ancak hakim güçler tarım politikalarında küresel güçlerin dayatmalarını örtmek, halkın gözünden kaçırmak için birçok yalana başvurmaktadır. Bunlardan ilk akla gelenler şöyle sıralanabilir:

Çiftçi ile köylü birbirinden ayrılacak, Türkiye tarımı köylülerden kurtarılacak. Köylüler çalışmadan yan gelip yatan, devletin desteğine alışmış bir kesimdir. Bunun yerine piyasa kurallarına göre davranan, kâr ve rekabet odaklı çiftçilerin (ya da tarım işletmelerinin) hakim olmaları sağlanacak.
Öteden beri bazı kesimlerin söylediği "Tarımda işletmelerin küçük ve parçalı oluşu verimlilik önündeki en önemli engeldir" demagojisine sarılarak acımasız piyasa koşulları ve yukarıda özetlenen çokuluslu şirketlerin egemenliği gibi faktörlerin etkisiyle küçük aile işletmeciliğinin tasfiyesi, tarımda büyük işletmelerin ve şirketleşmenin teşvik edilmesi, ayakta kalan sermayeyoğun işletmelerin tarıma hakim olması.
Çözüm emek ve üretim odaklı programda

Uygulanan neoliberal politikalarla küçük toprak sahibi çiftçiler tasfiye edilmekte; bu sürecin kazananı, hâkimiyetlerini tüm dünyada sürdüren çokuluslu tarım-gıda şirketleri olmaktadır. Tarımı girdiği bu sarmaldan kurtarmanın tek bir yolu var: Uluslararası tarım-gıda tekellerinin çıkarlarını esas alan sözde reform programlarını terk edip, kendi insanımızın ihtiyaçlarına ve ülkenin özgül -iklim ve toprak- koşullarına göre oluşturulacak üretim odaklı bir programı hayata geçirmek. Bunun için tıkanan ve tasfiye edilen eski ilişki ve kurumların yerine halkın demokratik ilişkilerle ördüğü, üreticinin inisiyatifini ve iradesini yansıtan kurumlar geçirilmelidir. Söz ve kararın üreticilerde olduğu yapılar, üretici birlikleri, kooperatifler, demokratik yollardan oluşturulmalıdır.

* Dr. Necdet Oral, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi

Ekleme Tarihi
11.09.2012
Ekleyen Kişi
Celil PAKSOY

Etiketler: Tarımda Neoliberal Politikaların 30. Yılı
Paylaş | |

>> Arşiv İçin Tıklayınız