İstanbul’un simgesi, Boğazın incisi Lüfer yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Başta zamansız, yanlış avlanma, Karadeniz’deki aşırı kirlenme, mevzuat ve kotalar Lüfer’in soyunu kuruttu.
Dünya çapında örgütlü, ülkemizde de faaliyetleri olan Yavaş Yeme(Slow Food) gıda akımı, iyi temiz ve adil gıdanın peşinde, Boğaz’ın incisi Lüfer’e sahip çıkıyor. Bu sahiplenme, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen duyarlı STK’ların çabasıyla ortaklaşa yürütülmeye çalışılmaktadır. Son yıllarda özellikle Lüfer’in yok olmasıyla sembolleşen deniz ürünlerindeki çeşit ve miktar kaybına sebep başta ülkemizi son otuz yıldır yöneten siyasi kadroların konuya miyop gözle bakmalarıdır. Bugün gelinen noktada Lüfer stokları, 2002-2008 arasında 5’te biri oranında bir başka deyişle 25000 tondan 5000 tona düşmüştür. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk’le yaptığımız görüşmedeki açıklamaları meseleyi daha net görmemizi sağlamaktadır:
“Lüfer stoklarındaki azalmanın sebebi Lüfer balığının aşırı, bilinçsiz avlanmasıdır, boyu 14 cm olan balık avlanmaktadır. Oysa bu balık ancak 20 cm boya geldiğinde, 3 yaşından sonra yumurta verebilmektedir. Yani 1 defa bile yumurta vermeyen balığın yönetmelikteki düzenlemeyle avlanması yasallaştırılmıştır. Bir başka deyişle, yumurtlamamış genç balığın avlanmasına izin verilmektedir.”19 sene yaşayabilen Lüferi biz maalesef daha “Defne, Sarıkanat, Çinekop” evrelerindeyken yok etmekteyiz.
İstanbul’daki önemli işletmelerle ortaklaşa verilen “24 santimin altında Lüfer servis etmeme” kampanyasına ilişkin ise Öztürk; “Bizim kampanyadaki amacımız bu genç balıkların avlanmasının önüne geçmektir. Akdeniz ve Karadeniz ülkelerinin hiç birinde böyle bir uygulama yoktur. Genç balık avlandığı için Kofana artık denizlerimizde ortadan kalkmıştır. Lüfer ise en geç 10 yıl içinde bu gidişe dur demezsek ortadan kalkacaktır. Bakanlığın aldığı karar bilimsel değil politiktir. Tarım bakanlığı 1380 sayılı yasaya göre su ürünlerinin avcılık ve korunmasını düzenlemekten sorumlu bakanlıktır. Bu nedenle Lüfer balığının av boyunun tekrar minimum 20 cm olması için yönetmeliklerde ve kanunlarda düzenleme yapılmasını bekliyoruz. .Esasen 2000 yılına kadar bizim söylediğimiz esaslar üzerinde avcılık yapılırdı . Ancak bu daha sonra politik baskılarla değiştirildi, yapılan bu düzenleme ile lüferin yok olmasına ortam hazırlandı. Gelecek kuşakların,çocuklarımızın bu balığı bilmesini, yemesini istiyoruz.” diyen Öztürk, toplumsal sorumluluğuyla düzenlemelerin değiştirilmesini istiyor.
Öztürk avlanma dışında Karadeniz ‘deki aşırı kirlenmeye de işaret ediyor. “Lüfer temiz suları seven bir balık, kirlenme de stoklarda azalmaya neden olabilir, ama soyun tükenmesinde aşırı avcılık esas nedendir ve bu avcılığın önlenmesi gerekmektedir. “
Balığın avlanma koşulları ile ilgili açıklaması da şöyle: “Lüfer, Gırgır ile avlanmaktadır. Esasen 2006-2009 yıllarında Su Ürünleri Fakültesi Dekanlığı da yaptım ve balıkçılığın, denizin içinden gelen biriyim.Biz balıkçı düşmanı değiliz, ben hiç değilim , Sadece sürdürülebilir bir balıkçılık yapılmasını istiyoruz” . Öztürk, Kolyos’da, Uskumru’da ,Kalkan’da, Mersin’de yapılan hataların Lüfer’de yapılmasını istemediklerini ve önlem alınması için Fikir Sahibi Damaklar Oluşumu ile ortak kampanya yürüttüklerini belirtiyor.
Evet Lüfere’e veda etmek üzereyiz. Eskilerin bolluğunu anlattıkları, Roma imparatorlarına bile İstanbul’dan giden , bir dönem dünyanın en zengini Yunanlı Armatör Onasis için dünyanın öteki ucuna gönderilen bu şehrin balığı. Narin bedenli, ağızda dağılan lezzetiyle damak çatlatan, İstanbul Boğazının medarı iftiharı Lüferi’i aymazlığa dur denilmezse, artık maalesef tarih kitaplarında okuyacağız. İstanbul’un balığı Lüfer’i yok eden yine İstanbullular. Onu Sarıkanat veya Çinekop gibi vaktinden önce yakalayan tekne sahibi, onu o ufacık haliyle tezgahında satan balıkçı, onu satın alan restoranlar , restoranda ya da evinde pişirip yiyenler. Sorumsuzca, bilinçsizce bugüne kadar Çinekop’u , Sarıkanat’ı tüketenler… Şimdi bu acımasız katliamın seyircisiyiz. Doğanın, denizlerin bize bahşettiği nimetleri hoyratça, geleceği hiç düşünmeden, şuursuzca tükettik. Çok değil 20-25 yıl içinde göz açıp kapayıncaya kadar oldu tüm bunlar. Bu durumun bedelini ne yazık ki 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde ya daha az, pahalı yerli balık tüketmek şeklinde ya da sofralarımıza lezzetsiz, kalitesiz, şoklanmış ,okyanus ithal balıkların yer almasıyla ödüyoruz..Sonuç, daha az balık tüketimi, daha sağlıksız bir toplum. Bu soruna, STK’ların, bilim adamlarımızın, restoran işletmecilerimizin sahip çıkması sevindirici. Ancak üzücü tarafı bütün bu olup bitenlerde yönetenlerin gerekli tedbirleri almamasıdır. Aslına bakarsanız güzel şeyler de olmuyor değil; her yıl 15 Nisan 30 Haziran tarihleri arasında üremek için esas yaşam alanı Van Gölü’nü terk edip, akarsulara göç eden İnci Kefali’nin yolculuğu boyunca avlanmaması için av yasağı uygulanıyor. Kaçak avcılığın önlenmesi için de Jandarma ekipleri Karakollar kurup gece-gündüz nöbet tutarak önlem alıyor. “İnci Kefali Yok Olmasın” projesine önderlik yapan Yüzüncü Yıl Üniversitesi Su Ürünleri Bölüm Başkanı ve Doğa Gözcüleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın uzun yıllardır sürdürdüğü inançlı, kararlı, sabırlı mücadelesi Türkiye’ye örnek olsun.
Sadık Çelik
http://www.cumhuriyet.com.tr/ |