Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 25 Kasım 2024 Pazartesi
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  GÜNLÜK » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

 
 
Bu kitabı okuyan zayıflıyor!

Hocaların hocası, Kardiyolog ve İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, bir kitap yazdı, okuyan herkesin hayatı değişti.
 
Karatay Diyeti’ni okuyan uyguluyor, uygulayan kolayca zayıflıyor... Üstelik tereyağa kırılmış pastırmalı yumurta, şiş kebap ve pirzola yiyerek. Hiç kalori hesabı yapmayarak! Sadece ekmek, makarna, pilav, patates ve şekeri kesiyorsunuz. Ünlü ekmek markası UNO’nun sahibinin bile ekmeği bıraktığını söyleyen Prof. Karatay, “Ekmek yerine dilediğiniz kadar ceviz, fındık, fıstık, badem yiyerek zayıflayabilir ve sağlığınıza kavuşabilirsiniz” diyor...
Hocam, “Kilo vermek istiyorsanız evinize, mutfağınıza ekmek sokmayacaksınız” diyorsunuz. Oysa hâlâ pek çok diyetisyen ekmeği yasaklamıyor. Siz ise ekmeği yasaklıyorsunuz ama onların yasakladığı tereyağlı pastırmalı yumurtayı, cevizi, fındığı, fıstığı da bol bol veriyorsunuz. Herkesi şaşırtıyorsunuz... Şaşırtmakla kalmayıp zayıflatıyorsunuz da... Nasıl başarıyorsunuz? Ve tabii neden ekmeği yasaklıyorsunuz? 
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; ben bu kitabı Türk toplumu için yazdım. Yani bizim yaşama biçimimizi, yiyeceklerimizi dikkate alarak... Aslında Karatay Diyeti, klasik bir diyet kitabı değil. 7’den 70’e herkesin uygulaması gereken sağlıklı yaşam biçimi ve beslenme önerileri var içinde. Ben uzun süre yurtdışında yaşadım. Seyahat edenler bilir; her ülkenin değişik yiyecekleri, değişik yeme adetleri, değişik pişirme yöntemleri vardır. Mesela ekmek... Biz senede kişi başına 200-250 kilo ekmek tüketen bir toplumuz. AB ve ABD ortalaması ise 40-50 kilo. Bu kadar ekmek tüketen başka bir toplum yok maalesef... 
Niye maalesef diyorsunuz?
Çünkü buna paralel olarak hareket etmiyoruz. Dünyanın da en tembel toplumuyuz. Bunu kabul etmemiz lazım. Genel halk sporu diye bir şey yok. Oysa eskiden böyle değildi.
Dikkatimi çekti, Atatürk’ten örnek vermişsiniz kitabınızda...
Tabii. Okullarda jimnastiği mecbur kılan ilk devlet adamı Atatürk. Bu görevi Selim Sırrı Tarcan’a veriyor. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Osmanlı’da ilk Milli Olimpiyat Komitesi’ni kuran, 1909’da Berlin’de yapılan Uluslararası Olimpiyat Komitesi toplantılarına katılan ve İsveç Kraliyet Askeri Beden Eğitimi ve Jimnastik Akademisi’ni bitiren Tarcan, Atatürk’ün isteğiyle İsveç jimnastiğini kuruyor genç Türkiye Cumhuriyeti’nde. O zamanki fotoğraflara bakarsanız görürsünüz; İsveç jimnastiği için atlama tahtaları, aletler, ipler ithal ediliyor. Bunların kullanımı teşvik ediliyor, yaygınlaştırılıyor. Şimdi okullarda hiçbir spor yok. Özel okullardan bahsetmiyorum, maarif okullarını söylüyorum. Biliyorsunuz bizde beden eğitimi dersi hep dalgaya alınır. Halen de bunu görüyoruz, öğrenciler hep rapor alıyorlar o derse girmemek için. Yok efendim, imtihanlara çalışacaklarmış! İşte bu zihniyetin yaygın olduğu bir ülkede ekmek tüketilmemesi lazım. 
Ekmek budalası olmayın
Her gün 5 km yol yürüyen istediğini yiyebilir diyorsunuz kitabınızda. O zaman dilediğimiz kadar ekmek de yiyebilir miyiz?
Yürüme en sağlıklı fizik aktivitedir. Neden? İnsan vücudunda en fazla kas kitlesi bacaklarda bulunur. Enerjiye en fazla ihtiyacı da bacak kasları duyar. Bu nedenle en fazla enerjiyi de bacak kaslarımız harcar. 20-30 dakika yürümüş olsak bile... Tabii yüzme de bu nedenle tercih edilebilir ama herkesin her gün yüzme imkanı yok. Sürekli olarak, kolaylıkla herkesin yapabileceği bir fizik aktivite olduğu için ‘yürüyün’ diyorum. Bilimsel araştımalar da insülin direnci denilen metabolik bozukluğun ilk evresinin bacak kaslarında, tembellikten başladığını göstermiştir.
Sorunuza gelince; 5 km yürüyünce, birincisi beynimizde endorfin denilen mutluluk hormonu salgılanacağından ve ikincisi uzun yürüyüş sırasında adrenalin hormonu da salgılandığından, tokluk hissi olacaktır. Dolayısıyla aşırı ve fazla yemek yeme isteğimiz olmayacaktır! Çok fazla olmamak kaydıyla, ekmek ve pide yiyebilirsiniz. Ben Elazığlıyım, Anadolu’yu çok iyi bilirim, çok gezdim, çok gördüm, hatta çalıştım... Anadolumuz’da son derece önemsediğim bir deyiş vardır; ‘Ekmek ahmağı, ekmek budalası’ denir. Çünkü un ve tahılların her türlüsü vücutta su tutar. Vücutta su tutulması, tansiyonu yükseltir, kalp yetersizliğini artırır. Hatta tüm vücutta olduğu gibi beyinde de su toplanmasına neden olur... 
-Dolayısıyla bitmez tükenmez imtihanlara çalışacağım diye beden eğitimi dersinden rapor alan ve bir yandan da fındık, fıstık, ceviz yerine, bol bol ekmek yiyen çocuğun aslında ne kadar uğraşırsa uğraşsın imtihanlarda başarılı olması zor?
Kesinlikle... Benim söylemek istediğim de tam bu. 
Ama beyaz ekmek yerine tam buğday, tam tahıl ya da kepek ekmeği yiyebilirsiniz deniyor... Hatta diyetisyenlerce de bu öneriliyor. Biz de öyle besleniyoruz...
Ben değişik ve yeni bir konuya değinmiyorum. Türkiye’de esas problem, dediğim gibi tahılları ve ekmeği çok tüketmemiz. Hani Harvard Üniversitesi Beslenme Bölümü’nün klasik bir beslenme piramidi vardır, en altta, geniş bir tabanda, tahıllar ve ekmek vardır... İşte o eski piramidin yerini, 1988-1989’da gene Harvard Üniversitesi Beslenme Bölümü’nün hazırladığı yeni piramit aldı. O yeni piramidin en altında sağlıklı proteinler, balık, et ve hareket var. Tahıllar artık bir üstte... Beyaz ekmek ise en tepede, ufak bir bölümü işgal ediyor.
Tıp dilindeki adı gizli katil... 
-İyi ama hâlâ bir sürü diyetisyenin odasında eski piramit var hocam? Yani en çok yine tahıllar öneriliyor...
İşte bütün mesele bu... O zamandan beri, yani 1989’dan beri dünyada yeni piramit öneriliyor, uygulanıyor ama bizim ülkemizde hâlâ bu duyulmadı. Üstelik yeni piramitte de doğal ekmek ve tahıllar ikinci sırada, yani onları da rahatlıkla tükebilirsiniz anlamına geliyor bu. Ama bizim ülkemizde tüketim çok yüksek. Ve en önemlisi ekmek yüksek glisemik indeksli olduğu için de sarısı, kırmızısı, esmeri, her türlüsü insülün direncini artırıyor. 
-İnsülin direnci nedir hocam? 
İnsülin hormonu fazla miktarda salgılandığında, kanda yüksek olarak bulunduğunda etkisini gösteremez. Buna insülin direnci diyoruz. Birçok tehlikeli hastalığa neden olduğu için tıp dilinde gizli katil olarak adlandırılıyor. Bir örnek vermek istiyorum. Mesela TİP 2 şeker hastalığı bir insülin direnci hastalığıdır... TİP 1 şeker hastalığında pankreas insülin yapamaz, vücutta insülin sıfır denecek kadar azdır. Oysa Tip 2 şeker hastalığında, pankreas çok fazla insülin üretir, ama dokularımız insülini kullanamadığı için kanda şeker yine yüksek kalır. Gerek şeker yüksekliğinin, gerekse insülin yüksekliğinin ileri yaşlarda ortaya çıkan dejeneratif hastalıkları başlattığı biliniyor. İnsülin direncini artıran ise ekmek, şeker, şekerli bütün içecekler ve meyve suları. Tabii bir de sık sık, günde 6-7 öğün yemek...
-Bir dilim ekmek yiyince insülin direnci nasıl artıyor vücudumuzda?
Bir dilim ekmek yediğimizde o bir dilim ekmeğin üzerine kesme şekerleri dizin o kadar şeker giriyor vücudumuza. Ağzımıza o lokmayı alır almaz kan şekerimiz aniden yükseliyor. Yüksek glisemik indeksli karbonhidratların zararı budur. Kan şekeri aniden yükselince ve yüksek kalınca, vücutta hızla insülin salgılanır. İnsülin yukarı seviyede kaldığı zamansa, karaciğerde, bacaklarda, pankreasta, bütün vücutta insülin direnci başlar. İnsülin bu dokulardaki reseptör dediğimiz algılayıcılara artık hükmedemez. Hükmedemedikçe, kan şekeri düşmedikçe, insülin salgılanmaya devam eder... 
“Bir dilim ekmek yediğinizde, o bir dilim ekmeğin üzerine kesme şekerlerini dizin, işte o kadar şeker giriyor vücudunuza...”
Ekmek yerine fındık fıstık, ceviz yiyin
-İnsülin direncinin vücuda zararı ne?
Bir kere şekerin kendisi toksik. Bugün hemen hemen tüm dejeneratif hastalıkların, başta kalp hastalıkları, damar sertliği, şişmanlık, şeker, felç, kadınlarda fibrokistik meme, polikistik over sendromu, artritler, Alzheimer, bazı kanser türleri, erken bunama, depresyon gibi hastalıkların altında insülin direncinin yattığı biliniyor. Ve bu 1988-1989’da gösterildi, yeni değil.
-Oysa biz hâlâ bunu yok sayıyoruz. Diyetisyenlerin de önerisiyle ekmek yemeğe devam ediyoruz...
Hele Türkiye’deki ekmeği. Bakın size bir şey diyeceğim, UNO’nun sahibi bana geliyor, artık ekmek yemeği bıraktı. Dedim ki, sizden bahsedebilir miyim söyleşilerde? “Tabii neden olmasın” dedi, onay verdi. Bana iki şey söyledi, bunu size söyleyeceğim diye kendisinden izin aldım. Galiba San Francisco’da ekmek üreticilerinin bir toplantısı oluyor. Orada benden bahsediyor, söylediklerimi uzun uzun anlatıyor... “Yüksek glisemik indeksi olduğu için ve kanda insülini yükselttiği için ben de artık ekmek yemiyorum” diyor. Herkes gülüyor... Şimdi Uno ne yapıyor? Söylediklerine göre Anadolu’da çok kaliteli bir buğday varmış, onu geliştiriyorlarmış, “Biz de artık yüksek glisemik indeksli ekmekten uzaklaşıyoruz” diyor...
-Arkadaşım Elif Ergu Uno’nun sahibi Hasip Gencer’le bir söyleşi yapmıştı. Hasip Bey orada, “Çinko oranı düşük beyaz ekmek çocuklarda zeka geriliği yapıyor” demişti... 
Ekmeklerin hemen hepsi öyle aslında. Çok farkları yok. Ama tehlike dediğim gibi çok yendiğinde ortaya çıkıyor... Biz çok fazla yiyoruz ve hareket etmiyoruz. Hareket edersek yiyebiliriz. 
-Peki tam buğday ekmeği ile beyaz ekmek arasında hiç fark yok mu?
Kan şekerini yükseltmede aralarında hiçbir fark yok. Yani glisemik indeks üzerinden konuşuyorum, kaloriyi falan dikkate almıyorum. Ekmek kan şekeri ve insülini çok ani yükselttiği için, organlarda bozukluk başlıyor. Bir kere kan şekerimiz şeker hastası olsak da olmasak da yemekten sonra yükseldiği anda vücutta serbest oksijen radikalleri oluşmasına neden oluyor. Serbest oksijen radikalleri dediğimiz bileşik de hücrelerde paslanmayı, oksidasyonu, bütün hastalıkları başlatan zehirli maddeler...
-Peki hocam siz “Ekmek yemeyin” dediğinizde, “İyi de B vitamini nereden alınacak?” diye sorulduğunu söylüyorsunuz. Onlara ne cevap veriyorsunuz?
Fındıktan, fıstıktan alınacak. Bu memleket ceviz, fındık, fıstık, badem memleketi... 
-Ekmek yerine her gün bir su bardağı kadar fındık, fıstık, badem ve ceviz yiyebilirsiniz diyorsunuz. Onlar kilo yapmaz mı?
Hayır... Ekmeğin yerine yenilecek. Ekmek düşünüleceğine, kuruyemişler düşünülecek. Hastalarıma hep şunu diyorum, “Ekmek yemeyin, fındık, fıstık, ceviz yeyin!” Bize ilkokulda şunu belletmişlerdi, “Fındık fıstık çıtır çıtır, hem kan yapar hem ısıtır!” Bunu Karatay Diyeti kitabımda bir bölüm olarak yazdım... 
-Bize onu belletmediler ama hocam. Üstelik yine bazı diyetisyenler yıllarca yağlı, zararlı diye fındık, fıstığı yasakladı. Hâlâ da yasaklayanlar var...
Harvard Üniversitesi’nin yeni besin piramidine bakın, en çok fındık, fıstık ve sağlıklı yağları veriyor. Mercimek veriyor, egzersiz veriyor, bir de kırmızı et ve balık veriyor. Fındık, fıstık, badem ve cevizde sağlıklı olan doğal yağlar vardır ve B vitaminini de yoğun olarak içerirler.
-Beyaz ekmek ise piramidin en tepesinde, öyle mi?
Ama Amerikalılar zaten ekmek çok yemiyor. Bakın Arabistan’da ekmek yoktur, Çin’de, Japonya’da, Kuzey Avrupa ülkelerinde ekmek yoktur, Rusya’da yoktur...
-Ama Fransa’da var, İtalya’da var...
Dediğim gibi egzersiz yapılırsa yenilebilir. Nitekim Fransızlar çok hareket eder, hiç şişman Fransız kadın gördünüz mü? Ama habire pizza, makarna, ekmek yiyip, hareket etmeyen İtalyan kadınlar 40’ından sonra bizim gibi hep şişman ve kiloludur.
Her gün 5 km yürüyen dilediğini yiyebilir 
-Peki şişmanlık problemimiz yoksa ne kadar ekmek yiyebiliriz? 
Az. Çünkü her türlü ekmek boş kalori sağlar vücuda, glisemik indeksi çok yüksektir unutmayın. Bir dilim ekmek kadar kesme şeker yiyorsunuz ve 2 saat sonra içiniz geçiyor, acıkıyorsunuz. Tekrar canınız bir şeyler, özellikle de şekerli yiyecekler istiyor. Bu kısır döngü tehlikelidir, dikkat edilmelidir. Aksi halde insülin direncini başlatır.
-Ne kadar az yiyeceğiz ekmeği?
Bu miktar herkese göre değişir, yağlarınıza göre değişir. Fakat işlenmiş gıda olduğu için de sakınmamız lazım ekmekten. Karaciğer ve pankreas yağlanmasını artırır, unutmayın.
-Beyazını değil de tam buğdaylısını ya da tam tahıllısını mesela cevizlisini yesek?
Onlar tabii ki yenilebilir. Ama dediğim gibi her gün 5 km yürürseniz... Bilgisayar başında oturmakla olmaz. Eğer kilo probleminiz yoksa... Karaciğeriniz yağlı değilse... Yalnız özellikle kilo vermek isteyenler, kalp hastaları ve tansiyonu yüksek olan hastalar için konuşuyorum, ekmek zararlı. Mutfağa girmeyecek... Çünkü sadece içindeki tuz değil, tahıllar da vücutta su tuttuğu için bu tür hastalara zararlı oluyor, sıkıntı veriyor.
Beliniz araba tekerleği gibi olduysa dikkat! 
-Peki hocam ekmek yemekten nasıl vazgeçiriyorsunuz hastalarınızı? İlk haftaları nasıl geçiriyorlar?
Gayet rahat geçiriyorlar. Çünkü konuşuyoruz. Kolayca uyguluyorlar. Bir kere insülin direncini gösteriyoruz. Benim usulüm var tabii. İlk geldiklerinde çok sıkıntılı oldukları için, söylediklerimi uygulayıp iki günde de rahatlayınca, bana inanıp derhal bırakıyorlar ekmeği, makarnayı, pilavı, patatesi... Ve bu tür beslenme ile yaşam biçimine bağlanıyorlar. Çünkü sağlıklı beslenip, sağlıklı yaşamaya başlayınca, dinçleşiyorlar, uyku düzenleri düzeliyor...
-Peki usulünüz ne sizin hocam?
Bir kere bana geldiklerinde göbekleri şiş ve bel çevreleri genişlemiş oluyor. Göbek yağlanması çok önemli. Kilo almak şart değil, göbek çevreniz genişlemeye başlar başlamaz tehlike başladı demektir. Göbekte araba tekerleği gibi genişleme, insülin direncinin, karaciğer yağlanmasının belirtisidir. Genç insanlarda bile... Çünkü herşey karaciğer büyümesi, karaciğer yağlanmasıyla başlıyor. Karaciğer ve pankreas yağlanmaya başlayınca hastalıklar da başlıyor. Oysa bunu önlemek elimizde. Çünkü bu hastalıkarın hiçbiri genetik değil. Zaten 40 yaşından sonra genetik hastalık olmaz. Genetik hastalıklar adelosan dediğimiz, ergenlik çağına kadar ortaya çıkarsa, çıkar. Diyelim ki çocuğun kalbi delik olur, metabolizmasında bazı hormonlar eksik olur. Bunlar genetik olabilir. 30 yaşından, 40 yaşından sonra çıkan hastalıklar genetik değildir. Ama aileseldir. 
-Niçin aileseldir? 
Çünkü o kişi ailesinin yeme ve yaşama alışkanlıklarını devam ettiriyordur da ondan. Bu hastalıklar içsel ve dış etkenlerin etkisiyle ortaya çıkıyor. Hepimizin vücudunda 35-40 bin tane gen var. Bu genler uykudadır. Yani sessiz sedasız otururlar. Bunlar uyarıldığı zaman hastalıklar ortaya çıkar. Uyarmazsak çıkmaz. Bütün mesele bu.
-Nasıl uyarıyoruz bu genleri hocam? 
İnsülin yükseliği, şekerler, gıdalaramıza eklenen kimyasallar, boyalar, duman, hava kirliliği, toksinler ve de trans yağlar bu genleri uykudan uyandırır. 
Ekmeğin içine kömür küreğiyle tuz atıyorlar! 
-Hocam siz hiç ekmek yemiyor musunuz?
Hayır, eve ekmek almam. 
-Kaç yıldır?
Biz Amerika’da 12 yıl yaşadık, orada o kadar çok ekmek yemedik. Sonra, 1999’da Türkiye’ye temelli olarak döndük. Döner dönmez de ekmeğe saldırdık tabii, çok lezzetli, özlemişiz. Öyle başladı. Ondan sonra eşim de, ben de bir baktık ki şişiyoruz, tabii yaş da ileri... Kalbimizde çarpıntılar başladı. Kadıköylüyüz biz, Kadıköy’de bir fırına gittim, dedim ki “Ekmeği nasıl yapıyorsunuz, görebilir miyim?” “Aaa tabii buyurun” dediler, içeri aldılar. “Ne kadar tuz atıyorsunuz ekmeğe?” dedim, usta “Bizim ölçümüz yok, böyle kürek kürek atarız” dedi. Size samimi söylüyorum, hani kocaman kömür, çimento kürekleri vardır ya, bana onları gösterdi. Onunla her gün Allah ne verdiyse katıyorlarmış unun içine... O küreği görür görmez eve geldim, kapıcıya dedim ki, “Bize artık tuzsuz ekmek al.” Önce tuzsuz ekmeğe geçtik, ama tuzsuz ekmek de aynı şey, çünkü o da tümüyle tuzsuz değil. Tuzunu belki biraz azaltıyorlar ama ölçü falan yok ki! Ondan sonra baktık ki bizim çarpıntılar yine azalmıyor, bu sefer kapıcıya dedik ki, “Biz artık ekmek almıyoruz!” 
- Ondan sonra çarpıntılar, sorunlar bitti mi?
Tabii her şey bitti. Üstelik biz yürüyen insanlarız. Bir rahatsızlığımız yok. Ondan sonra Amerika’dan dönen her arkadaşımız bizimle aynı sorunları yaşamaya başladı. Çarpıntıları tuttu, kalp doktorlarına gittiler, bana telefon edip, “Canan Abla çok fena, şu tetkiki yaptırdık” diyorlardı. Hepsine, “Kardeşim siz ekmeği kesin, ekmeği!” diyordum. Önce direniyorlardı, bakıyorlardı ki olacak gibi değil, ekmeği kesiyorlardı. Kestikten bir hafta sonra da arıyorlardı, “Çok rahatladık. Çok sağol, ilaçları da bıraktık” diye... Bunları yaşadım ben. 
- Ekmeği kesen insan bir haftada rahatlar mı? 
Tabii. Çünkü ekmekte un ve çok tuz var. Ve lezzetli olmasının, kıtır kıtır olmasının sebebi o. 
-Ama siz az da olsa ev yapımı turşu yenmesini öneriyorsunuz kilo vermek isteyenlere. Çünkü kalorisi sıfır...
Tuz da sağlıklı kişilerde alınabilir, alınması lazım. Her gün tuzun vücuda girmesi lazım. Biz tansiyonu yüksek olanlara, kalp yetersizliği olanlara yasaklıyoruz tuzu. 
Ne kadar mutlu olsa az...
Avrupa Florence Nightingale Hastanesi’nin kapısında, mutlu bir bilim kadını karşıladı beni... 68 yaşında, boncuk mavisi gözleri ışıl ışıl... Neredeyse her sözüne, “Ben yeni bir şey söylemiyorum, Time Dergisi 1989’da kapak yaptı”, “Ayşe Baysal hoca bu tarifi yıllar önce verdi”, “Prof. Ahmet Aydın’ın 7’den 70’e Taş Devri Diyeti kitabında bu konuyu çok iyi anlatır” diye başlayan... Pek çok diyetisyenin aksine hiçbir şeyi kendine mal etmeyen... Galiba onun gücü bu mütevazılığından geliyor... Bu yüzden hastaları o ne derse inanıyor, güveniyor ve harfiyen uyguluyor. 
Sonuç; hem zayıflayan ve sağlıklarına kavuşan hastaları mutlu oluyor hem de onların yüzlerindeki minneti gören Prof. Canan Efendigil Karatay...
 
 
 
 
 
 
 

Ekleme Tarihi
30.08.2011
Ekleyen Kişi
şahin yaylacı

Paylaş | |

>> Arşiv İçin Tıklayınız