Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 01 Mayıs 2024 Çarşamba
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  GÜNLÜK » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

İsmail Detseli Konya folkloru ve hayatı üzerine yine güzel bir hikayeyi kaleme aldı. 1940'larda Toroslar'da yaşanan hikaye şöyle:

 Ne ummuştuk ne bulduk
Onca yüke hamal olduk
Geçmişten acı tatlı anılar vardır büyüklerin dilinde
Eğer oturup kulak verir dinlerseniz dizlerinin dibinde
Bu gün sizlere anlatacağım hikâye toros dağlarının en zirve yerlerinden birinde 1940 yıllarda yaşanmış bir olaydır. Bunu geçenlerde sohbet ettiğimiz bir sevgili büyüğüm (1340 Rumi 1924 miladi doğumlu olan Ermenek’in Balkusan köyünden aynı zamanda dünürüm de olan hoş sohbet) Kerim Yıldız anlattı. Çok manidar ve bugünkü gençliğin ve hatta biz yetişkinlerin bile ders çıkartmasını gerektiren bir olay.
***
Alaman Harbi’nin (İkinci Dünya Savaşı) bütün dünyayı kasıp kavurduğu barut kan kokusunun her tarafı sardığı zor yıllar… Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Rus Savaşları, Çanakkale Savaşları ve ardından var veya yok olmak denilecek bir durumda olan Osmanlının torunlarının, 21 milyon kilometre kare toprak parçası sahibinin varislerinin “Herşey bitti artık. Osmanlı öldü” dendiği bir zamanda son çırpınışla kuru kavaktan düdük çıkarırcasına ölüm kalım mücadelesi ile bir Kurtuluş Savaşı vererek kazandıkları mücadele… Nice yiğit canlarının kayıp olmasına sebep olan ve ancak 776 bin kilometre kare bir toprak parçasını misakı milli sınırlarımız sayılarak alabildiğimiz bir zamanda… Yine bizim topraklarımız üzerinden başlayıp dünyaya hükmetmeye kalkışan Almanya’nın diktatörü Adolf Hitler dünyaya bir korku daha salmış ve İkinci Dünya Savaşı başlamış. Bu durumda çok zorda olan genç cumhuriyetimizin insanları ilkel tarım aletleri ile elindeki toprağı zar zor işleyerek karnını ve çoluk çocuğunu doyurmaya çalışırken elde yok avuçta yok giyecek yiyecek kıt elbise ayakkabı halt getire… Çoluk çocuk perişan, hadi üstlerine dokunmadan bir şeyler uydurup giyecek bulunuyor ama gel gelelim ayakkabı. İşte ona çare yok… Yavrularda ve kendilerinde ayak yalın baş açık buldukları bir parça ham deriden kendilerine ve çocuklarına sabaha kadar çarık dikip giydirmek, işe gidip gelmek, çarık iki günde parçalanır dağlarda tekrar yenisi ister ama yok… Derken gözleri doluyor, dudakları susuyor Kerim amcanın, bir müddet düşünüyor ve tekrar başlıyor söze:
“Ah İsmayıl ahh çok zordu o yıllar Allah bir daha bu Türk milletine o yılları yaşatmasın” diyor ve devam ediyordu. Allah ona ve cümleye sağlıklı ömür versin.
Ülkenin her yerinde olduğu gibi Karaman, Ermenek gibi kazalarda ve Torosların zirvelerinde ve eteklerindeki köylerde de açlık, kıtlık, yokluk adeta kol geziyor. Köylü ancak yetiştirdiği ürünlerle yaşamını idame ettiriyor, şeherden alınacaklar çok ama ne var ki para yok… Satacak bir öyle fazla ürün yok, bir iki koyun keçi gibi malımız olsa da zaten para etmiyor. Hâsılı köyü de kasabası da şehiri de aynı. Bütün halk meteliğe kurşun atıyor diye bir tabir var işte öyle Karaman Bucakkışla-Ermenek arasında köylüler günlerce ailelerin asli ihtiyacını temin için merkep, at ve benzeri hayvanlar ile günlerce kafileler halinde Karaman’a taşınır, bir şeyler alıp satmak için, yiyecek giyecek almak, malların ayağına nal, mıh, semer malzemesi, bıçkı keser gibi el aletleri için alış verişler için gidip gelmeler günlerce sürmekte. Bu gidip gelişler yazın da sürer kışın da… Tabi bu uzun süren yolculuklarda çok da maceralar yaşanır. Yazın sıcağı yakar kışın soğuğu tipisi dondurur bu yol takriben 130 kilometre kadar var Ermenek-Karaman arası.
Tabi köylerden kısadan geçmek şartıyla yoksa vesait yolundan gitsek 200 kilometreyi de geçer. Bu yol boyundaki köylerin isimleri: Ada, Bayır, Kalaba, Aşağıakın, Yukarıakın… Bunlar hep Yellibel’den aşağıd… Yellibel o yörenin en yüksek beli… Namı var, aşılamadığı çok insanlara ve hayvanata ölüm yaşattığı için… 1800 metre yüksekliği var. Denizden buraya yakın bir köy var; İhsaniye Köyü 1932’de kuruldu, Menemenci aşireti diye bir aşiret geldi oraya, iskân oldular, adı da İhsaniye olarak kondu. Bu köylerde yolcuların tanıdıkları var ise onlara misafir olurlar, çok darda ve kışta kaldıklarında köylerde tanıdıkları yok ise yol boyundaki hanlarda kalırlar… İşte bu hanlardan biri Dilendi Hanı… Orda çok kalınırdı. Dilendi Hanı’nın da tabi bir efsanesi var. Çevrede dilenerek hayatını idame ettiren bir ihtiyar kadın hayrına yaptırmış bu hanı, onun için buraya Dilendi Hanı denmiş… Bir de Bıçakçı Hanı var, onun da sahibi bıçak yapıp satarak bu hanı yaptırmış. Balkusan köyünü geçtikten sonra meşhur Dekeçatı diye bir yer var, orası da karda kışta kolay kolay insanlara yol vermez bir dar geçitti. Oradaki bulunan büyük bir mağaranın önüne mazbut bir duvar çektirmiş olan hayırsever bir kadın, mağaranın içersine eşek bağlayacak yerler ile insanların istirahat edip hıfs olacağı şekilde düzenlemiş. Ona da Aygadın derlerdi…
Bunları anltıp durdu Kerim Emmi… Artık esas hikayeyi anlatmaya gelmişti sıra.
Bana bir şeyler anlatacak ama dudakları bir mani söylemeye başladı, hem de gülüyordu için için Kerim emmi… Dedi ki:
Dinledim ay İsmayıl ne umdukkk ne bulduk, sorma başımıza gelenleri diyerek şunları ekledi:


YellibeldirTorosların zirvesi
Canlıları boğar bu gediğin tipisi
Asla korumaz insanı esen tipisi
Çarık umduk hamal olduk Yellibel

Burada ölenlerin leşi kurda kuşa yemdir
Unutmayın bu zirvenin ismi Yellibel’dir
Yüksekliği ise bin sekiz yüz metredir
Çarıklık ararken hamal yaptın bizi Yellibel

“Ne çarığı Kerim emmi ne hamallığı” dedim başladı anlatmaya:
İsmayıl bir zorlu kış gününde Karaman’dan birkaç gayıt (mal bakkal eşyası) alıp Ermenek’e gelmekte olan 4 hayvan iki kişilik bir kafile bu yelli belde boğucu bir tipiye tutulmuşlar. aşağıda İhsaniye köyü çok yakın olmasına karşın yel poyrazdan yani cenuptan (kuzey) esince o köye gitmeye cesaret edememişler çünkü tam alınlarından gelirmiş karlı tipi yelli belde iki merkep yıkılıp kalınca eşyaları yanlarındaki sandıklara koyabildikleri kadar koymuşlar kardan tipiden batıp kalan merkepleri de bırakıp daha canı başında gibi olan atları ile cenup a Güneye yani gidecekleri yöne doğru kaçmışlar artık nasıl vardılar ise ölmeden Ermenek e varmışlar aradan üç gün kadar geçtimiydi bilmem bizim köyde bir laf dolaşmaya başladı Ermenekliler Karamandan gelirken yelli belde tipiye gark olmuşlar gayıtlarını ölü eşeklerini orada bırakıp canlarını zor gurtarmışlar deniyor Ermenek ten gelenler duymuş bizim köyde o yelli bel mevkiine 5 kilometreden birez daha fazla mesafede. Köyde benim akranım olan Hasan hüseyin güle vardım arkadaş sende duydun mu konuşulanları? Duydum dedi. E haydi gidelim eşşekler öldüyse yelli belde ölü eşeği ne yapacak Ermenekli zor şer gidelim derilerini yüzelim, heç olmazsa ayağımıza çarık dikeriz, bahara gadar bizi idare eder dedim. O da razı oldu, neye razı olmasın ayağımızda giyecek pabuç yok bizim yokta çoluk çocuğunda yok ben tam 19 yaşlarındayım arkadaşım da 18 yaşlarında delikanlıyız. Üzerimize bulunandan gavi bir şeyler geyindik, sabahtan düştük yola. Nere gedersiniz deyi soran köylülere de Yellibel’deki ölen Ermeneklilerin eşeklerinin derilerini yüze gederiz diye öğündük.
Karları tepe tepe olay yerine vardık bazı yerlerde kar sürgün yapmış iki metre olan yerler var bazı da heç gar olmayan yerlerde var. Vardık baktık ki ne eşek var nede deri var arkadaş şaşırdık: ne olmuş? Ne olsun oranında bekçileri var hazar iki üç gün üleş durur mu kurtlar bir parçasını bilem goymamışlar ölü eşeklerin derilerini bilem yeyivermişler. Ee köyünüz yakın nasıl olsa dönün gelin artık boş olarak dedim. Durdu dönebilsekkkk dedi. Neye dedim? Neye olacak ortalık ta gar yavaş yavaş açtı gayıtlar bütün yükler orada duruyor gazmı aran duzmu aran daha sandıklarda ne var bilmem arkadaşa dedim ki ulen Hasan Hüseyin şimdi bizim buraya geldiğimizi bütün köylüler gördü ya bu gayıtları bir başkası çalar gider bunlara zayiat verirse bunu sorumlusu biz oluruz gördün mü başımıza geleni dedim. Arkadaş haklısın kerim nöğrelim dedi nöğreceez ölen eşeklerin semerlerinin urganları yani yük sarılan ipler var burada ki gayıtları sırtımıza yüklenip köye götüreceğiz bunlara sahip olacağı. Sonra da Ermenek ek haber gönderceğiz gelip alıp gidecek malların sağbısı dedim…
Aşağı yukarı sanırım 300 kilo yük vardı tevatür olmasın diyerek bir daha inledi o zahmetleri hatırlayınca… Sırtımıza yüklendik onca yükü 5 kilometreden fazla yolu sırtımızda getirip muhtarında yanında bir eve koyduk. Ermenek’e haber saldık bu eşyalar gayıtlar kiminse gelip Balkusan köyünde filan adamlardan alsınlar dedik.
Düşünebiliyor musunuz değerli okurlarım o yoklukta, o kıtlıkta bunca yiyecek giyecek malı dağda karın altında bulan Anadolu köylüsü iki tane daha henüz tıfıl yaşlarda sayılacak gençler sırtlarında onca yük ile en az 5 km yolu tepip başkasının yükünü köye getiriyorlar ve sahibini arıyorlar. İşte o zamanın Osmanlı artığı genci ihtiyarı şerefine adına hırsızlık lekesi gelmesin diye ne maceralara, ne zorlulara katlanıp onurunu koruyormuş, nirde şimdi öyleleri. Bu bolluğun her şeyin çok olduğu günümüzde olan kap kaç hırsızlık yolsuzluk soygunculuk almış başını gidiyor bu günlerle o günleri varın siz düşünüp ikisinin arasını tasavvur edin.
Sonra Kerim Emmi ne oldu?
Ne olacak adam üç dört gün sonra yanında bir adamla dört de hayvan getirdi, mallarının listesini de getirdi… O saydı biz teslim ettik, arada bir küçük testere bir de çekiç kayıp dedi ama biz almadık onları ne oldu bilmem. Adam mallarını aldı bize tam beş lira para verdi, teşekkür etti… Beş liraaa baya çok paraydı o zamanlar, mallarını da alıp getti. Aradan birkaç ay geçti, ben askere çağrıldım… Ermenek’te şubeye muayene için gettim, erkenden köyden çıktım, sabah namazına Ermenek’te bir camiye yetiştim. Namazı kıldık camiden çıktık yakında ki bir kahveye çay içmeye gettim. Daha daireler açılmadıydı, benim gibi birkaç insan daha geldi baktım aralarında bizim köydeki olay gonuşuluyor. Demek ki biz orada meşhur olmuşuz amma diyorlar ki “bir gün akşama kadar malları köye çekmişler arkadaş” diyorlar. Bir seferde onca yükü sırtımızda getirdiğimize ehtimal vermiyorlar. Sonra değişik anlatıyorlar, bizi kötü niyetli olarak biliyorlar “malları gaçırmışlar” deyyorlar. İçlerinden biri diyor ki kahvede oturanlara. Tabi beni tanımıyor veya orada olacağıma ehtimal vermiyor.
“Arkadaş köye vardık malları istedik vermeye pek gönülleri olmadı ben bir çıktım ortalık yere ulan bu malları vermezseniz bu köyü buradan kaldırır ovaya atarım dediydim korkularından hemencik mallarımızı teslim ediverdiler”… Böyle deyince ben lafa karıştım. Arkadaşlar bu arkadaşın anlattığı olayın adamlarından birisi benim. Bu arkadaş çok yüksekten atıyor, nasıl olsa o köyden birinin burada olacağını tahmin etmiyor, oysa ben buradayım. Biz o malları muhafaza için köyümüze getirdik ve sağbısına habar saldık, gelip mallarını alması için… Bu adamı mal sağbı uşak olarak yevmiyeci tutup getirmiş, çalıştı parasını aldı. O bizim köyde bu dediği şekilde efelik yapsa o köylü bunu kaldırıp ovaya atardı deyince efelenen adam bir lafa gadir olamadı. Ve şöyle gonuştu: O adamlardan biri de sen mi idin yahu arkadaş bende birez şaka yapacaktım…
Ve oradan hemen sıvıştı (kaçtı)diyerek bağladı. Ben bir başka şey üzerinde tereddüt ediyordum ve sordum Kerim Emmiye. “Yahu Kerim Emmi; Balkusan köyü demişken biraz bu köyün geçmişinden bahseder misin?” dedim…
İsmayıl burası daha evvelleri bize yakın olan yeni ismi Güneyyurt eski ismi (Gargara) olan şimdiki kasabanın bir mahallesi iken sonradan köy statüsü almış bir yerleşim yeri. İşte sen de gedip gördün sen anlat gerisini, deyiverdi.
Köy bir vadinin en yüksek yerinde üç boğazın arasını kapsayan ve güneye nazır tek katlı ve hanay olarak yapılmış taş evlerden oluşan, insanları gayet mütevazı bir Anadolu köyü.
Çevresi bütün irili ufaklı çam, katran ve meşe ağaçları ile örülü… Yaşamı, havası, suyu gayet güzel ama diğer Anadolu köyleri gibi buranın da gençleri büyük kentlere gidip oralarda yurt tutmuş… Köyde tabiri caizse hep ihtiyar, karı-kocalar veya maddiyatsızlıktan bir tarafa kıpırdayamayan insanların yaşadığı az bir nüfus kalmış. Ama köyün unvanı dünyaya yayılmış… Bir Karamanoğlu Mehmet Bey’in burada metfun olduğunu kanıtlayan bir türbesinin bulunduğu asırlar önceleri hükümranlık kurmuş bir beyliğin izleri var bu yörelerde. Sonra yıllar boyu göçer Yörüklerin iştahını kabartan dağlık ama mümbit arazileri yüzünden birçok kavgalar katılmış olan bir köy Balkusan. Bu adı da köyün kuzey batısında bulunan çok yüksek bir kaya kütlesinden almış… Sebebi ise bu yüksek kayalara bal arıları yuva yapıyor, dağın zenginliğinden ve çiçeklerin bolluğundan çok çalışıp ballarını bu kayanın derinliklerinde muhafaza edemeyip ama halkında bu yuvalardaki balları almaya kayalara çıkmaya gücü yetmiyor. Onun için kayalardan yazın sıcağında balların süzülüp akmasından dolayı köy Balkusan adını almış.
Ben de birkaç kere gidip gezdiğim köyün güzelliklerine şu şiiri yazıverdim sizlerde okuyun.


Balkusan köyüne
Hazırlandık Ermenek’e gitmeye
Tanıdıklarımız bir ziyaret etmeğe
Allah yolda kaza bela vermeye
Meşhur Balkusan köyünü görmeye geldik

Karaman’dan döndük bucak kışlaya
Sanki birer kanat taktık uçamaya
Toroslarda başladı gözüm korkmaya
Özledik akrabaları görmeye geldik

Balkusan köyünün tatlı balı var
İnsanıyla sohbetin leziz tadı var
Ermenek’te nede güzel adı var
Köylüler ile sohbet etmeye geldik

Zirvede ada bayır İhsaniye kalaba
Çıktık soğuk suyu olan kaya pınara
Meşhur Yellibelde rastladık bolca kara
Toroslardaki yaşamı görmeye geldik

Bu köydedir karaman oğlunun türbesi
Hafızaya kazınmış onun dil üzerine gür sesi
Şanına yakışır yapılmış bir külliyesi
Bu atalarımızı ziyaret etmeye geldik

Taşı çok ağır geliri kıt buraların
Hayat verir temiz hava ve suların
Sohbetlerine doyulmuyor insanları
Dağlarında çam havası almaya geldik

Şöyle dolaştık bu Anadolu köyünü
Çok beğendik bazlamayı ayranı çayını
Yedik balı meyveyi içtik tatlı suyunu
Zirvelerden enginlere bakmaya geldik

Dağlarında berrak suyu çağlayıp akar
Köy bir yüksek yerde vadiye bakar
Dağlarında tavşan gezer kekliği öter
Yazın burada kar kokusu almaya geldik

Bu yöre insanları çok çileler çekmiş
Bir avuç toprağa bir fidanı dikmiş
Dağı taşı işlemiş bağ bahçe yapmış
Bu dağların havasını almaya geldik

Gezmek için gideceğiz deke çatına
Balkusan köyünde bindik gönül atına
Orman su hayat verdi vücut yapıma
Kokulu çamlıklarda gezmeye geldik

Bu şair İsmail de bugün amacına ulaştı
Torosların dağlarını doya doya dolaştı
Çok vadilerden geçip çok cebelden aştı
Bazı gönlümüzün istediğini yapmaya geldik
kaynak : memleket.com.tr

Ekleme Tarihi
17.03.2009
Ekleyen Kişi
gidatarim2

Paylaş | |

>> Arşiv İçin Tıklayınız