Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 24 Kasım 2024 Pazar
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  GÜNLÜK » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

Zen Felsefesi


Kökeni Hindistan'daki Dhyana (ध्यान) okuluna kadar uzanan bir Mahāyāna Budist okulunun Japonca'daki ismidir. Hindistan'dan Çin'e geçen okul burada Ch'an (禪) olarak ismini duyurmuştur. Tang Hanedanlığı döneminde Çin'de belli başlı Budist okullar arasına giren Ch'an, Çin'den Kore, Vietnam ve Japonya'ya yayılmıştır. 20. yüzyılda Batı'da tanımaya başlanan bu okul, İngilizce ve diğer Batı dillerine Zen ya da Zen Budizm ismiyle girmiştir.

Zen diğer Budist okulların arasından aydınlanma amacıyla yapılan meditasyona verdiği önemle ayırt edilir. Meditasyon anlamına gelen Çince zuochan (坐禪) ve Japonca zazen kelimeleri Ch'an/Zen kelimesinden türetilmiştir. Bu nedenle Batı'da yalnızca bir meditasyon pratiğinden ibaret olarak algılanan Zen aslında Budizm'in bir kolu, bir dindir. 20. yüzyılın ortalarından itibaren Batı'da bir felsefe, bir yaşam tarzı, bir sanat akımı vb. olarak yaygınlaşmıştır. Ancak bu batılı bakış açısı, Uzakdoğu'daki Zen Budistlerin çoğunluğu tarafından paylaşılmamaktadır.

Zen Okulunun Kökeni

Zen'in kökleri Hint Budizmine kadar geri ...ürülür. Adını meditasyon anlamına gelen Sanskritçe dhyana teriminden alır. Zen Okulunun en önemli savı Sakyamuni Buddha'nın öğretisinin sözle anlatılamayacağıdır. Söylenceye göre, Buda bir gün elinde bir çiçekle onun vaazını bekleyen öğrencilerinin önünde konuşmadan oturur. Öğrencileri arasından sadece Kasyapa Buda'nın mesajını anlar ve gülümser. Böylelikle Dhyana (Zen) Kasyapa'ya aktarılmıştır.

Geleneksel kaynaklara göre Çin Zen'i milattan sonra yaklaşık 500 yıllarında Bodhidharma adlı Hintli Budist keşiş tarafından kurulmuştur. 6. yüzyılda Kasyapa'nın 28. kuşaktan öğrencisi Bodhidharma Çin'e gelir ve Ch'an okulunu burada kurar.
Bodhidharma yerine müridi Huike'yi atamıştır. Huike ilk Çinli patrik ve Zen okulunun Çin'deki ikinci piri olmuştur.
Öğreti Huike'den sonra adları dışında fazla bir şey bilinmeyen ikinci, üçüncü ve dördüncü pirlere aktarılmıştır. Altıncı ve son pir Huineng (638-713), Zen tarihindeki büyük isimlerden biridir ve halen mevcut olan okullar Huineng'ı kendilerinin üstatları olarak kabul ederler.
Huineng'dan sonra Zen her biri öğreti ve pratiklerinde çeşitli vurgulara sahip olan çeşitli kollara ayrılmış ve Çin'in en büyük Budist mezhebi olmuştur.
Zen buddhistlerinin üzerinde özellikle durdukları ve çalıştıkları sutralar Lankavatara Sutra, Heart sutra,Shurangama Sutra,Diamond Sutra ve Platform Sutra'dır.Altıncı Pir Huineng'dan sonra Ch'an Budizm Tang Dönemi Çin'inde hızla yayıldı; aynı zamanda birçok kola da bölündü. Bunların arasından Rinzai (Çince:臨済宗; Pinyin: Linji-zong) ansızın aydınlanma okulu ve Soto (Çince:曹洞宗; Pinyin: Caodong-zong) aşamalı aydınlanma okulu Japonya'da yayılarak burada günümüze kadar ulaşmıştır.
1191 yılında Zen Ustası Eisai tarafından Japonya'da kurulan Rinzai okulu daha çok Samuray sınıfı arasında yayılmıştır. Eisai'nin öğrencisi Dogen tarafından Japonya'ya 13. yy'da tanıtılan Soto okulu ise günümüzde 14.700 tapınağı ve yaklaşık 7 milyon takipçisiyle Japonya'nın en büyük Zen tarikatıdır.

Zen Öğreti ve Pratikleri
 
Zen öğreti ve pratiklerinin temelleri Hindistan ve Çin'de derlenen Mahayana Sutralarında yatmaktadır. Özellikle Kalp Sutrası (the Heart Sutra); Elmas Sutrası (the Diamond Sutra); Lankavatara Sutra; the Samantamukha Parivarta, Lotus Sutra; ve Huineng'in Platform Sutrası önde gelen sutralardır.
Zen okulları da diğer Budist mezhepleri gibi Budist felsefenin Dört Yüce Hakikatı, Sekizkatlı Yol, Beş ilke, Beş Skanda ve Üç Dharma İşareti: Benliksizlik, Geçicilik ve Dukkha(Acı) gibi öğretileri içermektedir. Zen felsefesi Mahayana Budizmi'nin Paramitalar ve Bodhisattva'nın evrensel kurtuluş gücü ideali gibi özgün öğretilerini içerir. Mahayana Budizminin Kuan Yin Bodhisattva,Mañjuśri Bodhisattva, Samantabhadra Bodhisattva, ve Amitabha Buddha gibi dini figürleri zen tapınaklarında Buddha ile birlikte saygı görürler.

Zazen

Oturarak yapılan meditasyon, Zazen Zen pratiğinin merkezini oluşturur. Zazen'de çeşitli oturuş biçimleriyle yapılabilir. Dikkat kişinin duruş biçimi ve nefesine yöneliktir. Oturulan yer (zabuton) üzerine yerleştirilen katlanmış bir yastık (zafu) kullanılır. Rinzai Zen'de zazen uygulaması yapan kişiler yüzlerini odanın merkezine yöneltirlerken Soto uygulayıcıları duvara dönük otururlar.


Soto Zen'de Şikantaza meditasyonu (sadece oturma) nesnesiz ve içeriksiz bir meditasyon biçimidir. Bu pratikle bilgili felsefi ve fenomenolojik hükümler Dogen'in Shobogenzo adlı eserinde bulunmaktadır. Rinzai Zen ise nefes meditasyonu ve koan pratiği üzerinde durur.

Farklı Zen okullarında farklı zazen teknikleri uygulanmakla birlikte, zazende genel teknik, iç ve dış uyarılara tümüyle açık olmakla, sınırsız bir farkındalık, bilinçlilik hali ve uyanık olma durumudur. Zazen uygulaması sırasında her türlü iç ve dış algı, önem sıralaması, seçim yapılmaksızın izlenmelidir. Dışarda öten kuşun cıvıltısı, vücut ağırlığının kalça kemiğindeki duygusu, yüzü yalayan esintinin duygusu, vs. birbirini izleyen farkındalıklar, bilincin geçişler yaparak yaşadığı algılar olarak değil, aynı anda yaşanan bir bilinçlilik olabilmelidir. Günlük yaşamda deneysellenmesi mümkün olmayan, yaşanmayan bir bilinçlilik haline ulaşmaktır. Olağan insan bilincinin yapısının, o tek merkezli benlik ve bilinç duygusunun aşılarak, çok merkezli bir bilinç yapısına ulaşılma çalışmasıdır ve zazenin amacı budur.

Zazende, diğer birçok meditasyon tekniğindeki gibi, olağan, kendiliğinden düşünsel akımlara müdahale edilmez. Tersine zazendeki kişi, bu zihinsel akımları bilinçli olarak izlemektedir. Zazende esas olan sınırsız bilinçliliktir, uyumdur, düşünce akımları konusunda da böyledir. Zen, her zaman için Taocu etkilere büyük ölçüde açık tutulmuştur, bu yüzden 'uyum' esastır.
Neticede zazenle sağlanmak istenen zihinsel durum, "zihnin olmadığı" bir durumdur. Düşünerek yaşamak, düşünerek tepki vermek değil, zihnin doğrudan doğruya içsel dinamikleriyle çalışmasıdır. Belki de bu yüzden zen, Özellikle Japon savaşçılar arasında genel kabul gören bir sistem haline gelmiştir.


Zen ve Sanat

Zen'de hakikat ile onun ifadesi arasında tam bir özdeşlik olmayışından dolayı hakikat, onu talep eden kişiye kelimeler ve ayrıntılı zihinsel inşalardan bağımsız ve spontanlığı içinde sezdirilmeye çalışılır.

Hakuin Ekaku (1685-1768)]tarafından yapılan Bodhidarma kaligrafisi. Üzerinde "Zen doğrudan insanın kalbine işaret eder. Kendi doğana bak ve Buddha ol" demektedir.
Hakuin Ekaku (1685-1768)]tarafından yapılan Bodhidarma kaligrafisi. Üzerinde "Zen doğrudan insanın kalbine işaret eder. Kendi doğana bak ve Buddha ol" demektedir.

Zen'in gerek Çin gerek Japonya ve diğer uzakdoğu ülkelerinde gündelik yaşamla yakından ilişkisi olduğu gibi sanat ile de kaçınılmaz bir ilişkisi hep olagelmiştir. Ancak burada Batı'lı anlayıştaki sanat için sanat veya halk için sanat şeklindeki karşıt kutupluluk kesinlikle görülmez. Zen üstadları aydınlanma deneyimlerini ve tüm varoluşun içindeki aydınlık doğayı uyguladıkları sanatlarda yansıtmayı bilmiş ancak sanatlarında yansıtmak istedikleri içeriği eserin en harici görünümlerine feda etmekten kaçınmışlardır. Elmas Sutra'da denildiği gibi 'Heryerde bulunan tüm imajlar gerçek dışı ve sahtedir'. Zen ile iç içe olan eserlerde zen ustasının -ki bu durumda aynı zamanda bir sanatçıdır o- eserinin değeri için kullandığı ifade ve imajların süjede yaratacağı duyusal etkiye bel bağlamadığı görülmektedir. Sözkonusu eserlerde çarpıcı bir sadelik ve kendiliğindenlik göze çarpar. Aktarılamayanı aktarmak amaçlanmıştır. Tıpkı elindeki lotus çiçeği tutan Buddha'nın vermek istediği mesajın sadece Mahakaśyapa tarafından algılandığı gibi.

Batı'da Zen
 
Zen'in Batı'da yaygınlaşmasından önce Budizm'in Batı'da eksik ve yanlış değerlendirildiği söylenebilir. Nietzsche'nin Budizm üzerine bilgisi ilham kaynağı olan Schopenhauer'e dayanmaktadır. Nietzsche, Budizm'in "benliksizlik" (non-self/anatman) görüşünü kolaylıkla nihilizm ile karıştırmış ve Budizm'i nihilist bir din olduğunu öne sürmüştür. Doğu'daki mistik yolların ve Mahayana Budizm'indeki Bodhisattva'nın iyiliğin ve kötülüğün ötesine geçtiği şeklindeki anlayış, Nietzsche'nin ahlak ile ilgili eleştirilerinin Budizm tarafından da paylaşıldığı şeklinde bir algının doğmasına yol açmıştır.

Zen'in Batı'daki popülerliği 60'lı yıllarda Budizm üzerine yazan beatnik yazarları ile D.T.Suzuki'nin eserlerine çok şey borçludur. Yirminci yüzyılın başlarındaki ulusalcı entelektüel eğilimlerin dorukta olduğu Japonya'da, ruhban olmayan (layman)biri olarak Zen eğitimi gören Suzuki, yazılarında Zen'i Mahayana Budizmi'nin bağlamından ve geleneksel Budist ahlakından kopararak anlatmaktaydı. Sunyata, ikiliksizlik ve mutlak hiçlik gibi fikirlerin yoğun oysa karma, Marga (yol), merhamet ve hatta Budalığın "harika nitelikleri" gibi konuların ise çok az ele alındığı bu bakış açısından Budistlerin gündelik yaşamlarında uyguladıkları pozitif disiplinlere yeterince yer verilmemekteydi ve batılı bir kişi bu anlatımla kolaylıkla Budistlerin gündelik insani aktivitelerle ilgilenmedikleri sonucunu çıkarabilmekteydiler.

Suzuki'ye göre zen, kendisini herhangi bir felsefi ve ahlaki doktrine son derece uyum gösterebilme esnekliğine sahiptir, öyle ki anarşizm veya faşizm, komünizm veya demokrasi, ateizm veya idealizm veya herhangi bir siyasi ve ekonomik dogmatizm ile ilişki kurabilir. (Zen and Japanese Culture, Princeton University Press, 1959, p. 63.)

Bu eserlerde, "varoluşsal" ve sürrealistik bir şey olarak ve her türlü dogma ve kuraldan bağımsız bir aydınlanma deneyimi olarak sunulmuş ve bu, her türlü kural ve dogmayı hayatından çıkarmak isteyen kriz felsefesi arayışı içindeki Batılı okuyuculara oldukça cazip gelmişti. Oysa Batılı nihilist gelişmenin bir sonucu olan kriz felsefesi ile kökeni Budist manevi geleneği içinde olan Zen arasında önemli bir farklılık bulunmaktaydı ve bu fark büyük ölçüde göz ardı edilmişti. Aynı şekilde Zen ile irrasyonel ve saçmalık arasında da bir bağ kurulmuş ve Zen öykülerindeki temalar da rasyonel düşünceye aykırılığın bir delili olarak sunulmuştur. Ancak Zen üstadlarının sadece Zen bilgilerinde değil aynı zamanda edebiyat, resim ve felsefe gibi alanlarda sıra dışı bir zihinsel yeteneğe sahip oldukları şeklindeki tarihi gerçek bu algının yanlışlığını göstermektedir. D.T.Suzuki'nin sunumundaki bu yanlışlık onun "anlamak" ve "gerçekleştirmek" arasındaki farkı tam kavrayamamasından ileri gelmektedir.
Zen'in kelimelere ve salt zihinsel olan her şeye karşı şüphe duyduğu kesin olmakla birlikte bu, tüm kuralların hiçe sayılması anlamına gelmemekte ancak kuralları hakikatin kendisiyle karıştırmamak gerektiği ve hakikate vasıtalık ve işarette bulunma özelliği dışında kuralların bizatihi bir amaç olmaması gerektiğini ifade etmekteydi. Tipik bir Zen hikayesindeki parmak ile onun işaret ettiği Ay'ı birbirine karıştırmamak gerektiği yönündeki ibare de aslında bu gerçeği ifade etmektedir.

Batı'da olduğu gibi Türkiye'de de Zen, seküler hümanizm, entelektüel anarşizm ve hippilik ile birbirine karıştırılmış ve bu kavramlar adeta birbiri yerine kullanılabilirmiş gibi okuyuculara sunulmuştur. Herhangi bir kural ve ilke yerine içgüdülere dönük bir yaşam süren kimselerin de Zen'in gerçeğine varmış aydınlanmış kişiler gibi görülebileceği bile iddia edilmiştir. Oysa Bodhidharma'nın Kanakışı Vaazı'nda (Bloodstream Sermon) söylediği "Buddhalar ilkeleri tutmazlar. Ve Buddhalar ilkeleri çiğnemezler. Buddhalar herhangi bir şeyi tutmaz veya çiğnemezler." ifadesi ile aynı yerde geçen şu ifadeler her hangi bir disiplin dışında kalarak Buddha doğasından bahsetmenin çelişkisini göstermektedir:

"Buddha-tabiatına sahip olduğun doğru. Fakat bir üstadın yardımı olmaksızın bunu asla bilemezsin. Yalnızca milyonda bir insan bir üstadın yardımı olmaksızın aydınlanabilir. Uygun şartlar bir araya geldiğinde Buddhalığın ne anlama geldiğini anlayan kişi bir üstada ihtiyaç duymaz. Böyle biri tefekkürde tabii bir uyanıklığa haizdir. Fakat böylesine kutsanmadığın sürece çok gayret sarfet ve eğitimle anlayacaksın.

Anlayışı olmayan ve çalışmaksızın anlayabileceğini düşünen insanlarla siyahı beyazdan ayırdedemeyen aldanmış ruhlar arasında fark yoktur. Yanlışlar içinde Buddha-Dharma'yı ilan ederek bu kişiler aslında Buddha'ya küfretmekte ve Dharma'yı yıkmaktadırlar. Bu insanlar sanki yağmur yağdırabilirmiş gibi nutuk atarlar. Fakat onların nutku Buddhalardan değil şeytanlardan gelmektedir. Üstadları Şeytanların Kralı, müritleri Şeytan'ın yardakçılarıdır. Bu tip yönergeleri izleyen yanılgı içindeki insanlar farkında olmayarak Doğum ve Ölüm Okyanusunun derinliklerine batarlar. Kendi tabiatlarını görmedikleri sürece nasıl olur da kendilerinin Buddhalar olduklarını söylebilirler. Onlar başkalarını kandırarak şeytanlar alemine sokan yalancılardır. Onların sadakati Buddha'ya değil Mara'yadır. Beyazı siyahtan ayırt edemeyenler nasıl olur da doğum ve ölümden kaçabilirler?"

Çağımız Zen üstadlarından Sheng-yen Usta "What Is Chan?" başlıklı konuşmasında Doğulular tarafından Batı'da öğretilen Chan'in aslında gerçek Chan olmadığını ve Chan'in ilk keşfinin 2500 yıl önce Hindistan'da doğan Siddharta Gautama (Buddha'nın aydınlanmadan önceki adı) adlı bir prens tarafından olduğunu söylemektedir.
 
 
 
 
 
 
 
 

Ekleme Tarihi
26.03.2013
Ekleyen Kişi
gidatarim2

Etiketler: Zen Felsefesi
Paylaş | |

>> Arşiv İçin Tıklayınız