Pamuk primi kiloda 42 kuruş olarak açıklandı. Bakanlık bugüne kadar prim düzeyini belirlemekten kaçınmıştı. Dört yıldır pamuk primi aynı. 2008’de de üretici bugünkü gibi en az 50 kuruş prim bekliyordu. Değişen bir şey yok. Bu yıl da beklenti öyle idi, ama olmadı.
Ulusal Pamuk Konseyi Başkanı Barış Kocagöz “2000-2009 yılları arasında dünya piyasası pamuk fiyatları aşağıda seyretti ve ithalattan alınan sıfır gümrük ile Türk pamuk üreticisi tam 9 yıl süresince zarar etti. İşte zaten bu nedenle üretimimiz 935 bin tonlardan 370 bin tonlara kadar geriledi” demiş. ABD ise uzun yıllardır bir avuç üreticisine bir milyar dolar düzeyinde bir destek aktarmakta idi. Zannetmeyin ki orada bu iş adaletli oluyor. Aslında primlerin çoğunu büyük işletmeler götürüyordu. ABD’li vergi ödeyen vatandaşın kesesinden ödenen bu primler sayesinde Amerikan pamuk ihracatçıları yıllarca maliyetin altında Amerikan çiftçisinden aldıkları pamukları Türkiye de dahil birçok ülkeye çiftçi maliyetinin altında ihraç ediyordu. Bu olaya damping diyoruz. Çiftçinin maliyetinin karşılanmayan kısmı ise primle kapatılıyordu. Damping aslında serbest piyasa ideolojine de terstir, ama neoliberaller buna aldırmaz. İyi de bu dampingli ihracatın –bazı yıllar bu %46 dolayında idi- sürebilmesi için ithalatçı ülkenin de gümrük vergilerini sıfırlaması veya çok azaltması gerekir. Bu Türkiye’de sıfıra indirilerek sağlanmıştı. Ucuz pamuk ithalatı tekstilci için iyi idi. Ama çiftçi başta Türkiye için iyi midir? Orası çok tartışmalıdır. Çünkü pamuk üretimi gerileyince mısır gibi az işgücü isteyen ürünler yerini almıştır. Küçük üretici, tarım işçisi kaybetmiştir. Sürekli dış ödemeler açığı veren, bir türlü ithalattan fazla ihraç edemeyen ülkemizde pamuk ithalatına epeyce bir döviz yıllardır ödenmektedir. Epeydir toplum “nerede ucuz ürün varsa oradan alırız” mantığı ile uyuşturuldu. Türkiye dünyanın önde gelen pamuk ithalatçılarından oldu. Bu mantıkla “dış açık rekor kırıyormuş” liberal beyler için hiç önemli değil.
Barış Kocagöz şöyle söylemiş: “Önümüzdeki yıl Türkiye'nin yine 800 bin ton pamuk ithal etmesi bekleniyor. Toplam rakamın ortalama 4 dolar üstünden dışarı ödeyeceğimiz miktarın 3.2 milyar dolar olacağını ve dış ticaret açığımıza negatif etki edeceğini göz ardı edemeyiz. Bizler ülkemizde pamuk üretiminin kritik seviye olan 1 milyon ton üretime ulaştırılması yönünde politikalar üretmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bunun için de pamuğun 'stratejik ürün' ilan edilmesinin doğru olacağı inancındayız.” Bu sözlere katılıyoruz.
Ülkemizde yürütülen pamuk politikasının bize yarar sağlamaktan çok ABD’li pamuk ihracatçılarına yarar sağladığını söyleyebiliriz. Yapılması gereken bir yandan çiftçinin adil bir fiyat ve gelir elde etmesini sağlamak, bir yandan da tekstilcinin rekabet gücünü kırmamaktır. Tekstilcinin yabancı zincir mağazalarının emri altında, onların markalarını basarak ve Türkiye köylü ve işçisini sömürerek bir yere gidemediği anlaşılmıştır sanırım. Bu işin önemli bir diğer yönüdür.
Diğer yandan prim diyelim ki 50 kuruş hatta bir lira oldu. Çok şey değişir miydi. Tarım Satış Kooperatiflerinin Dünya Bankasının desteklediği kanunla dümdüz edildiği ve çoğu fabrikalarını elinden kaybettiği için fiyatlar üzerinde çiftçi lehine ağırlık koyacak bir kuruluş kalmamış gibidir. Bu durumda verilen prim artışı kadar çiftçi eline geçen fiyatların piyasaya hakim olan güçlerce indirilmesi beklenebilirdi. Kısacası primle oynayarak çiftçi eline geçen fiyatı arttırmanın bir sınırı vardır. Çare adam gibi çalışacak, çiftçinin doğrudan yönettiği kooperatiflerdir. Bunun geçmişte Tarım Satış Kooperatifleri ile yeterince başarılamamış olması ve bunların iktidarların arpalığı olduğu demokratik kooperatif modelin yanlış olduğunu göstermez. Unutmayalım ki bankalar batınca banka modelini yok etmemiştik.
Diğer bir konu da pamuk üretim maliyetini düşürecek yöntemleri uygulamaktır. Örneğin kabaca böceği böceğe yedirme, mikroba karşı mikropla mücadele etme olarak tanımlayabileceğimiz entegre zararlı ve ürün yönetimi (IPM ve ICM) ülkemizde yaygın uygulamada başarılı olamadı. Hiç ilaç kullanmadan pamuk üretmek mümkündür. Bu İzmir ve Manisa’da az sayıda üreticide başarıldı. Ancak bunun kitlesel olarak başarılması için güçlü bir araştırma ve kamu yayım sistemi gerekiyor. Uzak doğu ülkelerinde IPM ve ICM katılımcı yayım yaklaşımları ile kitlesel boyutta başarıldı. “çiftçi tarla okulu” denilen bu yayım sistemleri ülkemizde denenmedi. Araştırma ve yayım hizmetleri yıllarca ihmal edildi, hatta yok edilmek istendi. Tarım Bakanlığını ve araştırma enstitülerini kapatalım deme cesaretini gösterenler hala var. Bu sorunların çözümü için pamuk üreticisinin ayağa kalkarak kaderine hâkim olması gerekiyor. Yeter artık beylere hizmet ettiği.
Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üniversitesi
Ziraat Fakültesi
Tarım Ekonomisi Bölümü |