Mehmet YAŞİN [email protected]
Şarap ve aşk
Bu bir keyif yazısı... Bağların arasında dolaşıp, asmaların yapraklarını okşayan rüzgâr gibi başı boş cümlelerin oluştur-duğu bir yazı. Daldan dala, üzümden üzüme...
Önce şerefe. Kaldırdığım kadehte ne var derseniz; tabii ki şarap. Bazen kırmızı, bazen beyaz, bazen pembe. Ama hep şarap. Şarap tek kelime gibi görünse de, öyle değil. Şarapta çok kelime var. Her kelimenin anlamı da bir kitap doldurur: Bağ, üzüm, şato, şişe, mantar, kav, bağbozumu, asma, salkım, tadım, renk, aroma, fıçı, Baküs, Hayyam, karaf, tirbuşon, şarap çanağı, kloşar, şarapçı, bayır, yemek, şiir. Tabii ki şarabın içindeki en büyük kelime: Aşk. Onsuz şarap, şarapsız aşk olur mu? “Bir şarap şişesini açmaktan ibaret olan basit bir fiziksel eylemin, insanlığa dünya tarihindeki bütün yönetimlerden daha fazla yararı olmuştur” diyen Jim Harrison haksız mı? Ya Rabelais’ye ne demeli?: “İnsanın özelliği gülmek değil içmektir. Ayrıca, sadece ve kesinlikle içmek de demiyorum. Çünkü hayvanlar da içer. Ben şarap içmek diyorum, hem de iyisini, tazesini.” Sufi şair Ömer İbn El Ferid bunları boşuna söylememiş: “Aklı başında olmayı dileyene hayat yoktur bu âlemde/ Ve şarap sarhoşluğuyla ölmeyen pişmanlık getirecek/ Yıllarını heba eden ağlayacaktır kendine/ Badenin gönül gözünden payımı almadım diye.” Şarabın şerefine en güzel şiirleri yazan Ömer Hayyam’ı unutmak olur mu: “Vazgeç/ Vazgeç bu âlemdeki/ her şeyden;/ Servetten, güçten, şereften/ Uzak tut adımlarını/ Meyhaneye götürmeyen/ Yollardan./ İsteme hiçbir şey/ Arzulama/ Şaraptan ve şarkılardan/ Sazdan ve aşktan başka...” Size Rhone Nehri’nin sol kıyısında yükselen tepelerdeki bağların güzelini önereceğim. Ki bunların Fransa’nın en eski bağları olduğu söylenir. Kimileri Narbonnaise bağlarının daha eski olduğunu öne sürse de, Tain-l’Hermitage diyenler hep ağır basar. Bunu şarap tarihçeleri tartışsın, biz içelim. Hermitage’ın hem beyazını hem de kırmızısını. Beyaz Hermitage, tüm edebiyat dünyasını karşısında ezip geçen Bernard Pivot’yu bile dize getirir. Yer mantarının en büyük dostu bu beyazlar, sarmısaktan da asla korkmaz. Bu yeteneğiyle haklı olarak övünürler hem de. Çünkü Baküs, bu ayrıcalığı başka şaraba vermemiştir. Pivot bu şarapta ne bukeler bulur bir bilseniz: Kuru ot, iris, fesleğen, çiğdem. Bütün kır, uçuşup, beyaz Hermitage’ye koku olmuş sanki. İşte ilk önerim: Öğle yemeği için sarmısak soslu bir spagetti hazırlayın ve yanına bu şarabı yudumlayın. Veya bir yaz öğleden sonrası düşlere dalmak istiyorsanız, buz kovasına yine Hermitage’dan bir beyaz koyun. Bir de sevdiğiniz müziği. Bir de sevdiğinizi... Bu üçlü, şarabı daha da güzelleştirecektir. Hermitage’la hemen vedalaşmayın, sırada daha akşam var. Mangala ne koydunuz?: Bonfile, dana, kuzu pirzola, belki baharatlı satır köftesi, sosisler. Tabii ki kendini sere serpe güneşe sunan Hermitage tepelerinin Syrah’sını açacaksınız. Yıllandıkça dayanılmaz güzelliğe kavuşmuş Syrah’yı. Ben onu hep Sophia Loren’e benzetirim. Her zaman güzel, seksi, baştan çıkartıcı. Sanki ölümsüz. Gece geç olunca dudaklarınız Xeres’yi arayacaktır. İngilizlerin Sherry dediği İspanyolların olağanüstü tatlı şarabını. Ondan bir yudum alınca tüm tatlılığın arkasında, Akdeniz’i hatırlatan bir tuzluluk hissedeceksiniz. Aklınız başınızdan gidecek, kim bilir neleri düşleyeceksiniz.
http://www.hurriyet.com.tr |
|
|
Ekleme Tarihi 24.06.2013 |
|
Ekleyen Kişi gidatarim2
Etiketler: Mehmet YAŞİN ,Şarap ve aşk
|
|
|
|
|
|