Sağlıklı beslenme ile ilgili basında çıkan haberlerin birçoğunda tuzdan uzak durmamız, hayatımızdan tuzu çıkarmamız, tuz kullanımını azaltmamız önerilir. Bu haberlerin, sağlık yönünden gerekli olduğu yadsınamaz, ancak tuzsuz bir hayat da düşünülemez.
Tuz, insanlık tarihinde ve günümüzde çok önemli bir yere sahiptir. Tuz yaşamsal öneminden ötürü en eski tarihlerden bu yana çok iyi bilinen ve günlük olarak sık kullanılan bir mineraldir. İlginç olanı tuz insanoğlunun yediği tek “kaya” türüdür de aynı zamanda. İnsanın tuzu kullanmaya başladığı tarih kesin olmamakla birlikte MÖ 10 bin yılına kadar gittiği tahmin edilmektedir. Tuzun yaklaşık 14 bin çeşit kullanım alanı olduğu bilinmektedir. Tuz pek çok ekonomik, sosyolojik, siyasi olaylara neden olmuş medeniyet taşlarından biridir.
Tuz ticareti önemli kervan yollarını da doğurmuştur. Tuz eski çağlarda az bulunan ve zor çıkarılan kıymetli bir maden olduğundan o tarihlerde para yerine bile kullanılmıştır. Tuz, hayatın kaynağı olan denizden geldiği, bütün yiyecekleri bozulmaktan ve çürümekten koruduğu için de çeşitli inanışlarda farklı sembolik anlamlara da bürünmüştür.
Ülkemizde tuz üretimi oldukça eskilere dayanır. Çankırı, Tepesidelik, Kağızman, Tuzluca gibi yatakların en az 1000 yıldan beri işletildiği biliniyor. Tuz katı ve sıvı halde bulunan tuz kaynaklarından elde edilir. Türkiye’de tuzun çıkarılması Cumhuriyet tarihimizde özel yasa hükümlerine tabi kılınmıştır. Bu konuda çıkarılan 11.12.1936 tarihli 3078 sayılı Tuz Kanunu 20.06.2001 tarihine kadar yürürlükte kalan yasa ile tuz üretimi devletin tekelinde kalmış; akabinde bu yasa üzerinde yeni düzenlemelerle tuz maden kanununun kapsamına alınmıştır.
Tuzun, insan vücudundaki fonksiyonu ise çok büyüktür hatta hayatidir. Su ve tuz birlikte insan vücudunun en önemli yaşamsal fonksiyonlarını düzenler. Gerek hücre sıvısı, gerekse hücre dışı sıvı aslında yoğunlukları farklı olan tuzlu sudan oluşur. Beyin, vücudun bütün hücreleriyle iletişim içerisindedir ve bunu da iletkenliği nedeni ile tuzlu sıvıyla sağlar. Bu demektir ki, tuz olmadan, insan ne düşünebilir, ne konuşabilir, ne de organları birbirleri ile uyum içerisinde çalışabilir.
Eski çağlarda kullanılan doğal tuz Sanayi Devrimi’nden sonra işlemler sonucu rafine edilerek homojen bir hale getirilmiştir. Çünkü doğal tuzun sanayi üretiminde kullanılması için rafine edilmesi gerekir. Doğal tuzun içindeki diğer elementler kimyasal reaksiyonları etkileyeceğinden rafine işlemi ile diğer maddeler ayrıştırılır, geriye sadece NaCl kalır. İşte geriye kalan bu NaCl günümüzün “rafine” tuzudur. Ayrıca da gıdalarda kullanılması gereken sağlıksız doğal tuzların rafine edilerek içerisindeki bakteri ve zararlıların yok edilmesi amaçlanmıştır. Tuzun olumsuzluklarından etkilenmemek için, bütün tıp otoritelerinin söylediği gibi “azı karar, çoğu zarar” bir şekilde tuz tüketimini dengelemeliyiz. Zaten vücudumuz, yediğimiz gıdalardan ihtiyacı olan tuzu sağlamaktadır. Yemeklerimizin üzerine ilave ettiğimiz tuzun aşırı olmamasına, doğal, sağlıklı olmasına da özen göstermeliyiz. Örneğin Türkiye’de hâlâ tuz üretiminin bir bölümü Tuz Gölü’nden karşılanmaktadır ancak bu gölün kanalizasyon ve diğer çeşitli atıklarla kirlenerek neredeyse bir çevre felaketine dönüştüğü de bilinmektedir. Tuz üretiminin büyük bir kısmının sağlandığı bu ve benzeri kaynakların (İzmir Çamaltı) çevresel olumsuzluklarının, işletme koşullarının gözden geçirilmesi kamu ve toplum sağlığımız açısından çok önemlidir. Sözün kısası, “et kokarsa tuz var, tuz kokarsa ne var”, işte o zaman işin içerisinden çıkamazsınız.
http://www.cumhuriyet.com.tr/ |