Gelibolu “sardalya”sı ile ünlü idi. Denizden o kadar bol sardalya çıkardı ki, Gelibolular sardalyaları ne yapacaklarını şaşırırdı. Her yıl 15 Temmuz’da sardalya festivali yapılır, iskele meydanına dizilen mangallarda sardalyalar pişirilirdi. Şimdi Gelibolu’nun denizinden sardalya çıkmıyor. Gelibolulular Yunan sardalyası yiyor.
Yunanistan’dan ithal edilen sardalyaların 8 kilogramlık kasası İstanbul’da balıkhanede 65 liraya satılıyor. Bu yıl balıkhaneden alınan Yunan sardalyalarını kasa içinde Gelibolu’ya götürdüler. Gelibolu halkı böylece kilosu 10 liradan sardalya yemek imkânını buldu.
Sarıyerli Alpaslan Elmas diyor ki, “Son 50 yıldır balıklar yumurtalı iken avlanıyor. Yavru olarak avlanıyor. Denizlerimizde balık kalmadı. “Hamsi var” diye seviniyorduk. Hamsileri avlayıp yem fabrikasında öğütmeye başladılar. Yakında hamsi de kalmayacak.”
Alpaslan Elmas'ın korktuğu olmuş bile. İstanbul’da balıkhanede Yunanistan’dan ithal hamsilerin 8 kiloluk kasası 40 liradan satılıyor.
Çingene palamutu Senegal'den
Alpaslan Elmas ile konuştuğum gün, “Lüferler Yok Olmasın” kampanyasını başlatarak 21 cm’den küçük lüferin avlanmaması için çaba gösteren Fikir Sahibi Damaklar Grubu Yöneticisi Defne Koryürek beni aradı.
Tarım Bakanlığı 10 Temmuz’da bir tebliğ yayınlamış. Bu tebliğde balık boyunun ölçümünde, ağzı kapalı iken alt çenesi ile kuyruk yüzgecinin arasındaki mesafenin esas alınması kabul edilmiş. Lüfer için 14 cm’lik bir sınır belirlenmiş. Bu durumda çinekop, bebe lüfer avlamak serbest bırakılmış oluyor. Defne Koryürek diyor ki, “Bu ölçüm ile yavru balıkların büyüyerek lüfer olması imkânsız.”
Ortaköy’den komşum lakerda ve füme balık üreticisi Merdol Karaman diyor ki, “Lüfer yok olmasın isteniyor ise, çinekop avlanması bütünü ile yasaklanmalıdır. Ben 30 cm’den küçük boy lüfer satın almam. Küçük balıkları avlayan balıkçılar kadar tüketicinin de sorumluğu var. Elinde cetvel, çinekopları hangi denetim elemanı ölçecek? Tarım Bakanlığı’nın bu denetimi yapacak elemanlarının sayısı az, bilgisi az.”
Geçen hafta bir balıkçı bana “Karadeniz’de olta ile yakalanan çingene palamutu” diyerek bir çift palamut sattı. Balıklar o kadar tatsızdı ki. Yiyemedik. Attık.
Alpaslan Elmas’dan öğrendim ki şu günlerde balıkçılarda satılan çingene palamutu Senegal’den geliyormuş. Ben tanesi 10 liraya Senagal’den getirilen çingene palamutunu Karadeniz palamutu niyetine satın almışım.
İstavrit de yok oldu
İstanbul’da av yasağı döneminde, oltacıların Boğaz’da yakaladıkları istavriti yerdik. Bu yıl istavrit yok. Oltacılar boş yere kıyılarda bekleşiyor. Ama müjdemiz var... Avustralya’dan, evet taaaa Avustralya’dan uçak ile istiridye, midye ithal etmeye başladık. Mercan geldi. Yakında Avustralya lüferi yiyeceğiz.
Daha önceki yazımda barbunya, dil, lagos ve mezgit gibi balıkların Afrika’dan getirildiğini, yediğimiz uskumruların Norveç uskumrusu olduğunu yazmıştım.
Kaderimiz böyle diyerek kadere razı mı olacağız? Üç tarafımızdaki denizleri kurutarak balığa hasret mi yaşayacağız? Eskiden “et yiyemiyorsanız, balık yiyin” derlerdi. Şimdi balık da yok. Suç kimde?
Balıkçılık sektörü sahipsiz. Kota sistemi gibi başka ülkelerde başarılı olmuş uygulamalar öneriliyor. Bunları uygulayacak, denetleyecek devlet
kuruluşu yok.
Yakınmalar kâr etmiyor. Aldıran yok. İthalata devam. İthalat devam etsin ki, çocuklarımız sardalya, uskumru, lüfer hatta hamsi gibi balık çeşitlerini tadabilsin, yiyebilsin.
Güngör Uras
http://www.milliyet.com.tr/