Öyle anlaşılıyor ki Türkiye krizi fazla bir önlem almadan atlatabileceğini düşünüyor. Ben aynı kanıda değilim. Sıradışı önlemler almaya gerek var. Özellikle de reel sektörde. Bundan bir müddet önce krize karşı tedbir alınması gereği konusundaki bir yazısında Radikal yazarı Prof. Dr. Fatih Özatay çok hoşuma giden bir ifade ile ‘Uçuk kaçık önlemler alınması’ ihtiyacını vurgulamıştı. Çok katılıyorum. Zira, krizin niteliği ve niceliği uzaktan bakıp, ezberimizde olan kolay ve sıradan tedbirlerin çok ötesinde önlemler gerektiriyor. Mevcut kalıpların içinde çözüm aramak nafile bir çabadan ve her türlüsünden kaynak israfından öte bir sonuç vermez. Soruna odaklanmak ve mevcut düşünce kalıplarının ötesine geçmek gerekiyor. Şöyle bir odaklanma egzersizi yapalım: Kriz Türkiye’de en çok nereyi sarsıyor? Reel sektörü. Neden? Çünkü, bugüne değin yaşadığımız krizler hem kamu maliyesini, hem de finans sektörünü ‘yeniden yapılandırma ve görece kuvvetlendirme’ olanağını yarattı. Ama, reel sektör zorunlu bir ‘yeniden yapılandırma’dan geçmedi. Şöyle bir sonuca varabilirsiniz: Reel sektörümüz bu küresel kriz çıkmasaydı bile bir ‘yeniden yapılandırma’dan geçme ihtiyacı içinde idi. Kriz bu ‘yeniden değerlendirme’nin takvimini değiştirdi ve hareket etme gereğini öne aldı. Devam edelim: Reel sektör kendisini yeniden değerlendirecek ise neye odaklanacak? İki şeye. Birincisi, ‘İş Planları’ eski ve bunların gözden geçirilip yenilenmesi ve bu yenilenmenin gereğinin yapılması gerekir. İkincisi, reel sektörümüz çok büyük kaldıraç ile çalışıyor. Yani, sermaye az, kredi çok. Bunun düzelmesi gerekiyor. Bu odak noktalarını tespit ettiğimize göre krize karşı alınacak önlemleri bu ‘yeniden yapılandırma’ gerekleri ile birleştirdiğinizde hem krizden bir fırsat çıkarmış olursunuz, hem de daha kısa süre içinde olumlu sonuç alırsınız.
Birinci odak noktası çok çetrefil. Yönetişimden tutun, ölçeklere, süreçlere değin birçok çetin tarafı var. Ama, kriz bazı olumsuzlukları daha çabuk ve belirgin bir şekilde öne çıkartır. Örneğin, bizdeki sermaye birikim modelleri reel sektörümüzde olumsuz sonuçları iyice belirginleşen birkaç yaklaşımı benimsetmiştir: ‘Küçük olsun benim olsun’ (ölçek sorunu), ‘ falan yapıyor, ben de yapayım’ (çekirdek işe odaklanamama sorunu) ve ‘her bir şeyi kendim üreteyim’ (entegrasyon sorunu). Şimdi işi, bu olumsuzluklara odakladığınızda, ister yeniden yapılanmanın bir gereği deyiniz, ister küresel krize karşı önlem değil, iş gelir gider Türkiye’de yıllardan beri konuşulan ama bir türlü kullanılır bir hale sokulamayan ‘Bölünme, birleşme ve satınalma’ mevzuatının bugünün koşullarında kullanılması için daha cazip hale getirilmesine dayanır. Şunu da hatırlatalım; bu, bir mikroekonomik önlem, dolayısı ile bir mikro reformdur. Hükümet, bu teşvik edici düzenlemeyi yapmak ile sorumludur. Bu sorumluluğun içinde, şüphesiz, vergi teşviklerinden dolayı ‘para harcama’ sorumluluğu da vardır.
Mikroekonomik reform ve önlemlerin uygulanmasında şirketler dünyasına da ciddi görev düştüğünü hep söylüyorum ama bu doğrultuda bir bilinçlenmenin olmadığı da bir gerçek. O zaman, devletin vereceği teşviklerin yanı sıra, reel sektörün kendi içinden gelen bir itici gücün olması gerekir. Odaklanmayı biraz daha ileri götürelim; örneğin, tekstil sektörünü (iplikten konfeksiyona kadar) ele alalım. Yıllardan beri tekstil sektörünün hem Türk ekonomisi için ne kadar önemli olduğunu, hem de bu sektörün ciddi bir yeniden yapılanma gereği içinde olduğu bilinir ve konuşulur. O nedenle ben daha fazla bir şey söylemeyeceğim ama tekstilin Türkiye’de gideceği daha çok yol olduğu ve bu küresel kriz nedeniyle kaderine terk edilemeyecek kadar önemli olduğunu tekrarlayacağım. Yani, tekstil sektöründe ciddi bir yeniden yapılandırma gereği var. Diyelim ki devletten yukarıda sözünü ettiğimiz geniş teşvik geldi. Özel sektörden bu sürecin itici gücünü kim sağlayacak? Bu yeniden yapılanmayı kim planlayacak, kim sektöre anlatacak? Kim yararlanacak? Hangi süreçlerle yürütülecek? Sorumluluklar nasıl düzenlenecek? Önerim, Başkan Halit Narin beye ‘uçuk ve kaçık’ gelebilir ama bu itici güç, örneğin, ‘Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası’ olabilir. Ellerinde hemen mobilize edebilecekleri bir beyin gücü, hem de müthiş bir finansal güç var. Bu güçleri onlar nasıl mobilize ederler? Yukarıda sorduğum sorulara nasıl cevaplar bulabilirler? Bilemem; bunlar da onların, kalıp dışı, yani, ‘uçuk, kaçık’ şeyler düşünmesini gerektiriyor.
Korkmaz İlkorur
radikalgazetesi.com.tr |