OECD geçtiğimiz günlerde Ekonomik Görünüm raporunu yayımladı.
Ama ilginç bir biçimde çelişkili bir yorum-tahmin zincirini de beraberinde sürükledi. Bunun ilk farkına varan da, Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman oldu. Önce, OECD’nin tahminlerini özetleyelim; ABD’de 2010 ve 2011 yılında ekonomik büyümenin her iki yılda da yüzde 3.2, avro bölgesinde ise sırasıyla yüzde 1.2 ve 1.8 olacağı öngörülüyor. Enflasyon ise ABD’de 2010 ve 2011 için sırasıyla yüzde 1.6 ve yüzde 1 tahmin ediliyor. Avro bölgesinde ise enflasyonun yüzde 1.4 ve yüzde 1 olacağı tahmininde bulunuyor OECD. Bu tahminlere, yine aynı yıllara ilişkin olarak ABD’deki işsizliğin sırasıyla yüzde 9.7 ve yüzde 8.9 olarak eşlik ettiğini de anımsatalım Tahminler yanında yorumları da inceleyen ve New York Times’ın web sitesindeki blogunda yorumlayan Paul Krugman, OECD’nin ekonomik görünüm raporunu ‘dehşet verici’ bulmuş. Nedeni ise söylenenler ile tahminler arasındaki uyumsuzluk. Krugman, OECD raporunda ABD’deki para politikası üzerine yazılanları okuyunca ‘dehşete kapılmış’. Raporda, ABD’de enflasyon bekleyişlerindeki artış ile işgücü piyasasında beklenenden daha önce ortaya çıkan istikrar nedeniyle, ‘normalizasyonun’ 2010’un son çeyreğinden öteye sarkıtılmaması (ki Krugman bunun faiz artışı demek olduğunu not ediyor) öneriliyor. Politika faizinin ise nötr seviyenin iki katına çekilmesi de not düşülmüş. Hatta eğer enflasyon bekleyişleri daha fazla kötüleşirse politika kararlarının daha hızlı olması gerekliliği anımsatılıyor. İşte bu noktada, Krugman da bize ‘tahminlere bakılmasını’ öneriyor. Söylediği de şu; madem enflasyon yüzde 1 seviyesinde seyredecek, ki Fed’in örtülü hedefinin yüzde 2 olduğu hesaba katılmalı, işsizlik de yüzde 9’a yakın bir yerde olacaksa neden faizlerin sıkılaştırılmasından söz ediliyor? Buna itiraz eden Krugman, enflasyonun OECD tahminlerinin altında olacağını, çekirdek enflasyonun ise yüzde 1’in altında seyrettiğini de vurguluyor. *** Bizim enflasyon öykümüz ise başka türlü seyrediyor. Gelişmiş ülkelerde sıfır ila yüzde 1 arasında bir enflasyon seviyesi söz konusu iken, emtia ve enerji fiyatlarında bir artış mevcut değilken, küresel krizde yüzde 6’ya yakın küçüldüğümüz bir yılda bile enflasyonumuz yüzde 6’nın altına düşmedi. OECD’nin Türkiye için tahminlerini anımsatalım. OECD raporunun yayımlanmasıyla ilgili haberlerde, büyüme ve işsizlik sayıları ön plana çıkarken, enflasyon geri plana atıldı çünkü. OECD, Türkiye’deki enflasyonu 2010 ve 2011 yıllarında sırasıyla yüzde 9.5 ve yüzde 6.6 olarak tahmin ediyor. Böylece, her iki yılda da Türkiye’nin enflasyon hedefini tutturamayacağı tahmin edildi. Diğer taraftan IMF’nin 4. madde çerçevesinde yaptığı değerlendirmede, enflasyon konusunda Merkez Bankası uyarıldı. Merkez Bankası’nın çıkış stratejisini olumlu bulan IMF, Merkez Bankası’nın parasal sıkılaştırmasını yavaş ve riskli buluyor. IMF’nin enflasyonla ilgili eleştirileri, ‘ekseni kaymış para politikasının’ eleştirisi bir bakıma. Yapılan açıklamada yer alan 15. maddede, negatif reel faiz seviyesinde yürütülen yavaş bir sıkılaştırmanın bedelinin ileride daha büyük olacağı anlatılıyor. Bugünkü görünümde, ilerideki faiz artırımlarının daha yüksek olacağını, bunun da portföy yatırımlarını daha cazip hale getiren bir ortam yaratacağını, döviz kuruna baskı oluşturup kur rekabetçiliğinin kaybolacağı uyarısında bulunuluyor. ‘Kredibiliteyi koltuğunun altına alan’ Merkez Bankası bu eleştiriye ne diyecek bilinmez. Ama ‘IMF’den kurtulunca döviz gelmeyecek’ düşüncesiyle döviz kurunun artacağı hesabı yapan ihracatçılar, herhalde IMF’nin bu uyarısını ciddiye alırlar: Haziran 2006’yı anımsayarak.
Uğur Gürses
http://www.radikal.com.tr/ |