Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 29 Mart 2024 Cuma
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  Yazarlarimiz » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

YEŞİL YAKITLAR VE TÜRKİYE

Biyodizel kolza ve benzeri yağ bitkilerinden elde edilen yağın dizelle karışımına, biyobenzin ise şeker kamışı, mısır, buğday ve diğer tahıllardan elde edilen ETANOL’ün benzinle karışımına verilen addır. Hemen hemen her gelişmiş ülke bu doğal yeşil yakıt karışımlarını taşımacılıkta kullanmakta ve CO2 emisyonuna olumlu katkıları nedeniyle temiz çevre özlemini gidermeye uğraş vermektedir. Nitekim AB 2010 yılında yeşil yakıtların kara nakil araçlarında kullanılan yakıtın %5,75’ini oluşturması, .ABD 2006 yılında 19 milyar litre (5 milyar galon) olan etanol kullanımının on yıl içinde yani 2017 yılında 132 milyon m3 e (35 milyar galona) çıkartılmayı hedeflemektedirler. Bu yaklaşımda temel neden, azalan dünya petrol rezervleri, artan petrol fiyatları, dışa bağımlılıktan kurtulma yaklaşımları ve temiz çevre özlemidir.
Türkiye’de de, gerek biyodizel ve gerekse biyobenzin konusunda bazı hamlelere rastlanmaktadır. 2007 yılı itibarı ile biyodizel üretim tesisi için onlarca firmaya yetki verilirken, etanol konusunda henüz bir şirket üretim yapmakta, diğer bir şirket ise şeker pancarı melasına dayalı tesisini açmak üzeredir. Dünyada üretilen 38 milyar litrelik yeşil yakıtın %90’ı etanol bazlı olduğu gerçeğinden hareketle Türkiye’nin yanlış ata oynadığını izlenimi doğmaktadır.
ABD’de 2006 yılında 114’ü kurulu, (80’i de inşa halinde) biyobenzin rafinesinin hammadde sorununa çözüm getirilmiştir. Bu hedefe ulaşılırken, özellikle biyoteknolojik araştırma sonuçları etkili olmuştur. Bir firma, tümü fermente olabilen 135 hibrit mısır çeşidi geliştirmiş; etanol üretimi için yeni arpa çeşitleri ıslah edilmiş, bazı tohumculuk firmaları biyotekolojik olarak geliştirdiği mısırda etonole dönüşümü kolaylaştıran çok etkili bir enzim üretmeyi başarmıştır. Bu aşamada geliştirilen transgenik mısır (nişasta etanolü) ve kavak (selilozik ethanol) çeşitleri etanole dönüşümü daha ekonomik hale getirilmiştir. AB acele tescil ettiği transgenik mısır çeşitleriyle olayın öneminin anlaşıldığını göstermektedir. Zaten AB 2020’lere doğru etanol üretimini Brezilya seviyesine çıkarmayı hedeflemektedir. Yani yıllık 80 milyon m3’lük etanol üretimi! (Şekil) Selilozik etanol üretiminin ancak 2015’lere doğru ekonomik olabileceği varsayımına göre ve AB’de nişasta etanol üretiminin artmasını sağlayacak ne arazi genişleme olanağı ve ne de ekim alanını mısıra verecek bitki olmadığına göre sorun nasıl çözülebilir?
Halbuki Türkiye’de mısır üretimi stabil olmamakla beraber (2000’li yıllarda iki milyon tonluk mısır ithalatının yıllar olmuştur) üretimin dört milyon tona çıktığı, neredeyse hiç ithalatın yapılmadığı, yani kendine yeterli üretim yapabilmiştir. Bu durumda “Türk mısırı ile etanol senaryoları yazmak ne derece yerinde olur” şeklinde düşünülebilir. Hâlbuki ülkemizde mısır üretimi kat kat artıracak olanaklar vardır:
•    Türkiye’de mısırın ana ürün tarımı ekim nöbeti çerçevesinde neredeyse tüm makro ekolojilerde gerçekleştirilir;
•    Bu standart üretim, ikinci ürün ekimi ile artırılabilir. Çukurova başta olmak üzere birçok yörede, mısırın ikinci ürün tarımı sorun yaşamaktadır. Özellikle havadan ilaçlamaya getirilen kısıtlar ve sap-koçan kurdunun iki generasyonundan olumsuz etkilenmesi nedeniyle Türkiye minumum 100 bin hektarlık mısır ekim alanında ikinci ürün tarımınından yeterli yararlanamamaktadır. Çıkarılacak biyogüvenlik yasası tahmini 600 bin tonluk ürün kaybına engel olacaktır. (orijini Türkiye olmayan bu ürünün yabanileri de bulunmadığına göre “gen kaçma sorunu” yoktur. Söz konusu yasayı çıkarmayarak GDO’lu üründen tüketicimizi mi koruyoruz. Peki ithal ederek tükettiğimiz transgenik mısıra ne demeli?). Diğer taraftan insanın aklına şu soru geliyor. İspanya, Fransa gibi 20 ülke çiftçisinin yararlandığı %30’luk düşük maliyet ve sair avantajı Türk çiftçisine sunmayı mı beceremiyoruz?,
•    Son yıllarda ekim alanı sınırlanan pancar, tütün ekim alanları için alternatif ürün olarak mısır devreye girmiştir ve girecektir;
•    Küreselleşme çerçevesinde pamuğumuzun, kendi çabaları ile kavuştukları biyoteknolojik olanaklarla, ileride bu ürünü daha da ucuza mal edecekleri beklenen Çin ve Hindistan’la rekabet edebileceğini maalesef bekleyemeyiz. İşte bu aşamada pamuk arazilerimiz için yine mısır bir alternatif ürün olarak karşımıza çıkar;
•    Türkiye 8 milyon hektarlık sulanabilir alanının henüz 5 milyon hektarı sulanabilmektedir. 5 yıl içinde bitirilmesi planlanan ve Konya ovasının %70’inin sulanacağı KOP (Konya Ovası Sulama Projesi) devreye girdiğinde herhalde oralara en uygun ürün mısır olacaktır.
•    GAP’ın henüz ancak belirli bir oranından yararlanılmaktadır. Gelecekteki yatırımlar oranında artacak sulanabilir alanlarda en fazla mısır ekileceği beklenmektedir.

Yani Türkiye mısır ekim alanlarını kat kat artırabilir ve biyobenzin için gerekli etanolü belirli oranda üretebilir. Bu olanakları göz ardı edip, bir türlü asal yağ gereksinimini dahi karşılayamadığımız ve yıllık ortalama 500 000 tonluk dışalım yaptığımız bitkisel yağa dayalı biyodizele destek vermek ne derecede doğrudur. Gerçekten de acaba
 
TÜRKİYE YEŞİL YAKITLAR KONUSUNDA YANLIŞ ATA MI OYNUYOR?
 
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz

Ekleme Tarihi
08.10.2011
Ekleyen Kişi
Nazimi Açıkgöz


Paylaş | |
 DİĞER YAZILARI