Bilimkurgu romanını yeni bir bakış açısıyla yorumlayan ve belki de yeniden yaratan dev isim Ursula Kroeber LeGuin, bir hikâyesinde, genetik araştırmalara kafayı takan bir toplumu anlatır.
Öyle bir noktaya gelmiştir ki araştırmalar, bırakın sebze-meyve ve hayvanları, artık insanlar bile daha dayanıklı, verimli, güzel, yakışıklı (artık ihtiyaç neyse o) olmak için bebeklerin genetik yapılarıyla da oynamaya başlar. Başta her şey iyi gibidir ama kalıtım bir lanet gibi işlemeye başlar sonra. Çok değil, bir-iki nesil sonra anneler kurt pençeli, mısır püskülü saçlı çocuklar doğurmaya başlar.
Toplum kendi sonunu getirmiştir.
Frankenstein gıdalar
26 Ekim, Türkiye için bir dönüm noktası oldu. Tarım Bakanlığı, Resmi Gazete'de yayımlanan bir tebliğle genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) nasıl üretileceği ve satılacağı ile ilgili kuralları açıkladı. Geri dönüşsüz bir yola girmiş olduk bu sayede.
Artık karşımıza yılan geni taşıyan domates, domates geni taşıyan karpuz, karpuz geni taşıyan tavuk, tavuk geni taşıyan elma (elma geni taşıyan bir çocuk) gibi şeyler çıkabilecek. Abartıyor muyum? Belki ama gerçekler bundan çok da uzak değil. Tüm dünyada bu ürünlere "Frankenstein gıdalar" denmesinde bir hikmet gizlidir elbet.
Bilme hakkınız yok
Tebliğe göre içinde yüzde 0,9'dan daha fazla GDO içeren ürünler GDO'lu ürün olarak adlandırılacak. Ama biz bunu bilemeyeceğiz. Çünkü bir ürün, ancak yüzde 0.9'dan daha fazla GDO'lu ürün içeriyorsa bunu etikette belirtme zorunluluğu var.
Saf ürünler, yani hiç GDO içermeyen ürünleri de ayırt edemeyeceğiz. Çünkü yasaya göre saf ürünler etiketlerinde saf olduklarını belirtemeyecek. Gerekçe ise haksız rekabeti engellemek.
GDO'lar çocuk ve bebek besinlerinde kullanılamayacak. Ama hamilelerin GDO'lu ürün tüketmesini engelleyecek bir yasal düzenleme yok. GDO'dan uzak durmak isteyen hamileler de etiketlerde bu konuyla ilgili bir bilgi olmadığı için ister istemez GDO'lu ürünlere maruz kalacak.
1996: GDO'nun miladı
1996 yılında ilk GDO'lu ürün domates püresi olarak çıktı karşımıza. Bugün ise ABD'de, market raflarını dolduran besinlerin yüzde 60'ında GDO içeren ürünler olduğu iddia ediliyor.
ABD'de GDO'lu ürünler konusunda başı çeken Monsanto şirketinin sözcüsü Alex Woolfall'e göre, GDO'lu ürünler hiçbir risk içermiyor çünkü üretilen her ürün 7 ayrı bilimsel komite ile 4 ayrı hükümet kurumunun incelemesinden geçip zararsız olduğu ispat edildikten sonra piyasaya sürülüyor.
Acaba gerçek Woolfall'un anlattığı gibi mi? Oysa bakın Emin Çapa cnnturk.com'da şu örneği veriyor:
"Bu konuda yapılmış iki araştırma var. Bunlardan bir tanesi İskoçya'da Roqett Enstitüsü'nde gerçekleştirilmiş. Sadece genetiği değiştirilmiş patateslerle beslenen farelerin tümünün iç organları küçülmüş, bağışıklık sistemleri çökmüş. İkinci araştırma ise Rusya Bilimler Akademisi üyelerinden Dr. Irina Ermakova tarafından yapılmış. Bu deneyde sadece genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen farelerin yaptığı doğumlarda yavruların yüzde 55'ten fazlası doğumdan 3 hafta sonra ölmüş."
Tohum tekelleri yolda
Diyelim ki GDO'lu ürünler hakikaten zararsız. Ama bu, madalyonun sadece bir yüzü. İşin bir de sosyo-ekonomik boyutu var: İntihar geni taşıyan tohumlar. Gıda firmaları, başta Monsanto ve Cargill olmak üzere, tüm dünyanın tohum tekeli olma yolunda ilerliyor. Küçük tohum üretim firmalarını satın alan dev şirketler, tohumculukta tekelleşme yolunda son hızla ilerliyor. İkinci adım ise tek kullanımlık, yani intihar geni içeren ürünler. GDO'ların ticarileşmesinde zirve noktayı temsil eden bu tohumlar sadece tek kullanımlık. Ekiyor ve ürün alıyorsunuz ama o ürün asla ve asla tohum olarak kullanılamıyor. Genetik yapısına yerleştirilen bir saatli bomba, ikinci ekime izin vermiyor. İstanbul'a ilk dikilen laleleri hatırlayın. Hollanda'dan ithal edilen lale soğanları işte bu geni içerdiği için ikinci kere kullanılamamıştı.
Çiftçiyi bekleyen tehlike
Tek kullanımlık, intihar geni içeren bu tohumlar nedeniyle özellikle de dev şirketlerin ağına düşmemiş küçük üreticiler büyük tehdit altında. Eğer halihazırda ülkemizde de kullanılan bu tohumlar yaygınlaşırsa milyonlarca çiftçi tekellerin ağına düşmüş olacak. Sonrası eski hikâye; topraklar dev şirketlere satılacak, çitçi-köylü kendi toprağında parya olarak yaşamaya mahkûm edilecek. Tabii eğer efendiler buna izin verirse...
Evet, tehlike büyük. Fakat bakıyorum da bir-iki kişi dışında Türk basınında konuyu önemseyen yok. Hadi onu bir yana bıraktım, sivil toplum kuruluşlarından da ses yok. Hadi onları da bir yana bıraktım, tarım örgütlerinden de ses yok. Hadi açlığı, topraksızlaşmayı, sefaleti, kendi toprağında parya olmayı bir tarafa bıraktım. Çocuklarımızı ve sağlığımızı düşünen de mi yok Allah aşkına.
Keçi ayaklı, inek kuyruklu, domuz burunlu, kurt başlı, mısır püskülü saçlı, kuş tüylü bir nesil geliyor haberiniz olsun. Yarın değilse bile yakında...
Bu arada, eski ABD Başkanı George W. Bush, GDO'lu ürünleri överek "Bu yüzyılın buluşu" demişti. Bush'un savunduğu ve sonu iyi gelen bir tek şey var mı dersiniz?
Deniz Bayramoğlu |
http://www.referansgazetesi.com/ |