Avrupa'da yeniden deflasyon bulutları
UĞUR GÜRSES Türkiye, döviz kurlarının artacağı bir süreçle yüz yüze idi. Bir de euro darbesi ile karşılaşacak.
Cuma günü dolar kuru TL’ye karşı 2.02’ye kadar yükseldi. Hafta başına göre yüzde 2’ye yakın bir artış oldu. Bu artış, uluslararası piyasalarda doların değer kazanmasıyla oldu. Yani parite etkisiyle; 1.38’de bulunan euro/dolar paritesi, 1.348’e kadar geriledi. Euro değer kaybetti. Ama hepsi bununla sınırlı değil, bakın bizi nasıl ilgilendiriyor?
Bu kur hareketinin ardında yatan iki faktör vardı; biri hafta içinde FED’in aylık toplantısı sonrasında yapılan açıklamanın tonu, diğer ise genel olarak Avrupa’da özel olarak da Euro Bölgesi’ndeki öncü enflasyon tahmininin yüzde 1’in altına (yüzde 0.7) düşmüş olması idi.
FED’in açıklamasındaki ton, öncekine göre ‘daha az güvercin’ tonunda bulundu. Yani ‘şu bütçe ve borç krizi bitsin de başlarız’ havası vardı. Ama asıl önemlisi Avrupa’da enflasyonun yüzde 1’in altına sert biçimde düşmüş olmasıydı.
Peki, Avrupa’da (Euro Bölgesi) enflasyonun eylül ayında yüzde 1.1’den ekim için yıllık yüzde 0.7’ye düşmesi ne getirecek? Şunu: Yüzde 2’lik bir enflasyon hedefini gözeten Avrupa Merkez Bankası (ECB) faizleri düşürebilecek. Enflasyon haberiyle, çoktan faiz tahminleri de yapılmaya başlandı; bu perşembe toplanacak olan ECB yönetim kurulunun faizleri çeyrek puan keserek yüzde 0.25’e düşürmesi bekleniyor.
Ama daha ötesi var; Avrupa’da hiç de azımsanmayacak ölçüde deflasyon tehlikesi olduğuna dair tartışmalar da yeniden gündeme giriyor. Çünkü bu yüzde 0.7’lik enflasyon seviyesi 2009’daki resesyon dönemindeki negatif enflasyondan sonraki en düşük yer. Öyle ki; ekim için ölçülen öncü çekirdek enflasyon da yıllık yüzde 0.8 olmuş.
Avrupa’da, özel olarak da Euro Bölgesi’nde temel sorun şurada: Bankacılık kesiminde hâlâ sorun var ve ekonomi yavaş seyrettiği sürece bankaların varlık kalitesi (kötü kredi miktarı) bozuluyor. Bu tabloda, finansal kesim birbirine kredi verme konusunda daha fazla dikkatli davranıyor. Bilanço küçülmesi yaşanıyor. Ekonomik olarak bunun bir adım ötesi, deflasyon demek. Aynen Japonya’nın 1990’larda yaşadığı gibi.
Avrupa’da finansal ve ekonomik zorlukların olduğu bir tabloda, enflasyonun düşüyor olması, akıllara hemen deflasyon sarmalı tehlikesini getiriyor. İşte bu yüzden, gözler ECB’ye çevrilmiş durumda.
Kriz başladığından bu yana merkez bankaları, hep zaman kazandırıcı bir strateji yürüttüler. Amaç, karar almak için ağırdan davranan siyasetçilerin yarattığı boşluğu doldurmaktı. İşte Avrupa’daki temel sorun kötü durumdaki bankacılık sistemine sağlık kazandırmaktı. ECB, hem bir taraftan bankaların nasıl sermayelendirileceğine kafa yorarken, zaman da kazanmaya çalışıyordu. Ama şimdi görünen o ki olası bir deflasyon tehlikesi kapıda.
Avrupa’da faizlerin daha sert indirilmesine Alman merkez bankacılar karşı çıkmıştı. Almanlar, bir taraftan sorunlu ülkelerin kemer sıkmasını isterken, diğer taraftan da faiz indirimine karşı çıkmışlardı. Çünkü sorunlu ülkelere yapılan kurtarma operasyonları ile bol miktarda para piyasaya sürülmüştü. Bunun enflasyonist sonuçları olabileceğini öne sürüyorlardı.
Eğer Avrupa’da son dönemde görülen ekonomik hareketlenmenin devamı gelmezse ve fiyatlar deflasyonist bir süreci göstermeye başlarsa ilginç bir süreç başlar; kötü finansal sisteme daha düşük faizle bol para enjekte edilen bir dönem. Böyle bir Avrupa’nın bize getireceği, daha zayıf bir euro olur. Zaten görece yüksek bir cari açıkla ve azalan sermaye girişleri ile bu yeni döneme giren Türkiye, döviz kurlarının artacağı bir süreçle yüz yüze idi. Bir de euro darbesi ile karşılaşacak; TL’ye karşı pahalı dolarla ithalat, görece ucuzlayan euro ile ihracat. Bunun Türkiye’deki şirketlere de etkisi olacak.
Peki, şimdiye dek ‘her türlü senaryoya hazırız’ açıklaması yapılıyordu, bu yakın olasılığa karşı elimizde ne var? ‘Yumurta kapıya gelince’ açıklanan kredi kartı tedbirleri dışında doğrusu ne var bilmiyorum. Bilen var mı?
http://www.radikal.com.tr/ |