Su, ilk toplumsal örgütlenmelerden beri toplumsal yaşamın odağı olmuştur. Toplumsal yaşamın kurucu unsurlarından birisidir su. Binlerce destanın, öykünün, mitolojinin atardamarıdır. Romalıların, Osmanlının su yolları tarihin seyrini değiştirmiştir. Her toplumsal yaşamın kendine özgü su yönetimi tarzı olmuştur. Romalılar hiçbir zaman suyu biriktirmeyi akıllarına getirmemişlerdi. Kapitalizm öncesi pek çok uygarlık gibi. Sanayi devrimi ile birlikte kapitalist üretim tarzı, suyu da alınır satılır bir mal haline getirdi. Kapitalizmin olgunlaştığı İngiltere’de on dokuzuncu yüzyılda zengin sınıflar nitelikli su bulabilirken, yoksul sınıflar bu olanağa hiçbir zaman ulaşamamıştır. Ancak, son otuz yılda neoliberal ekonomik sistem suyun alınır satılır bir meta haline gelmesi sürecini derinleştirdi. Yüzünüze çarpan rüzgardan, içinizi ısıtan güneşe ve yüreği serinleten, toprağa can veren su, kapitalistler tarafından kıt bir mal haline getirilmiştir. Dünyanın dörtte üçü gecekondu mahallerinde yaşamaya hapsedilirken, bu insanlar aynı zamanda, su kıtlığının asıl sorumlusu ilan edilmiştir. Büyük tarım arazilerinde aşırı su tüketimiyle üretilen ürünler çöpe atılırken, dünyanın tüm önemli su havzaları, ormanları kentsel rantı yağmalayanlarca yok edilirken Dünya Su Konseyi öncülüğünde, Dünya Su Forumu toplantılarında, suyun nasıl daha karlı bir yatırım aracı haline geleceği tartışılmaya başlanmıştır. İlki 1997 yılında Fas Marakeş’te düzenlenen su forumunun politik gündemini ise hep, şirketler ve dünyanın zengin devletleri belirlemiştir. Su forumunun dördüncüsüne ev sahipliği yapan Meksika’da su forumundan hemen sonra, su kanunu yürürlüğe girmiş; Su, Meksika’da bir meta haline getirilmiştir. Suyun özel şirketlere tahsisi konusunda hızlıca yasal düzenlemeler hayata geçirilmiş, bu gelişmeler sonucunda toplumun kır ve kentlerinde önemli sağlık sorunları yaşanmıştır. Bu süreçte, Meksika’da binlerce insan sudan kaynaklı hastalıklarla uğraştı. Yaşanan ekonomik kriz nedeniyle sağlık hizmetlerinden yararlanamayan insanlar, suya bağlı hastalıklar neticesinde sağlıklarını yitirdiler. Kırsal nüfus alanlarında yaşayanların su hizmetlerinden yararlanma olanakları kısıtlandı. Aradan üç yıl geçti. Forum şimdi Türkiye ve Ortadoğu’nun kaderini belirlemeye çalışıyor. 16-22 Mart 2009, İstanbul suyun geleceği için önemli bir dönemeç. Üç yılda bir düzenlenen su forumlarının beşincisine Türkiye Cumhuriyeti Devleti ev sahipliği yapıyor. Forumun Amacı, Ortadoğu’da ve Akdeniz havzasında uluslararası bir su yönetimi sistemi kurmak ve su yönetimi konusunda toplumların karar haklarını bertaraf ederek, suyu ticari bir meta haline getirmektir. Bunu gerçekleştirmek için, devletlerin etkin bir şekilde sürece müdahalesi gerekiyor. Bunun için T.C. hükümeti su forumu için 5732 sayılı özel bir yasa çıkardı. On yedi milyon avroluk bir bütçe yarattı. “Farklılıkların Suda Yakınlaşması” teması altında devletler ve şirketler bu forumun başarısını şansa bırakmamak için sivil toplum örgütlerinin katılımına da özel bir önem verdi. Sivil Toplumla diyalog toplantılarına, kuracakları sistemin bekçiliğini yapmak üzere kişi ve kurumları davet ettiler. Neydi bu işin adı: Yönetişim. Bu “sivil”örgütlenmeler, Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon’un, ``Eğer su konusunda bir savaş çıkmasını istemiyorsak yapılması gereken bazı şeyler var” çığlığının bekçiliğine de soyundular. Toplumun ve doğanın varlık koşullarını şirketler ve devletlerle birlikte pazarlamak için masaya oturdular. Toprağın, suyun, havanın satılık olduğuna bir kuşak öncesi insanlarımıza ikna etmek mümkün değilken, forum masalarının sivil uşakları, suyun havanın, toprağın kıt olduğu, bu varlıkların biriktirilmesi, alınır satılır kılınması gerektiği mavalı üzerinde bir mutabakata varacaklar. Peki sonrasında ne mi olacak, Meksika halkının başına gelenler olacak. Su Kanunu taslağı, hızlı bir biçimde yasalaşacak, Susuzluğu bir sivil toplum projesi haline getirecek sivil soytarılar çıkacak. Şirketler, kent ve kırda suya tahakküm kuracak. Kırk haramiler hikayesi…Bunu için de kapitalizmin bu kriz eşiği devletleri daha zorba yöntemlere başvurmaya zorlayacak. Göller, Nehirler satılmakla kalmayacak, yer altındaki ve havzalarda bulunan her türlü su varlığı, şirketlerin özel mülkü haline gelecek. Toplum, daha çok çalışarak, daha az servetten yararlanacak. Doğa ise şirketlerin istediği kadar ve biçimde kullanılacak. Kirletme hakkı şirketlerin, bu bedelin ödenmesi hakkı ise toplum ve doğanın olacak. Peh, peh!! İşte su forumunun gerçek gündemi de bu olacak. Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon’un su savaşları uyarısı boşuna değil. Biz bu savaşta, barbarlığın karşısında, yaşamın yanında olacağız. Ya Barbarlık Ya Ekososyalizm bir propaganda çığlığı değil artık. Gerçeğin tam da kendisi.
FEVZİ ÖZLÜER
birgun.net |