Bayram günü yazının başlığına bakıp da hemen farklı çıkarımlar yapmayınız lütfen.
Bugüne klasik bir bayram yazısı kaleme almak istemedim. Kurbanlık fiyatlarından, anguslardan, kurbanlık yerine kendisini doğrayan angutlardan, bayramı kana bulayan trafik canavarlarından, eski bayramların yad edilmesinden, politikacıların göstermelik bayram ziyaretlerinden, ünlülerin bayramdaki aşk trafiğinden, en az benim kadar sizlere de gına geldiğini düşünüyorum.
Bu yüzden gelecek nesillerin sağlıklı besin kaynaklarına ulaşmasında çok önemli olduğunu düşündüğüm bir konudan, Greenpeace’in (Yeşil Barış) başlattığı sosyal bir kampanyadan söz etmek istiyorum…
Greenpeace de kim diyenler varsa hemen arz edelim.
Hani çevreyi kirleten veya doğayı yok eden tesislere kendilerini zincirleyen, denizleri kirleten gemilere tırmanan sivil toplum kuruşu var ya, işte o derneğin adı Greenpeace’dir. Bilinçli gönüllülerden oluşan dünyanın en etkin çevre örgütüdür.
Öyle ki Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın göreve gelir gelmez ziyaret ettiği sivil toplum kuruluşlarından biri olmuştur. O günlerde sadece sıradan ve sempatik bir ziyaret olarak görünse de bu ziyaret, aslında sosyal paydaşlık yaklaşımına verilebilecek en başarılı örneklerden biridir ve bir devlet adamının sergileyebileceği en akılcı davranışlardandır.
Kanımca Türkiye’nin enerji politikalarının hazırlanmasında bugüne kadar en fazla mesai harcayan ve gerek iş gerekse toplum nezdinde en fazla takdiri toplayan bakanlardan biridir Taner Yıldız. Bakan Yıldız’ın bu ziyaretini ve Türkiye’nin yarınları için doğurduğu akılcı sonuçları gelecek yazılarda hep birlikte irdeleriz. Şimdi asıl konumuza dönelim.
İşte bu etkin çevre örgütü Greenpeace’in başlattığı son kampanyanın sloganı “Sizinki kaç santim?”
Denizlerimizdeki balık katliamına dikkat çekiyorlar. “Şimdi on binlerce, küçük ve büyükbaş hayvanın kurban edildiği bugün” balık katliamından söz etmek de neymiş?” demeyin.
Konu gerçekten çok önemli.
Balıklar insanoğlunun ulaşabileceği en ucuz protein kaynaklarından biri. Ama öyle hoyratça avlanıyorlar ki…
Bugün dünya denizlerindeki büyük balık türlerinin yüzde 90'ı, toplam balık türlerinin ise yüzde 60'ı tükenmiş durumda. Hatta 2050 yılına geldiğimizde ise dünyadaki balık stokları tamamen yok olacak.
Türkiye'de de durum farklı değil. Balık stoklarımız ve balıkçılık ülkemizde can çekişiyor. Çünkü endüstriyel avcılık ülkemizde ilerlemeye başladı. Böyle olunca da balıklar yumurtlama zamanlarında ya da yumurtlamadan henüz yavru iken avlanmaya ve satılmaya başlandığı için alarm çanları çalmaya başladı bile.
Henüz üreme olgunluğuna, boyuna erişmemiş yavru balıkların avlanması, satılması ve tüketilmesi, ülkemizin deniz kaynaklarının ziyan edilmesi demek. Olgunluk çağına gelen bir balığın her yumurtladığında binlerce balık ürettiği unutulmamalı.
Her canlı en az bir kez üreme hakkına sahiptir ve eğer yarın da denizlerimiz de balık türleri olmasını istiyorsak acilen balık boylarına önem vermemiz gerekiyor.
Ayrıca anaç balıklar boyut olarak büyüdükçe daha da fazla yumurta verirler, işte bu yüzden balıklar için her santim hayati derecede önem taşıyor.
Türkiye'de avlanması ve satılması yasal balık boylarına uyulmadığını balık pazarlarında gördüğümüz yavru balıklardan anlamak mümkün.
Örneğin; lüfer… Lüferin en az bir kez üreyebilmesi için minimum 20 ile 24 santime ulaşması gerekirken bugün yasal avlanma boyu 14 santim. Yani aslında yavrusu olan çinekop boyu. Aynı şekilde palamutun üreme boyu 38 santim ile 42 santim arasındayken yasal avlanma boyu maalesef sadece 25 santim…
Bu durum açıkça gösteriyor ki, ülkemizde denizlerimizdeki biyolojik çeşitliliğin korunmasını sağlayacak ciddi bir yönetim planına ihtiyaç duyulmakta. Çünkü Ticari balık türlerinin yumurtlama ve gelişme alanlarının deniz rezervi olarak korunması da en etkin yöntemlerden biri.
İşte bu noktada Greenpeace başlattığı ve herkesten destek istediği kampanya ile Tarım Bakanlığı'nı acilen balık stoklarının ve balıkçılarımızın geleceği adına yavru balık satışını engellenmesi ve yasal balık boylarının bilimsel temellere oturtulması için göreve çağırıyor.
Bu kampanya ile gözler Tarım Bakanlığı’na çevrildi. Bakalım ne gibi tedbirler alacaklar. Ama bizlerin de bu konuda yapabileceği şeyler var. Mesela, yavru balık satın almayarak, satmayarak, tüketmeyerek denizlerimizin geleceğini korumaya alabiliriz.