Hemen her gün, okul yolunun üçüncü dakikasında, yaşadığımız bu ayrıcalıklı hayatın tam tersi bir manzara çıkıyor karşımıza.
Bir Yunanlı çiftçi, bir bağın başında durduruyor arabasını; eli naylon torbalarla dolu, Güney Asyalı gibi görünen bir adamı bırakıyor yolun kıyısına. Göçmen adam, ucuz anorağının yakasını kaldırıyor; zeytin ağaçlarının, budanmış bağların arasından esen soğuk rüzgarlara karşı kendisini korumak için. Torbaları yol kenarındaki tablanın üzerine boşaltıyor. Demeti yaklaşık beş dolara, tablaya yığdığı otları satıyor.
Biz İngilizlerin karahindiba, Yunanlıların 'horta' diye adlandırdığı otları haşlayıp üzerinde zeytinyağı ve limon gezdirdiniz mi, Akdeniz mutfağının sağlığa en yararlı salatalarından birine dönüşüyor.
Yunanistan iç savaşı sırasında, açlık ve yoksulluk yıllarında 'horta', ölüm kalım savaşı veren insanlar için çok önemliydi. Günümüzdeyse, ülke mali iflas uçurumuna düşme tehlikesi yaşarken, giderek daha fazla sayıda elleri kürekli insanın, iki büklüm halde, en iyi karahindibaları bulmaya çalıştığını görüyoruz.
Bu göçmeni Noel öncesinden bu yana izliyorum. Hiç satış yapamıyor gibi görünüyor. Yunanlı çiftçi bu adama satış üzerinden mi komisyon veriyordur acaba?
Adamın yüzünde bir teslimiyet, yalnızlık ve hüzün ifadesi okunuyor. Durup birşey almayan Yunanlıların antipatisini ben bile seziyorsam, adam kim bilir kaç kez hissediyordur aynı duyguyu?
Yabancı düşmanlığı
Bu adam bir yabancı. Ya da 'xenos'.
Yabancı düşmanlığı demek olan zenofobi de, Yunancadaki bu sözcükten geliyor.
Ülkedeki yükselen göçmen karşıtı duygular karşısında, hükümet bu tür insanların memleketlerine geri dönmelerini istiyor. Asya'nın, Orta Doğu'nun ve Afrika'nın yoksul, evsiz ve baskılardan yılmış insanları Avrupa'ya ulaşma çabasında. Avrupa sınırlarından sorumlu Frontex örgütüne göre, Avrupa'ya ulaşmayı hedefleyen göçmenlerin yüzde 90'ı Yunanistan'a Türkiye üzerinden giriyor.
Bu insanları İngiltere'ye, Almanya'ya, Fransa'ya ve İskandinav ülkelerine çeken şey, refaha kavuşma beklentisi. Bu ülkelere bir ayak bassalar, para kazanmak için bu insanların düşlerini suistimal eden insan tacirlerine ödemek zorunda oldukları 10 bin doları ve tabii faizini de, kısa sürede kazanabileceklerine inanıyorlar.
Ama Yunanistan'a geldiklerinde, çoğu kendisini tuzağa düşmüş halde buluyor; siyasi sığınma talebinde bulundukları için pasaportlarını imha ettiklerinden, ne Batı'ya doğru ilerleyebiliyor, ne de memleketlerine dönebiliyorlar.
"Yunanistan batağa saplanmış halde ve bu yükü daha fazla kaldıramaz." diyor Kamu Güvenliği Bakanı Hristos Papuçis. Papuçis, Türkiye ile olan, kaçakların en çok rağbet ettiği ve kontrolü güç sınıra tel örgüden duvar çekilmesini önermişti.
Çelişkiler caddesi
Yunanistan hükümetinin politikası, onbinlerce kaçak göçmenin yaşadığı Atina'nın tarihi merkezinde yaşanan gerginlikleri izliyor. Bu sosyal gelişmenin etkilerini, Partenon'dan çok da uzakta olmayan Sofokles Caddesinde yürüdüğünüzde anlayabiliyorsunuz. Caddenin yukarı kısmında mermer sütunlu girişleriyle Yunanistan'ın belli başlı bankaları ve eski Borsa yer alıyor.
Caddeden aşağı doğru yürüdüğünüzdeyse göçmenlerin, ufacık bir odaya 20 hatta daha fazla kişi halinde sığışarak vardiyalar halinde uyudukları pansiyonlar var.
Sofokles Caddesinin ortalarında, göçmenleri doyuran bir açık mutfak var. Ve bugünlerde buraya gelen Yunanlıların sayısı da giderek artıyor. Caddenin aşağılarında, tıpkı gecekondu mahallelerindeki gibi, tam bir umarsızlık, yoksulluk ve her an şiddete dönüşebilecek bir gerilim havası seziliyor.
Geçen ay Türkiye sınırına tel örgüden duvar çekilmesine karşı çıkanlar protesto yürüyüşü düzenlemişti. Bir aşamada Atina'da göçmenlerin odaklandığı bir mahallede yer alan Aya Panteleimonas kilisesine sığındılar. Bunun üzerine geçen sonbahardaki yerel seçimlerde başarı elde eden Hrisi Avgi (Altın Şafak) adlı neo-Nazi grubunun saldırısına uğradılar. Yunan televizyonu Hrisi Avgi üyelerinin Nazi selamları verdiğini görüntülüyordu.
Pakistanlıların çaresizliği
O sırada ben Yunanistan'da değildim. Pakistan'ın en güneyindeki Sind eyaletinde yer alan ve geçen yılki sellerden en çok etkilenen Dadu kenti yakınındaydım.
Abdül Nabi adında bir çiftçiyle karşılaştım orada. Sellerden altı ay sonra bile, evi ve küçük çiftliği hala sular altındaydı. Abdül Nabi, karısı ve beş çocuğu, yağda pişirilen yassı bir ekmek olan çapatis yiyorlardı. Yiyebilecekleri başka birşey yoktu...
Sellerden bu yana, yardım kuruluşları, bölgede yaşayan her dört çocuktan birinin yoksulluk yüzünden yeterince beslenemediğini saptadı. UNICEF'e göre, bu bölgedeki yetersiz beslenme düzeyi, Etiyopya, Darfur ve Çad'daki kadar kötü...
Pakistan'da toprak ağalarına yaşamları boyunca borçlu kalan milyonlarca tarım işçisi olduğu tahmin ediliyor. Karaçi'de, sel felaketinden etkilenmiş ve artık tarlaya dönmek istemeyen Abdül Gafar'la karşılaşıyorum.
"Daha fazla kölelik yapmak istemiyorum. Çocuklarımı okutmak istiyorum." diyor.
Oğlumuzu arabayla okula götürürken hep aynı yerde karahindiba satarken karşılaştığım adamın adı Asıf'mış. Lahor'dan gelmiş. Üç yıldırYunanistan'daymış.
O ise, "Memlekete dönmek istiyorum. Pakistan'
http://www.hurriyet.com.tr/ekonet/16944234.asp?mnID=16944234da hayat daha iyi." diyor.
|