Dubai, Arap Yarımadası’nın güneyinde yedi emirlikten oluşan Birleşik Arap Emirlikleri’nin en güzel ve en pahalı kentlerinden biri. Kendi emirliğinden ‘Dubai Kenti’ olarak ayrılıyor.
Bir buçuk milyon nüfusuyla çölün kenarında yaratılmış bir ‘şantiye kent’; ama kendi çapında bir cennet... Arapça konuşan, milyon dolarlar kazanan ve genellikle petrol zengini olan insanlar ile onların üst düzey bürokratlarının yaşadığı yer... Avrupa ve Amerika dışında, Afrika’dan Avustralya’ya kadar olan pazarların da ticaret merkezi… Hal böyle olunca, bu kentte açılan fuarlar da büyük ilgi görüyor. Geçen hafta içinde, dünyanın en büyük gıda fuarlarından biri olan ‘Gulfood’, bütün dünyadan binlerce üreticiyi ve tüccarı Dubai’de bir araya getirdi. Biz de Keskinoğlu-Ravika grubunun konuğu olarak, hem fuarı hem de fuara paralel düzenlenen sempozyumları izleme şansı bulduk. ‘Gıda Güvenliği’ kongresi öğreticiydi, ama gıda sektörünün küresel geleceği üzerine (Global Food Trend) yapılan tartışmalardan gerçekten de çok şey öğrendik ve oldukça yeni bilgilere ulaştık… Türkiye’nin hem ülke hem de katılımcı bazında son derece başarılı işlere imza attığını görmekten de ayrıca son derece mutlu olduk. Bu arada hemen belirtmekte fayda var, burası sadece Müslüman ülkelerin pazarı değil… Amerika’dan İngiltere’ye, İtalya’dan Fransa’ya kadar, bütün büyük ülkelerin pay kapmaya çalıştığı bir pazar… Hem pazarlama fonksiyonları içinde, hem de konferanslarda kabul gören ortak anlayış ise şuydu: “Gıdada başarılı olmak için olmazsa olmaz koşullardan biri, çevreyi önemsemek; çevre ve sürdürülebilirlik konusunda duyarlı olmak; bu duyarlılığı da markanın üzerinde dile getirmek…” Bizim üreticilerin de dikkatine sunulur. Bu türden sempozyumlarda, konu, kaçınılmaz olarak beslenme ve sağlık ilişkisine gelip dayanır. Doğal besinlerin sağlıklı yaşamak ve hastalıkları önlemek konusundaki olumlu etkisi, yüzyıllardır bilinen bir gerçektir. Son araştırmalar ise bazı yiyeceklerin kanserle aktif bir şekilde savaştığını, hatta kanserli hücreleri yok ettiğini açıkça gösteriyor. Bu konu Dubai’deki tartışmaların neredeyse odak noktasını oluşturdu. Konuşmacıların tavsiyelerinin başında, New York Belediye Başkanı’nın uygulamaya çalıştığı ‘tuz yasağı’ geldi. Başkan Michael Bloomberg'in ‘bir numaralı halk düşmanı’ ilan ettiği tuzu yasaklatmasıyla başlattığı girişim, her yerde olduğu gibi burada da dikkatleri çekti.
Üç yıl önce lokantalarda transyağ (hidrojenleştirilmiş sıvı yağ) kullanılmasını yasaklayan, ardından da mönülere kalori miktarlarını belirtme şartı koyan Başkan; şimdi de ürünlerinde kullandıkları tuz miktarını azaltmak konusunda lokantaları teşvik etmek istiyormuş. Çünkü genellikle şeflere ve aşçıbaşılara göre tuz olmazsa lezzet de olmuyor! Ancak unutmayalım ki tuz olunca da sağlık elden gidiyor.
Bilim insanlarının, çeşitli yiyeceklerin kansere karşı etkileri üzerine düşüncelerini dile getirdikleri sunumlar, büyük dikkat ve ilgiyle dinlendi. Özellikle kırmızı üzüm, bitter çikolata, yaban mersini, sarımsak, soya (GDO’suz!) ve çeşitli bitki çayları; vücudu beslemekle kalmıyor, aynı zamanda kanser hücrelerinin dayanıklılığını da kırabiliyormuş. Bir bilim adamı, belirli kimyasal maddeleri doğal olarak içeren besinlerin, tümörlere giden kan akışını keserek tümörlerin yok olmasına sebep olduğunu söyledi ve biraz da iddialı bir şekilde, “Yediklerimiz günde üç öğün kemoterapi anlamına geliyor.” dedi.
Araştırmaya göre kanserle savaşan besinlerin bir başka özelliği daha var. Türkiye’de de artık sorun haline gelen, ama gelişmiş ülkelerin bir numaralı derdi olan obeziteye karşı, bu besinlere daha çok gereksinim duyuluyor. Çünkü araştırma sonuçları, kanserle savaşan gıdaların vücuttaki yağı da erittiğini söylüyormuş.
Lezzet farklı olduğu zaman değerli
Dubai’deki ‘Gıda Fuarı’nı gezerken, Slow Food Kurucu Lideri Carlo Petrini’nin “Kimlik gibi lezzet de ancak farklı olduğu zaman değerlidir.” sözleri sık sık aklıma düştü. Çünkü Filistin ve Vietnam gibi küçük ülkelerin stantlarını gezerken, Petrini gibi düşünmemek elde değil... Farklı ve ‘kişilikli’ yiyeceklerle karşı karşıyaydık ve bu türden yiyeceklere bütün dünyanın giderek artan ilgisini görmek mutluluk vericiydi. Türkiye’nin de “benim dünyadan farkım işte bu” diye, ortaya koyduğu yiyecekleri görmek, çok hoşumuza gitti; ama bizde daha fazla malzeme olduğunu düşündüğümüz için yeterli bulmadık.
Fuar’da zeytinyağına olan müthiş ilgiyi görünce şaşırmadık. Ravika’nın Genel Müdürü Savaş Özaltun’nun 5 kıtada 50’ye yakın ülkeye ‘peşin para’ ihracat bağlantıları yaptığının tanığı olduk; bu da bizi şaşırtmadı. Amaa, Amerikalı zeytinyağı üreticilerinin kendi ürünlerini ABD standartlarına göre değil de, Avrupa ülkelerinde ve bizde kullanılan kriterlerle sertifikalandırmış olmalarına çok şaşırdık. Bu arada Amerikalıların dünyanın en büyük zeytinyağı üreticisi olmayı hedeflediklerini; kendilerine İspanya ve İtalya’yı geçmek gibi bir hedef koyduklarını da hemen belirtelim. Amerika iç pazarında zeytinyağı talebi, her yıl yüzde 20 artıyormuş.
Özetle gelecekte dünya, sağlıklı olmak adına, ‘daha az tuz, daha çok zeytinyağı’ tüketecek. Çevreye ve insana duyarlı olan üreticiler de kazanacak.
http://www.aksam.com.tr/2010/03/06/yazar/16558/nedim_atilla/dunya_gidada_gelecegi_tartisiyor.html
|