Yanlış ağaçlandırma yüzünden yaşam alanları değiştirilen canlılar haklı olarak soruyor: Biz şimdi nereye gideceğiz?
Radikal gazetesinde yayınlanan Prof. Dr. Alper H. Çolak ve Yeşim Erbaşol Can'ın bu konudaki yazıları şöyle:
Doğal alan denince çoğumuzun aklına ormanlar gelir ve bir alanın güzel olması için illa ağaçlık olması gerektiğine inanırız. Halbuki alpin alanlar, makilikler, çayırlıklar, bozkır, çöl gibi alanlar kendi bünyelerinde eşsiz canlılara ev sahipliği yaparak çok önemli doğal alanlar oluşturur. “Doğa; ormandır, ağaçlık alandır” algısına rağmen Türkiye, ormanlarını yeterince koruyamayan, erozyonun yoğun yaşandığı bir ülke. Sadece ormanları değil, Türkiye doğası onca zenginliğine rağmen çayırları, bozkırları, makilik alanları sürekli tahrip edilmekte. Ülkemiz ormanlarının yarıya yakını bozuk ve topraklarının büyük kısmı da erozyon etkisi altında.
Cumhuriyetten önceki dönemlere bakıldığında ağaçlandırma konusunda önemli uygulamalara rastlanmamakta. Fatih Sultan Mehmet zamanında Haliç’i dolmaktan kurtarmak için Haliç sırtlarında ağaçlandırma yoluyla önlem alındığı; 1717 ve 1739 tarihli fermanlardan ise Kâğıthane/Göksu dereleri, İstanbul saray ve bahçeleri ile Boğaziçi korularında sınırlı da olsa bazı dikimlerin yapıldığı anlaşılıyor.
Cumhuriyet döneminde sistemli çalışmalar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlıyor. 1960’tan itibaren Türkiye’nin planlı kalkınma dönemine girmesiyle ağaçlandırma yatırım konusu olarak görülmeye başlanıyor. 1960’a kadar gerçekleştirilen ağaçlandırma miktarı 20-25 yılda 74 bin hektar iken, planlı kalkınma dönemleriyle, sonraki 22 yıllık dönemde (1960-1982) toplam 724 bin hektar oluyor. Sonraki bazı yıllarda, yıllık ağaçlandırma miktarları 100-150 bin hektarı geçerek 2010’a kadar 2 milyon 40 bin hektarlık bir ağaçlandırmayı gerçekleşiyor. Bu sayede Türkiye, ağaçlandırma konusunda bilgi birikimi kazanırken, diğer taraftan ‘dünyanın en çok ağaçlandırma yapan ülkeleri’ listesine giriyor.
Erozyonla pençeleşen alanların bir kısmının ağaçlandırma verimli duruma getirilmesinin Türkiye ormancılığı kadar ülke ekonomisi için de büyük önem taşıdığı kesin. Ancak şu soru yanıtlanmalı: “Her yer ağaçlandırılmalı mı?” Cevap net olarak “Hayır” olmalıdır: Ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarının ‘doğru yapılması’ aynı zamanda ‘doğanın restorasyonu’dur. Ancak önceden orman olmayan alpin, bozkır, çöl, makilik, çayırlık alanlar ağaçlandırılmamalıdır.
Bu alanlar farklı bitki topluluğunun formasyonları olup, yakından incelendiğinde her birinde farklı türlerin yaşadığı görülür. Bazıları öyle türlerdir ki yaşamları belli ortamlarla sınırlıdır, bu alanlarla özdeşleşmiştir. Buraların ağaçlandırmayla veya yanlış ağaçlandırma yöntemiyle zarar görmesiyle birçok canlının yaşamı tehlike altına girmektedir.
Politikacılarımızın zaman zaman gündeme getirdiği “Ülkenin her metrekaresi ağaçlandırılacaktır”, step özelliklerinin görüldüğü Urfa bozkırları için “Urfa’nın her yeri ağaçlandırılacaktır” gibi ifadeler bu sebeplerle yanlış kullanılmaktadır. Örneğin yaklaşık 400 türüyle geven ve kirpi yastığı cenneti olarak bilinen ülkemizde bu türlerin çoğunluğu eşsiz güzellikleriyle doğal bozkır alanlarında bulunur. Bu alanlar ağaçlandırıldıkları takdirde sonraki kuşaklar için zengin biyolojik çeşitliliğimizi aktarabilmek mümkün olmayacak.