Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 21 Aralık 2024 Cumartesi
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  BASINDAN MAKALELER » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler



 Gülse Birsel

 [email protected]

 
 
Ekmek insanı hasta eder mi?
 
 
Ediyormuş! Peki bu acı gerçek Amerika’da niye yıllarca saklandı? Ve bilim kurumları tarafsız olmazsa, başımıza neler gelir?

“Yedikleriniz sizi hasta ediyor ve ne yemeniz gerektiğini söyleyen kurumlar çok tehlikeli tavsiyelerle sağlığınızla oynuyor!” Bunu ben demiyorum. Amerikalı kardiyolog Dr. William Davis diyor. Son birkaç yıldır tıbbın vardığı zayıflama ve sağlıklı yaşama tavsiyesi şu: “Özellikle buğdayı ama genel olarak tüm tahılları bırakın! Göbek yapan onlar. Damar tıkayan onlar. Hatta sizi uykulu, bezgin, sinirli yapan, romatizmadan hassas bağırsak sendromuna, çölyaktan diyabete birçok belayla tanıştıran da onlar.” Şu an yeni bir edisyonu çıkan ‘Buğday Göbeği’, buğday hiç ekilmeseydi daha iyi olurdu fikrini savunan ve çok satanlar listesinde hep ilk sıralarda yer alan bir kitap. “Avcılık ve toplayıcılık neyimize yetmiyordu? Tarımla birlikte insanoğluna bir miskinlik ve bir sürü hastalık geldi” diyor Dr. Davis. Zaten son 50 yıldır yemekte olduğumuz buğdayın o eski buğdayla hiç alakası olmadığını, genetiğinin değiştirildiğini ve her kötülüğün anası olduğunu anlatıyor. Bütün bunları bilimsel araştırmalar ve sayılarla da kanıtlıyor.

Piramit gibi piramit

Oruçla ilgili bir bölüm de var. Ramazandayken paylaşayım: “Sahurda ekmek, börek, makarna yerine et, balık, tavuk, sebze, fındık fıstık ve her tür sağlıklı yağ tüketirseniz oruç rahat geçer, aç olduğunuzu hissetmezsiniz bile” diyor kitap. Ben çocukken annelerin birbirine verdiği zayıflama tavsiyesi “Ekmek, pilav, makarnayı kes; hemen incelirsin şekerim”di. 90’ların sonunda Amerika’ya geldiğimdeyse tuhaf bir ‘sağlıklı beslenme piramidi’ ile karşılaştım. Her duvarda asılıydı. En altta en çok tüketilmesi gereken gıdalar olarak ‘tahıllar ve baklagiller’ yazıyordu. Ekmek, makarna, mısır resmi falan vardı. Et çok az yenmeliydi. Piramidin en tepesindeyse, yani 40 yılda bir alınacak ‘zehir niteliğinde’ besinler olarak ‘yağlar’ yazıyordu! Piramidin adeta tam tersini uygulayan, zeytinyağını içen, et ve balığa dadanan, ekmek ve baklagilleri sevmeyen biri olarak suçluluk hissetmiştim!
Meğer şöyle olmuş: Dönemin gıda şirketleri ve buğday üretim fazlasını fark eden hükümet, bilimsel kurumları etki altına alıp Amerikalılara “Böyle beslenin, en güzeli bu” tavsiyesini vermiş! Ancaaaak... Bilim bir şaka değildir! Bu ‘sağlıklı’ beslenme piramidinden birkaç yıl sonra Amerika’da obezite salgını ve diyabet patlaması yaşanmış. Yani 2014 yılında hoop döndük mü bizim annelerin rejim tavsiyesine!

Olmaya devlet mutfakta

Demek her şeyden önce bilimin bağımsız ve elbette tarafsız olması lazım! Bilimsel kurumların, devletin, hükümetin emrinde olmaması lazım! En azından gerektiğinde “Devlet yalancı, yediğiniz ekmek sizi hasta ediyor” gibi acı gerçeklerin söylenebilmesi, bunları söyleyebilen bilim insanlarının nefes alabileceği bir atmosfer lazım. Yoksa korkunç tarihi hatalar ortaya çıkabiliyor! Sırıtacak bir şey yok, Amerika’dan bahsediyorum yav! Ne alakası var bunun bakanların televizyonda radyasyonlu çay içmesiyle şimdi? Niye lafı oralara getiriyorsunuz?
Esasen biz ilim Çin’de olsa gidip bulmayı arzu eden bir milletiz. Yalnız niyetimiz o olsa da bilim maalesef genelde Çin’den bile daha uzak oluyor!
Hadi itiraf edelim. Bizde bilim yeşermiyor, yeşerse de büyümüyor. Bakın ne anlatacağım: CERN deneyiyle ilgili bir belgesel seyrettim. ‘Parçacık Ateşi!’ Basında ‘Tanrı Parçacığı’ adı verilen şeyi bulmak için İsviçre’de hazırlanan büyük bilimsel projeyi, orada çalışan insanların yaşadıkları aracılığıyla anlatmışlar. Hem eğlenceli hem “Hah sonunda parçacık konusunu anladım” dediğiniz bir belgesel. İlginç yanlarından biri de şu: CERN deneyinin önde gelen birkaç bilim adamından ikisi Türkiye ile bağlantılı! Savas Dimopoulos, 60’lı yıllarda Türk-Rum gerginlikleri sırasında Türkiye’den göçmüş. Diğeri Nima Arkani Hamed. İranlı. Devrim yıllarında İran sınırından Türkiye’ye kaçmış. Sonra yine bilim adamı olan babasıyla Türkiye’den gitmişler. Bu iki adam neden Türkiye’de kalmadılar? Neden burada okumadılar?
CERN’in bu iki yıldızı neden şu an TÜBİTAK’ta değiller? Burada kalıp TÜBİTAK’ta olsalardı neler olurdu?
Bunları bir düşünmek lazım. Belki “Ekmek sizi hasta ediyor” kadar acı ama gerçek bir cevabı vardır.


 
 
 
 
 
 
 
 

Ekleme Tarihi
06.07.2014
Ekleyen Kişi
gidatarim2

Etiketler: Gülse Birsel
Paylaş | |

>> Arşiv İçin Tıklayınız