Öncü göstergeler Türkiye ekonomisinin küçülmekte olduğunu söylüyor. IMF 2008 son çeyrekte Türkiye ekonomisinin yüzde 4,8 küçüldüğünü tahmin ediyor. Küçülmenin 2009'un ilk yarısında da devam edeceğine hiç kuşku yok. IMF 2009'un toplamında eksi yüzde 1,5 oranında küçülme bekliyor. Krizin bizi teğet geçmediğine ve Türkiye ekonomisinin durgunluğa girdiğine sanırım itiraz eden kalmadı.
Hükümet uzun süre Türkiye ekonomisi durgunluğa girmeyecekmiş gibi davrandı. Hükümet ekim ayında 2009 bütçesini hazırladığında Lehman Brothers batmış, finansal kriz ayyuka çıkmış, kredi çöküşünün reel sektörü etkileyeceği ve durgunluğun kapıda olduğu açıkça belli olmuştu. Buna rağmen hükümet 2009 bütçesini yüzde 4 büyüme varsayımı üzerine oturtmayı tercih etti. Diyelim ki moraller bozulmasın istedi. Ama ne yazık ki moraller zaten bozulmuştu ve moral vermek için sanal bütçe değil gerçekçi önlemler gerekiyordu. Ancak kriz Türkiye ekonomisini teğet geçecekmiş gibi hareket ederseniz, önlem almanın meşru zemini de kalmaz.
Sanal vergi gelirleri
Hükümet için gerçekçi bir 2009 bütçesi yaparak durgunluk koşullarında maliye politikasını ne kadar gevşeteceğine, diğer ifadeyle bütçe açığını ne kadar artıracağına karar verme fırsatı bütçe TBMM'de görüşülürken vardı. Hükümet bu fırsatı da kullanmadı. Sadece harcamalarda 3 milyar TL'lik sınırlı bir indirim yapıldı. Oysa, esas sorun gelirlerdeydi. Çünkü bütçe gelirlerinin yüzde 80'ini oluşturan vergi tahsilatında inanılmaz artışlar öngörülmüştü. Bu göz kamaştırıcı vergi artışları salt yüzde 4'lük büyüme varsayımından da kaynaklanmıyordu. Aynı zamanda Maliye'nin vergi tabanında da ciddi genişleme gerçekleştirileceği öngörülmüştü.
2009 bütçesinde vergi gelirlerinin ne ölçüde sanal olduklarına yakından bakalım. Tablo 1'de 2008 bütçe gerçekleşmeleri, 2009 bütçe hedefleri ve bu hedeflerin 2008'e kıyasla ne büyüklükte reel değişimler ifade ettikleri yer alıyor. 2008'de KDV ve ÖTV olarak 109 milyar TL dolaylı vergi tahsil edilmiş. 2009'da ise tahsilatın 146 milyara çıkması planlanmış. Nominal artış yüzde 34, 2009 ortalama enflasyonu yüzde 7,5 kabul edersek reel artış yaklaşık yüzde 25! Bir bölümü yüzde 4 büyümeden gelecek diyelim. Acaba kalanı nereden gelecekti? Hadi bir bölümü de kayıtdışılıkla mücadele sayesinde elde edilecekti diyelim. Ama yine de abartılı bir artış öngörüldüğü açık. Dolaysız vergi artışları da sanal. Gelir ve kurumlar vergisi tahsilatlarının reel olarak yüzde 22 artması planlanmış. Anlaşılan sayın Kemal Unakıtan (kendisine geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum), "ben size verginin nasıl toplanacağını göstereceğim" demiş olmalı! Tabii bir diğer ihtimal de, önce harcamalar alt alta yazıldı, sonra da sıkı bir bütçe yapabilmek için ne kadar gelir gerekiyorsa o kadar gelir yazıldı. Herhalde işin doğrusunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz.
Gerçekçi bir 2009 bütçesi
2009 bütçesinin sanal aleme ait olduğunu bu rakamlar zaten yeterince kanıtlıyordu. Ama ocak bütçe gerçekleşmeleri 2009 bütçesinin sanallığını iddia olmaktan çıkarıp yalın gerçek haline getirdi. Ocak rakamları yayınlandıktan sonra hükümetin sanal bütçe ile davam etmesi artık olanaksız. Nitekim Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı da "bütçenin aşağıya doğru revize edilmesi gerektiğini" açıklamak zorunda kaldı. Bütçe revizyon tartışması başlamıştır. Tartışmaya bir katkı olur umuduyla gelin gerçekçi bir 2009 bütçesi yapalım (Tablo 1).
2009 ortalama enflasyonu yüzde 7,5 alıyoruz. Büyüme tahminleri IMF'den: 2008 yüzde 1, 2009 yüzde - 1,5. Revizyonda kritik değişiklikler vergi gelirlerinde ve harcamalarda. Harcamalardan başlayalım. Ocak ayında faiz dışı giderler nominal yüzde 25, reel olarak da yüzde 14 artmış (Tablo 2). Tipik bir seçim ekonomisi manzarası. Bu manzaranın mart sonuna kadar devam edeceğini kabul ediyoruz. Hükümetin nisandan itibaren frene basacağını ve bütçede öngörülen yüzde 7'lik reel artışa döneceğini düşünüyoruz. Sonuç olarak 2009'da faiz dışı reel gider artışının planlanan yüzde 7'den yüzde 9'a çıkacağını varsayıyoruz. Bu varsayımın içinde durgunlukla mücadele paketi maliyetinin olmadığını not ediniz. Faiz giderlerine dokunmadık. Öngörülenden daha düşük olacakları belli oluyor. Ortaya çıkacak marjın durgunluk paketinin maliyetini karşılayacağını kabul edebiliriz.
Büyük sorun gelirlerde. Ocak gerçekleşmeleri dolaylı vergi tahsilatında düşüşün reel olarak yüzde 17'ye yaklaştığını gösteriyor. Ekonomi ocak ayında bu kadar küçülmüş olamaz. İthalattaki büyük daralmanın etkisi söz konusu. Vergi tabanı da daralıyor olabilir. 2009'da yüzde 1,5'luk küçülmenin dolaylı vergi tahsilatında yüzde 3'lük reel düşüşe neden olacağını varsaydık. İyimser bir varsayım ama durum zaten yeterince vahim. Dolaysız vergi tahsilatı ocakta geçen yıla kıyasla reel olarak pek değişmemiş. Doğal. 2009'da gelirler ve kârlar düşeceğine göre tahsilatın azalması kaçınılmaz. Ama vergi tabanı da durgunluğa rağmen bir miktar genişletilebilir. İyimser olmaya çalışıyoruz. Sonuçta dolaysız vergi tahsilatının 2009'da geçen yıla kıyasla reel olarak aynı kalacağını kabul ettik.
Dev bütçe açığı
Bu nispeten iyimser varsayımlara dayanarak 2009 bütçesinin gelir ve gider kalemleri revize edildiğinde ortaya dev bir bütçe açığı çıkıyor. 2009 sanal bütçesinde 9 milyar lira olarak görünen bütçe açığı 56 milyar liraya çıkıyor. Tahmini gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 0,9'na karşılık gelen açık oranı da yüzde 5,6'ya çıkıyor. Faiz dışı diye bir şey pek kalmıyor. Bu durumda 2002'den beri gerilemekte olan Kamu Borcu / GSYH oranı da tahminen en az 4 puan artar.
Sorun şudur: Durgunluk koşullarında "otomatik dengeleyici" olarak adlandırılan açığın (harcamalar sabit tutulurken düşen gelirin düşürdüğü vergilerin yarattığı otomatik açık) bu kadar yükselmesi göze alınabilir mi?
Bu sorunun yanıtı bu kadar büyük açığın nasıl finanse edileceğine bağlıdır. Küresel likiditenin kuruduğu bir ortamda sıcak para girişinden medet ummak zor. İçerde de beklenmedik bir tasarruf artışı olmayacağına göre, dengeleme belli ki faiz artışı ile sağlanacak. Ancak ek 47 milyar sağlayacak faiz artışı o kadar büyük olur ki, bu artış faiz giderlerini de orta vadede artırarak dengeleri iyice bozar. Ayrıca yüksek faiz artışı iç talebi daha da durgunlaştırıcı etki yapar. Bu olumsuzluklara bir de TCMB'nin para politikasını gevşetmekten vazgeçmek zorunda kalacağını, hatta piyasayı izleyerek faiz artışı yapmak zorunda kalacağını eklemek gerekiyor.
Bütçe açığı ve orta vadeli mali kural
Türkiye ekonomisinde mali manevra alanı ne yazık ki çok geniş değil. Borç oranı son yıllarda büyük hızla düşmüş olsa da halen yüzde 40'a yakın. Ama daha önemlisi Hazine'nin iç borçlanma faizi çok yüksek. Dış borçlanma faizi de küresel kriz nedeniyle arttı. Bu durum verilebilecek bütçe açığını sınırlıyor. Başta "borç oranını artırmayacak kadar bütçe açığı" ilkesini savunuyordum. Bu da kaba bir hesapla bütçe açık oranının yüzde 2,5 olabileceğini söylüyordu. Ancak durgunluk tahminimden daha kötü çıktı. Bütçe açığını yüzde 3-3,5'e çıkarmak zorunlu gibi. Tatsız haber, bu açık düzeyi bile mevcut bütçe harcamalarından en az 15-20 milyar TL kesinti gerektirmesi.
Ancak bu kadar açığın piyasa faizlerinde şok yaratmaması için mutlaka 2010 ve 2011'de maliye politikasını sıkılaştırmak gerekiyor. Tabi bir de 2009'da dış kaynak şart. Bu koşulları bir araya getirdiğinizde IMF ile anlaşmanın ne kadar hayati olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Perşembe günkü yazımda savunduğum gibi hükümet kendi orta vadeli mali programını da ortaya koyabilir. Ancak bu programda IMF parası olmayacağına göre, 2009 bütçe açığı daha sınırlı, ya da 2010 ve 2011 mali önlemleri çok daha sıkı olmak zorunda.
Son açıklamalardan öyle anlaşılıyor ki IMF orta vadeli mali hedeflerin yasal kurallara bağlanmasını ve vergi tabanının genişletilmesi işinin çok sıkı tutulmasını istiyor. Bu önlemler doğal olarak Hükümet'in hoşuna gitmiyor. Gerektiğinde vergiyi gevşetebilsin, harcamaları artırabilsin istiyor. 2011 seçim yılı, unutmayın. Ama IMF ile anlaşmamanın da maliyeti açıkça görülüyor. Sonuç olarak bu bir hesap meselesi.
IMF NE İSTİYOR
"Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak diye buna derler". IMF ile anlaşma da bu kadar yüksek açığı finanse etmeye yetmez. Dolayısıyla IMF bu kadar yüksek açığı kabul etmez. Bu hesapları büyük ihtimalle onlar da yaptılar ve hükümetten 2009 bütçesini revize etmesini istediler. Sonra da, "2009'da maksimum ne kadar bütçe açı verebileceğimize karar verelim, bozulan kamu dengesinin de 2010've 2011'de nasıl toparlanacağının esaslarını belirleyelim" dediler. Bu da hükümetin hiç hoşuna gitmedi.
IMF tartışması alevlenince 4 şubatta betam IMF'in Ukrayna, Macaristan, Letonya ve Pakistan ile imzaladığı anlaşmaları inceledi (betam.Araştırma Notu 023). Bu inceleme IMF'in durgunluk koşullarında maliye politikasına yaklaşımının üç temel ilkeye dayandığını gösterdi:
1- Makro dengesizliklerin orta vadeli bir perspektifle düzeltilmesi.
2- Küresel krizin daraltıcı etkileri nedeniyle 2009'da maliye politikasında her ülkenin mali manevra alanına göre az ya da çok gevşemeye izin verilmesi.
3- Buna karşılık maliye politikasının orta vadede 2009 gevşemesinin boyutlarına göre az ya da çok sıkılaştırılması.
5 Şubat'ta IMF G 20 Londra zirvesi için hazırladığı dokümanı (dipnot 1) yayınlayarak betam'ın çıkarsamalarını doğruladı. Dokümandan okuyalım: "Para politikasının etkinliğinin sınırlandığı koşullarda maliye politikasının talebi destekleyerek devreye girmesi zorunludur, ancak bu destek orta vadede sürdürülebilirlikle tutarlı olmalıdır....canlandırma önlemlerine orta vadeli mali görünümü güçlendiren inandırıcı adımlar eşlik etmelidir." IMF'in ne istediği bellidir. 2009'da her ülkenin mali koşullarına göre ölçülü bir gevşeme, buna karşılık 2010 ve 2011'de bozulan dengelerin sıkılaştırılmış maliye politikası ile düzeltilmesi.
Seyfettin Gürsel
referansgazetesi.com |