Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 06 Mayıs 2025 Salı
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  GÜNLÜK » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

Prof.Kenan Demirkol: Tereyağ hem en değerli hem de en zehirli yağ!

Yağların hepsi sağlık açısından can alıcı önemde ama biri var ki hepsinden çok daha fazla dikkat gerektiriyor. Bu öyle bir yağ ki, nasıl üretiliyorsa öyle sonuç veriyor. Prof. Kenan Demirkol, “Tereyağ en değerli yağ, hatta zeytinyağından bile değerli. Tabii sütünden tereyağ yapılan hayvan merada otla besleniyorsa... En zehirli yağ, eğer o hayvan endüstriyel olarak hiç gün ışığı, ot ve yeşillik görmeden besleniyorsa... Günümüzde yaygın olarak uygulandığı gibi. Maalesef bugün marketlerden sağlıklı bir terayağ satın almak mümkün değil” diyor.

 

* Bir arkadaşım beyaz peyniri çok yiyen çabuk ihtiyarlar demişti. Bunda bir doğruluk payı olabilir mi?

Geleneksel beyaz peynir, bize Türkmen boylarından geçen bir alışkanlık ve biliyorsunuz onlar 100 yaşını aşan insanlar. Dolayısıyla çok doğru değil söylediği ama şimdi başka bir konuyu açmamız gerekiyor. Beyaz peynir nereden üretiliyor? Sütten üretiliyor. Süt, inek, koyun ya da keçi sütü olabilir. Peki inek neyle besleniyor?

* Otla!

   Pışık!

 

* Yani en azından ben öyle olmasını umuyorum...

Ama maalesef umduğunuzla bulduğunuz bir değil. Doğduğu günden itibaren güneş yüzü, tek bir ot, tek bir çayır görmüyor inekler. Genellikle yurtdışından gelen GDO’lu mısır ve soyayla besleniyorlar. Dolayısıyla yazın merada otlayan ve tamamiyle yeşillikle beslenen, kışın da yazın biçilip kurutulmuş ot yiyen ineğin sütünün, bugün mısır kırığı, cips fabrikalarının artığı patates kabukları, tahıl artıkları, pirinç kırığı, mısır silajı, GDO’lu mısır, pancar küspesi, GDO’lu soya ile beslenen hayvanın sütünden temelde dört farkı var.

 

* Nedir bunlar?

Birincisi, merada otlayan hayvanın sütü damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitlerinden fakirdir. Halbuki endüstriyel olarak beslenen inekten sağılan süt, damar sertliği yapıcı yağ asitlerinden zengindir. O yüzden bugün doktorlar tereyağını yasaklıyor. İkincisi, merada otlayan hayvanın sütünde Omega 3 var. Hani şu yıllarca sadece balıktan aldığımızı söylediğimiz ve yalan söylediğimiz Omega 3. Omega 3’ün esas kaynağı yeşilliktir. Balık, yosun yediği için etinde Omega 3 var. İnek de, ot yediği zaman etinde, sütünde Omega 3 var. Ama bunun bilgisi dahi kalmadı artık. Omega 3 insan vücudu için en önemli yağ asidi. Ama biz çağ olarak Omega 3 eksikliği çağında yaşıyoruz. Bugün oluşan kronik hastalıkların temelinde Omega 3’ten fakir beslenmemiz yatıyor.

 

*Omega 3 ne yapıyor?

Kanın sulanmasına yol açıyor. Dolayısıyla inme ve kalp krizi gibi hastalıklar kanında yeterince Omega 3 olan insanda çok daha az görülür. Omega 3, şeker hastalığına karşı direnç kazanmamızı sağlıyor. Damarların daha elastik olmasına yol açarak hipertansiyonu engelleyebiliyor. Hücre duvarında yer aldığı için hücrenin toksik maddelere karşı daha dirençli olmasını sağlayarak kanser riskini azaltıyor. Ama biz bugün ineği, koyunu ahıra tıktığımız için Omega 3’ten yoksunuz. Bizim atalarımız Omega 3’ü balıktan almıyor. Ağrı Dağı eteklerinde yaşayan bir adam balığı görse tüfek zanneder. Peki o adam nasıl 100 yaşına geliyor? Doğal beslenen hayvanın ürünlerini yediği için geliyor... Omega 3’ünü de tereyağından alıyor. Tereyağ dünyanın en değerli yağı. Nokta.

 

* Zeytinyağından bile mi değerli?

Evet. Zeytinyağından bile. Çünkü zeytinyağında Omega 3 yok, tereyağında var. Ama tereyağ aynı zamanda dünyanın en zehirli gıdası. Bu iki cümle de doğru. Niye doğru? Hayvanın ne yediğiyle ilintili olarak doğru. Hayvan sadece merada otlayan hayvansa, tereyağ dünyanın en değerli yağı. Ama eğer endüstriyel gıdalarla besleniyorsa, ondan elde edilen tereyağıysa yediğimiz kalp hastalığına yol açması kesin...

 

* Tavukları hareket bile edemeyecekleri dapdaracık alanlarda yetiştiriyoruz, ineklere gün ışığı göstermiyoruz. Ne kadar acımasızca yetiştiriyoruz hayvanları. Burada çok büyük bir günah var aslında...

Elbette. Bakın, normalde inek ne zaman süt verir? Yavruladığı zaman. Ama üretici için süt o kadar değerli ki, yavru 10 gün sonra annesinden ayrılıyor ve soya sütü ile besleniyor. Ve günlerce anne ve yavru ayrılık nedeniyle ağlıyor.

 

* Bu kadar acımasız olduğumuzu bilmiyordum...

Maalesef... Ama aslında biz hem hayvana hem de sonuçta insana yapmış oluyoruz. Bakın, hayvan ne yerse sütü odur. Kanada’da anne sütü incelendi. Anne sütündeki yağın yüzde 7’sinin trans yağ asidi olduğu ortaya çıktı. Yani anne margarin yerse emzirdiği bebek de margarin yemiş oluyor. O halde biz inek sütünden tereyağ yaparsak o hayvanın bütün yedikleri o tereyağayansıyor. Yediği zehirler, tarım ilaçları, ona pompalanan antibiyotikler, hepsi. Dolayısıyla biz kendimizi seviyorsak hayvanı da sevebiliriz. Ve o zaman ancak doğal olana dönerek hayvanlara insanca bir muamele yapabiliriz. Ben bir röportajımda “Biz hayvanlara hayvanlık ediyoruz” demiştim. Felsefi olarak düşünürseniz onlar da öcünü alıyor şimdi. İnek diyor ki, “Sen beni ahıra tıkarsan ben de senin canına ot tıkarım!” Olan aynen bu... Endüstriyel hayvancılık, artı endüstriyel tarım, insanlığı yok eden kapitalist ayak oyunlarıdır.

 

ADANA’DA 60 YIL ÖNCE DE KEBAP YENİYORDU AMA HİÇ KALP HASTASI YOKTU

* Dün şöyle demiştiniz: “Diyelim ki biz bir lokantaya gittik ve bonfilenin yanında Sayın Başbakan’ın önerdiği gibi bir bardak şarap içmedik, sağlıklı olalım dedik, o yüzden bir bardak taze sıkılmış portakal suyu içtik. Bir bardak portakal suyunda yaklaşık olarak 30 gram fruktoz, yani meyve şekeri var. 15 gramdan fazla alınan fruktoz ise, trigliserite yani yağa dönüşür. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem de damar sertliğine yol açar. Yani ne olur şarapta kalalım! Çünkü şarap antioksidandır. Antioksidanlar ise damar sertliğine ve kansere karşı koyucudur.” Peki ya kırmızı şarabın yanında yediğimiz bonfile? O damar sertliğine yol açmaz mı?

Tabii ki kırmızı et yediğimiz zaman olabildiğince yağsız olmasına özen göstermeliyiz, aterojenik doymuş yağ asitlerini almamak için. Bakın, eğer biz kırmızı etin, kuzu şişin ya da bonfilenin etrafındaki yağları ayıklarsak hücre içindeki yağ oranı sadece yüzde 2.5. Ve hücre içindeki yağ ağırlıklı olarak stearik asit. Stearik asit de bir doymuş yağ asidi. Ama damar sertliği yapmayan bir doymuş yağ asidi. 37.5 derecede eriyor. Bağırsaklarımızdaki sıcaklık ise 36.5 derece olduğu için, yani stearik asit bağırsaklarımızda eriyemediği için, emilmeden dışkıyla atılıyor. Diyelim ki ateşimiz yüksek ve stearik asit de emildi. O zaman da 15 dakika sonra vücudumuzda oleik aside yani zeytinyağına dönüşüyor. Merada otlayan hayvanın da depo yağı ağırlıklı olarak stearik asit. Ama endüstriyel yemle beslenen hayvanın depo yağı ağırlıklı olarak palmetik asittir. Palmetik asit ise bahsettiğimiz damar sertliğini yapıcı doymuş yağ asididir. Şimdi gelelim Adana kebaba... 60 sene önce de Adana’da kebap yeniyordu ama hiç kalp hastası yoktu. Şimdi de yeniyor. Ama var... Çünkü o zaman merada otlayan hayvandan yapılıyordu kebap. Ve kuyruk yağı da ağırlıklı olarak stearik asit içeriyordu. Ama o stearik yağ, ya emilmiyordu ya da emilse de oleik aside, yani zeytinyağına dönüşüyordu. Yani dedelerimiz kuyruk yağlı Adana yediğinde zeytinyağlı Adana kebap yiyormuş meğerse! Biz ise damar sertliği yapıcı palmetik asitli Adana kebap yiyoruz. Aynı palmetik asit, şu kahveye konan süt tozlarında da var. Hani bitkisel, zararsız denilen... Yalan! Biz süt tozunu kahveye koyduğumuz anda damar sertliği yapıyoruz kendimize. Çünkü palmetik asit kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine sebep oluyor. Bakın benim dedem 117 yaşında öldü. Babam ise 59 yaşında kalpten öldü.

 

* Gerçekten mi?

Evet. Çünkü babam margarin çocuğuydu. Dedem ise mera tereyağıyla beslenmişti. Ne dedik? “Kolesterol oksitlenirse zararlı” dedik. Ama kolesterolün oksitlenmesini engelleyen maddeler de var. Mesela E vitamini, mesela zeytinyağındaki antioksidanlar, mesela doğal sütteki CLA. CLA dünyada bilinen en güçlü antioksidan. CLA’dan zengin beslenen kadınların yüzde 60 daha az meme kanseri olduğu biliniyor. Şimdi gelelim meme kanserinin kırsal yörede daha az görülmesindeki ana faktöre... Çünkü bu kadınlar merada otlayan hayvan ve onun süt ürünleriyle besleniyor. Yani sadece küçük yaşta doğum yapmış olması değil meme kanserine daha az yakalanmasının nedeni. Ayrıca merada beslenen hayvanın sütünde insüline benzer büyüme hormonu var. Bu hormon vücuttaki bütün hücrelerimizin yenilenmesini sağlıyor. O yüzden kırsal yörede 100 yaşını aşmış insanların kalıcı ikinci dişleri dökülüp üçüncü dişleri çıkar. Bunu merada otlayan hayvanın sütüne borçludurlar. Yani biz insanlar doğanın bir mucizesini zehire dönüştürme yeteneğine sahip varlıklarız! 

ETTEN DEĞİL AMA KIYMADAN UZAK DURMALIYIZ!

 

* O zaman biz merada otlayan hayvanın etini yemeğe dikkat edeceğiz. Tabii bulursak...

Evet. Bakın bir de Türkiye’de hep et kötülenir. Ama yağlı beyaz peynirin yağ içeriği yüzde 20. Dolayısıyla kalp için çok daha sakıncalı. Tabii kimse bundan söz etmez. Oysa ette yağlarını ayıkladıysak yüzde 2.5 oranında bir yağ kalıyor ve ayrıca bu kötü bir yağ değil. Sadece kıymadan uzak durmalıyız. İçine iç yağ katıldığı için...

 

* Çocuklar pirzola seviyor. Onlar yiyebilirler mi yağıyla birlikte?

Koyunlar genellikle merada otluyor. Merada otlayan hayvanın nalını bile yiyebilirsiniz. Dolayısıyla sakıncası yok. Endüstriyel hayvanın da tamamen yağından ayıklanmış etini yiyebilirsiniz. O zaman da bir yağ açısından bir sorun olmaz. Tabii tarım ilaçları, GDO artıkları ve antibiyotikler unutulmamalı. Yani sakıncasızlık sadece yağ açısından. Tavukta da aynı sorun var. Ama ikisini karşılaştırdığımız zaman yağsız kırmızı eti tercih etmeliyiz. Biz doktorlar hep kırmızı eti suçladık, “Yemeyin” dedik. Ama zaten Türkiye’de maddi olanaksızlıklar var, et yenemiyor, buna bağlı olarak demir eksikliği anemisi, yani demir eksikliğine bağlı kansızlık çok yaygınlaştı. Gençlerin yüzde 50’sinden fazlasında demir eksikliği kansızlığı var. Halbuki en sağlıklı demir kırmızı ette. Biz aslında kırmızı eti yasaklayarak çocukların zekasıyla oynuyoruz. Çünkü kırmızı et sadece kan yapmak için değil, zeka için de gerekli.  

ÇAY, HAYVANSAL DEĞİL BİTKİSEL KÖKENLİ DEMİRİN EMİLİMİNİ ENGELLİYOR

 

*Peki o demir bakliyattan alınamıyor mu?

Bitkisel kökenli demirin biyoyararlılığı kırmızı ete göre çok daha düşük. Ayrıca “Çay demir emilimini engelliyor” denir ama bitkisel kökenli demirin emilimini engelliyor, kırmızı etten aldığımız demirin emilimini değil. O yüzden bizim işin biyolojik yanına da bakmamız lazım. Mesela yumurtadan da demir alabiliriz. Ama şuna dikkat etmeliyiz. Demirin bağırsakta emilimini engelleyen bir başka madde daha var yumurtada. Eğer biz yumurtayı domatesle yersek, örneğin menemen tarzında, domatesin o ekşikliği yumurtada demirin emilimini engelleyen maddeyi engelleyerek demirin emilimini daha iyi sağlar.

 

* Bende de demir eksikliği var. Bir ara hayvan sevgisi yüzünden et yemiyordum ama artık yiyorum...

Hayvan sevgisi çok güzel ama hayvana yaşam hakkını doğru tanıyarak, özgürce merada koşmasını sağlayarak hayvancılık yaparsanız, o zaman hayvan eti yerken de çok vicdan azabı duymazsınız. Biz, sağlıklı kalmak istiyorsak yeniden geleneksel tarım ve hayvancılığı keşfetmeliyiz. Böylece hem insan sağlığını hem de küçük çiftçiyi kurtarırız. Yaptığı üretimle karnını doyurmak zorunda çiftçi. Yoksa yapamaz. Ama Türkiye’de bugünkü politikalar, küçük çiftçiyi öldürmek, toprakları büyük toprak ağalarına peşkeş çekmek, endüstriyel tarımı destekleyip, geleneksel tarımı girdi maliyeti yüksek tarıma dönüştürmek üzerine kurulu. Girdi maliyetinin kime yaradığı ise ortada. Amerikan şirketlerine!

 

 

http://haber.gazetevatan.com/

Ekleme Tarihi
27.07.2010
Ekleyen Kişi
gidatarim2

Paylaş | |

>> Arşiv İçin Tıklayınız
 
       
Loading...