Kamu oyunda dikkatlerin Referandum tartışmalarına yoğunlaşması ve sıcak yaz günlerinin getirdiği rehavet ekonomi gündeminde fazlaca bir değişiklik görülmemesine neden olmaktadır.
Gündemdeki ana konulara baktığımızda şu başlıkları diğerlerinden ayırmamız mümkün olabilmektedir.
Mali Kural uygulaması ile ilgili düzenlemenin ertelenmesi.
En çok ihracatçıların şikayet ettiği kur politikasının gözden geçirilmesi.
ABD ve AB ekonomilerindeki gelişmeler ve bunların muhtemel etkileri
Mali Kural düzenlemesindeki ertelemenin gerekçelerini kesin olarak bilmiyoruz.
Yaklaşan Referandum ve bunu izleyecek genel seçimler öncesi piyasada köklü bir değişikliğin risklere yol açacağını öne sürenler vardır. Tasarıdaki hedeflerin gerçekçi olmadığı ve bu itibarla yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ifade edenler vardır.
Mali Kural uygulaması Türkiye için bir ihtiyaçtır. Çünkü para politikalarının, maliye politikalarıyla desteklenmemesi halinde kalıcı bir ekonomik gelişmenin sağlanamayacağı bilinmektedir. AB ülkelerinin sadece parasal bir işbirliği içinde olmaları ancak mali birliği sağlayamamış olmalarının getirdiği sıkıntılar ortadadır.
Hazırlanan Mali Kural tasarısında kamu açıklarının milli gelire oranının % 1 olarak belirlenmesi gerçekçi bulunmamakta, % 5 olarak belirlenen büyüme hızının da istihdama fazlaca bir katkı sağlamayacağı düşünülmektedir. Sistemin denetiminin de, bağımsız bir kurum yerine Maliye Bakanlığı ve Sayıştaya bırakılması eleştirilmektedir.
İhracatın, değerlenen TL den olumsuz yönde etkilendiği doğrudur.Bu şekilde ihracat daha pahalı ve ithalat daha ucuz hale gelmektedir.Yabancı kaynaklar, kur risklerini hedge edip , bol miktarda sıcak para getirmekte, döviz bollaşınca değeri düşmekte ve TL değerlenmektedir.
İhracatçılar, kısa vadeli sermaye hareketlerine, Tobin vergisi olarak bilinen bir vergi konulmasını istemektedirler. Bu vergiyi uygulayan ülkeler vardır, başarılı olanlar da vardır. Ama,bu vergi kaynak girişini zorlaştıran ve pahalılaştıran bir nitelik taşımaktadır. Doğrudan Yabancı Yatırımların azaldığı ve cari açığın 40 milyar doları aştığı bir dönemde, gerekli finansman kaynaklarının nasıl karşılanacağı iyi hesaplanmalıdır.
İhracatçlar bir kur istikrar fonu kurulmasını istemektedir. Böylece dövizlerini hedge edebilecekler yani belli bir tarihte alacakları kuru garanti edebilecekler buna karşılık fona prim ödeyeceklerdir. Bu sistem çalışabilir ancak kur riskleri kesinlikle kamuya aktarılmamalıdır.
Merkez Bankası Başkanı,”kısa vadede kuru, para ve maliye politikası, uluslararası sermaye hareketleri ve güncel gelişmeler, orta ve uzun vadede ise o ülkenin iktisadi performansı belirler, derken haklıdır.
İhracatın temel sorunu kurlar değildir. Kısa vadede sorun dış piyasalardaki daralmadır. Gerçekte ise verim düşüklüğü ve rakabet gücündeki eksikliktir. Etkisiz teşvik politikalarıdır.
ABD ve AB de büyüme hızlarının kriz öncesine dönmesi için daha uzun süre beklenmesi gerekeceği anlaşılmaktadır. Yeni bir durgunluktan korkulduğu için, kriz sırasında piyasaya aktarılan bol likiditenin geri çekilmesinde acele edilmeyecek ve faizler düşük kalmaya devam edecektir. Bol likiditenin, sınırlı büyüme içinde olacak reel sektör yerine yine finans piyasalarına akması ve çeşitli türevlerle elden ele dolaşması, denetimde de eksiklik görülürse yeni krizlere yol açması beklenebilir.
Türkiye’de de faiz hadlerinin düşeceği veya en azından yükselmeyeceği tahmin edilmektedir. Bu durumda bono piyasaları yeniden bankalar için karlı hale gelmektedir. Üstelik bu piyasa risksizdir. Kaldı ki, Referandum ve seçimler dolayısıyla kamunun daha fazla borçlanması ihtimali de vardır. Böyle bir durumun , reel sektöre yönelik giderek artan kredi hacmin ,tersine dönmesine sebep olabileceği düşünülmektedir. |