Obezite, diyabet, hipertansiyon, kalp damar hastalıkları, kanserlerin neredeyse tamamı öncelikle beslenme yanlışlarıyla ilişkili. Ama önemli bir sorun var:
Beslenme araştırmaları, sık sık birbiriyle çelişen kafa karıştırıcı sonuçlar veriyor. Peki o zaman bu ‘can alıcı’ kronik hastalıklara karşı, beslenme konusunda kime
inanacağız?
SAĞLIĞI tehdit eden temel problemler her ülkede aynı: Obezite, diyabet, hipertansiyon, kalp damar hastalıkları, kanserler en önemlileri ve neredeyse tamamı öncelikle beslenme yanlışlarıyla ilişkili. Bu nedenle de araştırma fonlarının büyük kısmı “beslenme-kronik hastalıklar” alanına ayrılıyor.
Kronik iltihap bataklığı
Beslenme problemlerini çözmeden bu hastalıkları önlemek mümkün değil. Son yıllarda korkunç boyutlara varan sağlık harcamalarını azaltmanın en etkili yolu da beslenme alanında daha doğru bilgilere ulaşmaktan geçiyor. Bu nedenle “beslenme araştırmaları” sürdürülecek ve elde edilen “yeni sonuçlar”, bilimin ve aklın ışığında değerlendirilip, yeni kararlar verilecek... Yeni etkili stratejiler geliştirilecek...
Beslenme konusunda bizde de dünyada da uzmanların çoğu benzer tereddütleri paylaşıyor.
Mesela Prof. Dr. Ahmet Aydın’a göre beslenme yanlışlarının yol açtığı “kronik iltihap” günümüzün en önemli problemi. “Kronik iltihap birçok kronik hastalığın hayat bulduğu bir bataklık”. Un ve şekerden zengin yiyecekler, buna bağlı olarak gelişen metabolik sendrom (hiperinsülinizm), paketlenmiş gıdalar, ürik asit fazlalığı, omega-3 eksikliği ve/veya aşırı omega-6 tüketimi, D vitamini yetersizliği, serbest radikaller, toksinler, sigara, yetersiz su tüketimi ve aşırı alkol tüketimi kronik iltihabın ana nedenleri.”
Beslenmenin sağlıkla ilişkilendirilmesinde de bir otorite sayılan Harvard’lı ünlü hoca Dr. Walter Willett de benzer düşünceleri paylaşıyor. O da, “bilime dayalı sağlıklı bir beslenme planı yapılmadıkça, kilo sorunu çözülüp, rafine tahılların-beyaz un- aşırı tüketimi önlenmedikçe, daha sağlıklı protein kaynakları seçilip, sebze ve meyve tüketimi arttırılmadıkça, alkol tüketimi azaltılmadıkça, kronik hastalıkları önlemek mümkün değil” diyor.
Tereddütler aynı, ama...
Kısacası tereddütler aynı... Ama önemli bir sorun var: O da şu... Beslenme araştırmaları sık sık birbiriyle çelişen kafa karıştırıcı sonuçlar veriyor. Ayrıca beslenme alanında sadece “gerçek uzmanlar” değil, aklına gelen herkes her şeyi yazıp çizebiliyor. Aklına gelen bir şeyler söylüyor. Bunların çoğu, sözde uzmanlar. Sonuçta tüketicinin kafası karmakarışık hale geliyor. Herkes ne yiyip içeceğini şaşırıyor: Domates mi? Hormonlu! Tavuk mu? Antibiyotikli! Et mi? İçi kimyasal dolu! Margarin mi? Zararlı! Paketlenmiş gıdalar mı? Koruyucu dolu! Oysa bunlar bazen henüz “kanıtlanmamış” yani tümüyle “varsayıma dayalı” bilgiler de olabiliyor. Bugün “doğru” denilen yarın “yanlış” çıkabiliyor. Sonuçta, sizin gibi benim de canım sıkılıyor ve inanın en az sizin kadar benim de kafam karışıyor.
Bilginin ömrü kısa
Peki, o zaman ne yapmalıyız? Sorun nerede? Kime inanacağız. Dr. Willet bu soruları şöyle yanıtlıyor (Ye, İç ve Sağlıklı ol/Optimist Yayınları/İstanbul/2006):
“Beslenme ve gıda üzerine yapılan araştırmalar gittikçe kötüleşen bir devamlılıkla kendi kendileriyle çelişkiye düşüyor. Yüksek lif içerikli beslenmenin kolon kanseri önlediği savına dayanarak kahvaltıda kepekli ekmek yemeye başlıyor sonra da lifin kolon kanserini önlemediğini gösteren büyük bir araştırmayı öğreniyorsunuz. Bazı araştırmalar balık yemenin kalp krizini önlediğini bazıları da önlemediğini buluyor. Bu çelişkiler o kadar akıl karıştırıcı ve yaygın ki E vitamini ve betakaroten üzerine olumsuz bir haber, Boston Globe gazetesi köşe yazarlarından Ellen Goodman’ı şu satırları yazmaya itmişti, “Günümüzde tıp haberlerinde planlı bir modasını geçirme uygulaması var gibi. Bugünün devası yarının zehri. En yeni araştırmaların son kullanma tarihi (!) kahvaltı gevreği paketlerinin üzerindeki tarihten daha kısa.”
Kime inanacağız?
BU durumda ne yapacağız, beslenme araştırmalarına ne kadar güveneceğiz? Bu haberleri hiç mi dikkate almamalıyız? En azından, “hangilerini dikkate alma konusunda” nasıl bir strateji geliştirmeliyiz?
Dr. Willett’in bu sorulara yanıtı da şu: “Sorun, gazete, televizyon, internet ve diğer haber kanallarının bilimsel araştırmalardaki minik gelişmeleri büyük ilerlemeler, yeni çığırlar ve olası devalara döndürmesi ya da akıl karıştırıcı çelişkilere yönelmesinde. Bu durum, sağlık haberlerini dinlemeyi bir kitaptan gelişigüzel koparılmış sayfaları okumaya benzetiyor... Tıp bilimi kendine has bir tempoya sahiptir ve bu tempo medyanın çarpıcı ancak basit haberler verme ihtiyacı ile uyumlu değildir”.
Ne yapacağız?
DR. Willlett çok önemli bir noktanın daha altını çiziyor: “Beslenme araştırmaları için “tempo”, dosdoğru bir yürüyüşten ziyade daha çok “ça-ça” dansı gibidir: İki ileri bir geri! Çelişkiler kaçınılmazdır. Çünkü bilim bu çelişkiler üzerinde yürür!”
Sadece uzmanları dinleyin
Halk yani tüketici de tabii ki yeni gelişmelerden haberdar edilmeli, bilgilendirilmeli. Ama bilgilendirenler mutlaka uzman ve yetkili kişiler olmalı. Bilgiler mutlaka denetimden en azından bir titrasyondan geçirilmeli. Çok tartışmalı görüşler ortak bir kanaat şeklinde aktarılmamalı. Kuşku tabii ki elden bırakılmamalı ama bir alışkanlık haline de getirilmemeli.
Gıda endüstrisi hassas davranıyor
SON yıllarda medyada yoğun bir “sağlık alanında bilgilendirme” telaşı ve özellikle beslenme alanı ile ilgili “tartışmalı yeni konular” ve “şaşırtıcı, dudak uçuklatıcı haberler” arayışı var. Bu arayıştan yalnız tüketiciler değil, bilim adamları ve besin endüstrisi de rahatsız. Sağlığımızın temel belirleyicilerinden biri beslenme olduğuna göre güvenilir ve sürdürülebilir gıda üretimi, tüketimi ve güvenliği elbette konuşulacak ve tartışılacaktır.
Herkes dikkatli olmalı
Ama beslenme konusunda yazılan her satırın ileri sürülen her görüşün, dile getirilen her tavsiyenin ciddi bir “filtreden geçirilmesi” gerektiği de unutulmamalıdır.
Ben kişisel olarak gıda endüstrisinin daha kaliteli, güvenli ve besleyici ürünler üretmek için gereken gayreti ve hassasiyeti gösterdiğinden kuşku duymuyorum. Beslenme konusunda yazıp çizen ben dahil herkesin daha dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum.
http://www.hurriyet.com.tr/
|