Toplumsal şikâyetlerimizin sebeplerini ve çarelerini hep eğitimde görürüz. Sihirli çözümün onda olduğuna inanmışızdır. Ama eğitimle tam neyi kastettiğimize dair tutarlı bir tanımlamamız da yoktur; herkesin eğitimden anladığı farklıdır.
İnsan, yaratılışından var olan bir yetenekle öğrenmeye açıktır. Eğitim, ona bu öğrenme yeteneğini kullanmakta yol gösterici olmak için verilir. Daha açık bir ifadeyle eğitim, bireyin kendisi ve ait olduğu topluluk bütününün(ekosistem elemanlarının) varlığını sürdürebilmesi için ihtiyaçlarını nasıl gidereceğini öğrenmesine zemin hazırlayan bir süreçtir. Yoksa eğitimle kastedilen, birtakım ideolojilere militan yapılmaya yatkın insanlar yetiştirmek değildir.
Ne var ki, bu tipte insan yetiştirmenin adına da eğitim denilmektedir. Halbuki, böyle bir eğitim sürecinden geçirilen beyinler, şartlandırma ve ezbercilik yoluyla, neye niçin inandığını; neyi niçin yaptığını sorgulama yeteneği ve bilgiye açlığı körletilmiş olarak çıkmaktadır. Kaçınılmaz olarak; o beyinlerin çoğunlukta olduğu toplumlarda bireyin kendi varlığını bağımsız iradesi ile sürdürmesi pek mümkün olmamakta; onun yerine gruplar, cemaatler, kulüpler vb gibi topluluk kimlikli olmayı seçmektedir. Oraya mensup ve/ya onun gibi yahut da ondan yana olmakla kişilik kazanılmaktadır. Başkalarına(ekosistemin elemanlarına) zarar vermeme temel ilkesi de gözetilmediğinden, istismarcılara/sömürücülere hayat veren yapı, kolayca oluşmaktadır.
O nedenledir ki, yaşamak ve varlığını sürdürebilmek gibi en temel amacı gerçekleştirmeye götüren bu yolun taşları düzgün döşenmezse; insan ve toplumu için yaşam, sancılı bir debelenmeden öteye gidememektedir.
İnsan, doğası gereği toplum halinde ve çevreyle uyum içinde yaşamak üzere yaratılmış. Bunun -şimdilerde pek hatırlanmayan anlamı- kendi varlığının, başkalarının varlığına bağlı olduğudur. Başkaları deyince, çevreyi, “insan-hayvan-bitki ve diğer unsurlarıyla bir bütün olan ekosistem”i anlamak gerek. Dolayısıyla birey, onların zararına olacak kazanımlarının uzun vadede kendi lehine yarar getirmediğini görmeli ve edindiği değerler bütünü içinde buna en başta yer vermelidir. Eğitim bu gerçeğin tanınması ve öğrenilmesine imkân sağlamalıdır.
Uydurma olduğu şüphe götürmez ve bir toplumu ifsad etmeye yetip artacak, “gemisini kurtaran kaptan”; “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” türünden kültürümüzde yer edinmiş anlayışlar, bu felsefeye uygun bir eğitim sürecinde çıkmış olamaz. Tersine, toplumu istismara ve sömürüye açık hale getirmenin aşısı olarak özellikle uydurulmuş olması kuvvetle muhtemeldir.
Demek oluyor ki, eğitim, çevreye zarar vermeden mal/hizmet/değer üreten bireylerin yetişmesine imkân tanıyan nitelikte olmalıdır. Bireyler bu temelde, neye/niçin inanıp/inanmadığını, neyi/niçin yaptığını ya da yapmadığını sorgulamaya yatkın; doğru’larının bildikleriyle sınırlı olduğu bilincini kazanmış ve nihayet bilgilenmeye açık olarak yetişiyor olmalıdır.
Bu nitelikte insanların çoğunluğu oluşturduğu bir toplumda refahın, mutluluğun, insani gelişmişliğin üst sıralarda yer bulması ve artarak sürmesi doğaldır.
Toplumumuz o kriterler açısından hâlâ üst sıralarda yer bulamıyor ve kıt kaynaklarımızı çözemediğimiz sorunlarımızla boğuşarak harcamaya devam ediyorsak bunun nedenlerini; eğitim sistemimizin insan kaynaklarımıza kazandırdığı/kazandırmadığı niteliklerde aramamız gerekiyor.
Bu gerçeğin farkında olanlarımızın, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’nın ürünü olan Öğrenme Bildirgesi’ni imzalaması; elindeki imkanlar el verdiği ölçüde eğitim sistemimizin ıslahına katkı yapması umulur.
İmzalayanlar sayısı 100.000’e ulaştığında konunun kamuoyu gündemine getirilmesinin ve tartışılmasının kolaylaşmış olacağı değerlendirilmektedir. 30.01.2011
Dr. Necati Saygılı
İmzalamak için tıklayınız: http://www.beyaznokta.org.tr/oku.php?id=67
|